Burada da hiç merak etmeyeceğiniz fotoğraflar paylaşıyorum

Instagram

Saturday, December 31, 2011





  Hiçbir zaman “O olmazsa yaşayamam” dememiş olman, onsuz yaşamanın kolay olduğu anlamına gelmiyor ne yazık ki. Ya da bir sonuca bağlayamamak zamanla her şeyin düzeleceğini kanıtlamıyor. 
Her şey aynen devam ediyor, belki biraz daha fazla acı veriyor.
Vazgeçişler yaşam alanını kısıtlıyor. Üstelik hiçbir şey yapmadan sürekli o kısıtlı alanların dikenli tellerine çarpıyorsun. Aklına getirmemeye çalıştığın şarkılar veya üstün çaba gösterip dinlemediklerin radyoda, televizyonda, oturduğun cafede, yanından geçtiğin dükkanda yani en olmaz anlarda ve savunmasızlığın doruktayken sana saldırıyor. Komik bir şey görünce eskisi kadar gülemiyorsun. Çünkü eskisi gibi ona da gösterme olanağın olmuyor. Oysa sevinçler, mutluluklar paylaştıkça çoğalır derler. Elinde olan mutluluğu paylaşamadığın için gıdım gıdım kullanmaya başlıyorsun. Yüzün asık hep. Çevrende seni mutlu etmek için arkadaşların oluyor. Zaten onlar da olmasa bu dünyanın pek çekilebilir bir şey olmadığını anlıyorsun.
  Duygularını tarif etmeye çalıştığında ya saatlerce konuşmak ya da ağzını bile açmamak ikilemi arasında oluyorsun. Ortası olmuyor. Aklın dağınıklıktan sarhoş olduğu zaman içtiğin veya yediğin şeylerin önemi kalmıyor. Bedenine yayılıyor o sarhoşluk etkileri. Sonra ufak bir yerden umut ışığı çakıyor. Mümkün olup olmadığını düşünüyorsun. “Mümkün, çünkü tıpatıp aynı kelimeler.” ve “Mümkün değil, yazmaz. Yazmış olsa hem konuşurdu zaten.” gibi düşünceler dolanıyor aklında. Gidip de en basit sorularını bile soramıyorsun. Kendini eskinizle avutup yeni bir yıla başlıyorsun sonra.

İyi seneler.

Thursday, December 22, 2011

Hayalimde büyüttüğüm için bu kadar çok sevdim seni ben



 Sen hiç hayal ederek sevdin mi ,
 Dokunmadan Hissetmeden…
 Bir fotograf ne kadar sevdirebilirdi ki seni bana
-ne yani,
Gözlerinde ki gercekliği görmeden donuk bakışlarına mı aşığım şimdi ben
-hadi ama bu çok aptalca!
 Duymadıgın bir sesi hayal etmek ne kadar zordur 
 Buna hiç yordun mu kendini
 Tek bir bakışından binlerce seni çıkartmayı
 Senli günlerimi öykülemek için ne fedakarlıklar verdiğimi
-nerden bileceksin
 En kötüsüde hayal ederken herşeyin en güzeli olması ,işte ben bunu anlayamadım
-Benim kurguladığım şeyi ne sen gerçekleştirebilirdin ne de ben, masaldı en basitinden.
 Ama aslı YUKARDAN AYARLI
 ve ben bugün anladım ki seni gerçekten seviyorum
 bunu ona buna söylemekten UTANIYORDUM evet !
 Sacmalıktı hepimize göre ama yanıldık,
 şimdi bütün bu anlamsız sevgim hakkında ki soru işaretleri kalksın
             
    Çünkü, hayalimde büyüttüğüm için bu kadar çok sevdim seni ben
    Gururla bagırarak sonsuza dek arkasında durmak üzere.


Saturday, December 3, 2011




Kime aşık olduğumuzu biz seçmeyiz ve asla bu olması gerektiği gibi olmaz..

   


 
 

Thursday, December 1, 2011

Sunday, November 20, 2011


Ne güzel diyor Timur Selçuk;
Hey garson, bütün hesaplar benden bu gece, sen de iç, sen de iç
Kapat kapıları, kapat, kapat, yabancı girmesin
İspanyol meyhanesinde öldüğümüzü kimse bilmesin
Aslında hiçbir şeyi dert etmemek gerek. Gerçekten bak.

Thursday, November 10, 2011


Büyümeyi reddeden insanlar vardır, her anı geçmişin özlemi kokan.
Bir de geçmişinden kaçan insanlar vardır köşe bucak.
İnandığı şeyler uğruna umudunu yitirmemiş bir şekilde kilisede mum diken insanlar vardır, dua eden her dakikasında.
Bir de hayattaki tek beklentisi ayılmamak olmuş olan mutsuz bar insanları. İçmeden de sarhoş olurlar onlar.
Unutkan insanlar vardır, çantasını nereye koyduğunu yahut kiminle ne konuştuğunu uzun süre düşünse de bulamazlar.
Bir de lanetlenmişcesine her şeyi hatırlayan insanlar vardır. Çok zor ümitlenirler.
Hep susan insanlar vardır. Umursamamayı öğrenirler.
Bir de çok konuşup bir yere varamayanlar vardır. Canları çok yanar.
Birbirlerinin hayatından çıkan insanlar vardır. Zor dönemler yaşarlar sonrasında.
Bir de birbirinin hayatına hiç giremeyen insanlar vardır. Onlar çok nadir mutlu olurlar.

Wednesday, October 26, 2011


Sana neden seninle ‘siyaset tartışamayacağımızı’ anlatayım mı? Geçen gün Kaybedenler Kulübü’nden çıkınca seninle oturduğumuz yerde arkadaşımla içip siyaset tartışırken anladım.

Sana kızgınlığım, kırgınlığım varken ben seninle oturup Usame Bin Ladin’den sonra Türkiye’nin ne kadar tehdit altında olduğundan, YGS’de şifre skandalının LYS’yi nasıl etkilediğinden, bunların kimlerin oyunu olduğundan konuşamazdım.

Bir masada oturup içerken seninle, bana verdiğin üzüntüleri düşünmeden edemezdim. Hiçbir şey olmamış gibi “Ne olacak bu Kürt meselesi” diyemezdim sana, seçimlerde kime oy vereceğimizi, partilerin vaatlerini falan tartışamazdık.

İki ‘arkadaş’ ya da iki ‘sevgili’ gibi oturup konuşamazdık ki ayrılığı hiçe sayıp; çılgın projeden, Wikileaks belgelerinden, Ece Temelkuran’ın son yazısından. Ece Temelkuran’ın kitabını alamazdık beraber, okuyamazdık ki sırayla. Bilirsin, kitaplarını paylaşan sevgililer mutlu sevgililerdir. Mutluyduk elbet

Seninle o ayrılıktan sonra neden ‘siyaset tartışamazdık’, demin anladım. Sana katiyetle karşı çıkarken, kuvvetle muhtemel gururdan ve toplum dayatmasından belki, basmakalıp laflar ediyordum. Ve hatta doğanın kanunlarından destek alıyordum. Şimdi anlıyorum. Artık ne aynı gazeteyi paylaşabilirdik seninle ne de “Sayısalcıların işi daha mı zor” tartışması yapabilirdik. Ki ben seni en çok arkadaş gibi karşı karşıya oturup böyle şeyler konuşurken sevmiştim. En çok o zaman biz oluyorduk çünkü, bütün sevgililer el ele tutuşup sarılıyorlardı zaten. ‘Kişilikli ilişki’ydi bizimki. En çok o zaman sevgiliydik.

Biraz fazla içsem elimdeki bira bardağını üstüne dökecek raddeye gelebilecekken hangi polemik yaratan sözünden bahsedebilirdim Kılıçdaroğlu’nun, Bahçeli’nin, Erdoğan’ın? Benzinin fiyatı 4 buçuk lira olmak üzere, eski sevgililer arkadaş kalabilir mi sence

Ne yani, birbirlerine üzülmesin diye sevgilisini anlatmayan ama ‘siyaset tartışan’ arkadaşlardan mı olacaktık?

Gözyaşlarıma sebebiyet veren eski sevgilimle, kaset polemiğinin siyaseti ne kadar ucuzlattığını konuşabilecek miydim yani?

HIMYM izleyip Robin ve Ted’in ev arkadaşı olduğunu görünce, eski sevgililerle arkadaş kalabileceğimizi, şey, ‘en azından siyaset tartışabileceğimizi’ sanıyoruz. Amerikan dizilerinden öğrenilmiş modernlikler bunlar.

Sevgiline “Eski sevgilimle siyaset tartışmaya gidiyorum” mu diyecektin? İşte o yüzden seninle en azından siyaset tartışamazdık, bence.

Kaldı ki, ikimizin de bu durum için daha politik arkadaşları var.

Tebrikler, siyasetsiz kalmış iki eski sevgili olmuşuz artık.

Saturday, October 22, 2011

Sunday, October 9, 2011




İncir Reçeli, filmi pek sevdiğim söylenemez. 
Ama gel gör ki şu caps i yakalamak için açtım filmi
Bazı kareler tamamen beni anlatıyor
TAMAMEN.



Thursday, October 6, 2011


Hani mesela bi gün okula gitmezsin. evde ense yaparsın. 
keyfin inanılmaz yerindedir. "ahah salaklar okulda şimdi dersteler" diye düşünür iyice gevrekleşirsin. ertesi gün okula gittiğinde, dün dersler boş geçmiştir, izlenesi süper kavgalar çıkmıştır, ne bileyim tüm güzel şeyler olmuştur. 
ve bi tanesi de illa ki çıkar ve " dün keşke gelseydin okula, çok eğlendik " der. işte ben öyle olunca çok hüzünleniyorum. 

Monday, September 5, 2011


Bazen birini o kadar çok özlüyorsun ki bunu muhakkak hisseder sanıyorsun. Telefonuna baktığında bomboş ekranı görünce “Beni aramasını bu kadar çok istediğimi nasıl hissetmez” diyorsun

Friday, September 2, 2011

Onun sosyal paylaşım sitelerinde online olduğu, bir şeyler paylaştığı zamanı kontrol ederek “Şu an evdedir, yani başkasıyla değildir” benzeri çıkarımlarda bulunmak ve bunu gün içinde çokça kez yapmaktır aşık olmak/ sevmek/ unutmamak/ hatırlamak, yani ne derseniz deyin.

Friday, August 19, 2011

Kalmadı: Birinden hoşlanıldığında ortak arkadaşa “Olm sakın söyleme ama ben ondan hoşlandım. Sakın söyleme bak nolur lan” demenin ve ardından utanmanın verdiği o güzel heyecan.

Tuesday, August 9, 2011

Gerçek şu ki


Yaşayamadıklarına bakıp üzülmek ve yaşamamış olmayı dilemekten ibaret pişmanlıklarımız aslında. Sık sık kullanmak bu sözleri mutsuz hayat tablosunu kendiliğinden oluşturuyor. Sürekli düşünüp üzülme bunları, sen filozof değilsin.Hatırlarsın elbet, bir kedinin gözünün içine bakıp senden ürktüğü zaman ya da bir martı başının üstünden uçarken çığlık attığında. Hayvanlardan bir işaret bekleyip kendi kendine yorum yapma ama, sen Musa değilsin.Şarkı söylemeye devam etmek zor gelebilir ama sakın bir melodiyi yarıda bırakma. Notalar ardından ağlar sonra. Sessizliğe gömülmesin sakın odan. Karanlıkla baş edemezsin, sen mum ışığı değilsin.Kitaplarına sarıl ya da bir sahafa gidip eski kitaplarla bakış. Kokusunu içine çek. Sonra hayatına dönersin elbet. Kaçamazsın ki gölgenden. Engel olamazsın bir şeylerin ters gitmesine, acılara set kuramazsın. Sen baraj değilsin.Veda etmekten çekinme, insanlarla tanış artık. Farkına var, melek değilsin.İstediklerini vermez hayat, alış. “Mutlu son istemiyorum ki ben, tek istediğim güzel bir hikaye” demekten de vazgeç. Büyü biraz. Ne güzel hikayesi, görmüyor musun ? Sen Juliet değilsin.

Saturday, February 12, 2011

GoodBAY my LOVA

Gazi Mustafa Kemal İ.Ö.O

Green Day , McFly dinlediğimiz hareketli punk-rock dünlerimiz..

7. sınıftaydım. o zamanlar haliyle kankalarım bilir ki GMKİÖO da okuyordum.  Uşak ta en başarılı okullardan biriydi bu yüzden çok kalabalık sınıflar ve şubeler vardı. 7A, 7B, 7C, 7D diye 4 şube ve her şubede en az 30 kişi vardı. Bizim sınıf 7-C idi, 33 kişiydi. sınıf öğretmenimiz Türkçe öğretmenimiz Tuncer Ayaz dı. Oldukca ilginç bir lugatı vardı. Timberland botların, George hogg'ların, balina yağı kokan iğrenç
Barbourların en popüler olduğu zamanlardı.............

8B vardı. GERÇEKTEN VARDI. Bizim blokta değildi o yıl sekizinci sınıflar, onlar ayrı bir bloktalardı ve sadece sekizinci sınıflar vardı hemen çaprazımızdaydı. diğer 8A'dakilerle iyi anlaşırdım, tanırdım. Kızlar garipti ,benim bir tane arkadaşım vardı Mehmet diye üst sınıfta ki kızlar hep ona aşıktı.Onu görmek için bizim sınıfa gelirler mehmet in masasına süt koyarlardı. Mehmet i severdik , severlerdi hala öyle.

Ben ergenliğe çok geç girdim. Memelerim çıkmaya başladığında çok utanmıştım. Sürekli bol şeyler giyiyordum gizlemek için. Meme utanç vericiydi. Reddetmiştim memeleri. Regl de olmayacaktım. Hatta bi arkadaşımın regl olduğunu öğrendiğimde ondan soğumuştum. neden bilmiyorum ama ona uzak davranmaya başlamıştım. Sanki o elini kana bulamış bir canavardı.

Erkek arkadaşlarımla hep çok iyi anlaştım. O zamanlar bu düşüncemi kötüye çekmeye çalışan içi dışı gözü gönlü fesat insanlar artık neden kimle iyi kimle kötü anlaştığımı anlamışlardır umarım. Birincisi kızlar çok salaktı, ikincisi kızlar yine çok salaktı..Kadim erkek arkadaşlarım saçımı çekerler kovalarlar kenyalı-simit derler tekme atarlardı yakınsak olanlar, ıraksakları boşverelim. Özellikle Hilmi vardı , yani hala varda..vardı işte..O bana kömür derdi ben ona hindi derdim sabahtan akşama kadar aslında kedi-köpek gibiydik. (he klişe he) ilkokulda kızlar haftasonu gitar kursunu tercih etmişlerdi ama ben futbol oynayacaktım. çünkü bizim oğlanlarla çok eğleniyorduk. ilköğretim hayatın boyunca ne yaptın diye sorarsan, "koştum" derim. çünkü tenefüslerde bahçeye inip kafayı geriye atarak deli manyak gibi koşuyorduk sağ sola. başka bir bok hatırlamıyorum. bi de biz 8 yıl aynı insanlarla okuduk. sınıf arkadaşlarımız hep aynıydı. birlikte büyüdük.

Efendim işte durumlar böyleydi. ben erkek arkadaşlarımın yanında hiçbir konuda utanmayacak kadar cinsiyet rollerinden habersizdim. Onlar erkek değil, arkadaştı işte. Tek fark, onların oturmadan işeyebilecek bir uzuvlarının olmasıydı ve başka bir yerde işemeleriydi. Bu da gerçekten büyük bir sorun değildi.

Sanırım o zamana kadar hiç aşık olmamıştım. Bana , maziye kalsa hala olmadım da..da işte.. Belki de bu yüzden karşı cinse karşı bu kadar hissizdim. Keremcem i saymazsak tabii. kendisi ilk aşkım olur ne yazık ki :p evde hala ona yazdığım aşk mektupları duruyor.

Her şey böyle güllük gülistanlık devam ederken, ben memelerden utanıp bol tarza geçiş yapmışken günü bir gün, bir öğle teneffüsünde camdan aşağıyı izliyordum. muhabbet ediyorduk bilirsiniz ki muhabbet yerleri okulda ya sınıfın kapısı ya koridor ya da sınıfın penceresi.. haberi gelmişti. 8B nin aşağıda beden eğitimi dersi vardı yani bu demek oluyor ki 8B oğlanları aşağıda futbol oynuyor..Kızlar sarı bir ay parçasından bahsediyorlardı, ay gibi bir çocuk kaleciydi. Kafamı ona doğru yöneltmemle arkadan haberi geldi..
-Güneş onun adı..

Bir başka kız duvar kenarından çığım çığım çığırıyordu -yeni gelen çocuk var mııııaaa?
Lan bacım sen ki tüm okul günü boyunca o köşene çekilir kıçını kaldırmazsın, yeni gelen kim, çocuk kim, sen kimsin di mi? her neyse..
Bizim okul dedim ya çok kişiydi ve popiliydi.. kim gelse gitse hemen haberimiz olurdu. işte biri gelmişti, ne bileyim.

Camdan sarkerken kırmızı ayakkabılarıyla futbol oynayan bi çocuk gördüm. Daha evvel hiç görmemiştim onu. hemen Merveyi çağırdım. Merve koş yeni çocuk bu mu dedim. geldi, baktı, yok dedi, gitti. teneffüs 10 dakikaydı. 10 dakika boyunca onu izledim. 10 dakikanın sonunda aşık olmuştum. yani bunu sonradan fark edecektim...

zil çaldı. ben o gün nöbetçiydim. herkesi sınıfa topladım. öğretmen zilinden evvel tahtaya ders ve konuyu yazacaktım. yazdım. beklemeye başladım. yerime oturmam gerekiyordu. düşünmem gerekiyordu. öğretmen bir an evvel gelmeliydi. çünkü ben terliyordum. kalbim pıt pıt atıyordu, midem bulanıyordu ve bu ilk kez oluyordu. bana ne olduğunu bilmek istiyordum.

öğretmen geldi. yerime oturdum ve düşünmeye başladım. bana ne olduğunu anlayamadım. izin alıp tuvalete gittim. dönüşte 8B'nin önünden yavaş yavaş geçiyordum dersleri bitmişti bir grup kızarmış ve ter akan suratlar heycanlı bir şekilde sınıfa doğru geliyordu..Kalbim yerinden çıkıcak gibiydi.oradaydı. kırmızı ayakkabılarından tanımıştım. Mutlaka bilirsiniz o dönemler çok meşhurdu -Nike Total 90 lar dandı.
İtiraf ediyim benimde vardı..Neyse.

kimse beni görmeden doğruca sınıfıma geri döndüm. öğretmen bana kızdı geç kaldığım için. bi şey demeden geçtim yerime oturdum. günüm çok kötü geçiyordu... kendimdeki değişikliği algılayamıyordum. ama tuhaf bir şekilde de iyi hissediyordum.

ertesi gün 8A'daki en yakın arkadaşımın yanına gidip o çocuğu sordum. adı ne dedim. melih cansu
, merih de olabilir hala ikisi arasında kaldım  ee? dedi. hiiiç dedim, bak şu da okula yeni gelmiş dedi. niye dedim, eski okulundan kovulmuş ama bizim okul kabul etmiş dedi. neden kovulmuş dedim, bilmiyorum dedi. banane, adı melih cansu' ymuş. sınıfa koşup bahçede top oynayan melih cansu yu izlemeye başladım. Her teneffüs top oynamaya iniyordu çok nadir iki ellerini gri okul pantalonun ceplerine sokup bahçede dolanıyordu. Hep erkeklerle takılıyordu. O günlerde benim için bir bebek kadar masumdu. Gülmesenizeee :( onu bir türlü yakından görüp inceleyememiştim.

zil çaldığında merdivenlerin başındaydım. oradan geçecekti. ben de ona bakacaktım. melih cansu koşa koşa merdivenlerden çıkıyordu arkadaşlarıyla. seviyorlardı onu. çok tatlı.

önümden hızlıca geçti. inceleyemedim. sınıfa koştum. ders ve konuyu yazdım tahtaya.

...

-öğretmenim tuvalete gidebilir miyim?
-senin bu tuvalete gitmelerin de çok oluyor Simge, hayırdır?
-öğretmenim şş..şeeyyy ı işte şş.
-git gel hemen.
-teşekkürler!

benim bu tuvalete gitmelerim harbiden çok oluyordu. her ders, ama her ders en az bir kere tuvalete gitmek için izin alıyor, dönüşte de 8B'nın kapısından kafamı uzatıp melih cansu'a bakıyordum. Onu gülerken görmüştüm. aman tanrım, çok zayıf bir çocuktu. incecik böyle. ayağında tarçın rengi timberland botlar vardı. melih düpedüz çirkindi amk. fare gibi çocuktu. ama aşk çok başka bir şey. zerre umrumda değildi.

 Akşam eve gidip babamı BABA NOLUR BANA TIMBERLAND BOT ALALIM YALVARIYORUM, ALMAMIZ LAZIM, HERKESTE VAR Bİ TEK BENİM YOK diye darlayacaktım. şans bu ya, daha o hafta deneme sınavında okulda ilde iyi bir sıralamaya girmiştim ,bir hediyeyi hak ediyordum doğrusu. 2 gün sonra melih cansunun botlarının aynısından bende de vardı. bu harika bir histi.

Melih Cansu nun benden asla haberi yoktu. onun için okuldaki herhangi bir öğrenciydim. bunu çok iyi biliyordum. hiç muhabbetimiz olmamıştı. ama ben çok utanmaya başladım. hiç konuşmadığımız göz göze dahi gelmediğimiz halde ondan utanıyordum. onu gördüğüm yerde koşarak bir yerlere kaçıyordum. ve bu arada bana ne olduğunun hala farkında değildim. hiç kimseye söylememiştim Melih Cansu ya olan ilgimi. sadece ben biliyordum.

Onu gördüğüm ilk günden sonraki tüm günlerim onu stalklamakla geçti. duvarların arkasından çıkan, pencerelerden dikiz atan, hayalet gibi çocuğun arkasından dolaşan bir manyağa dönüşmüştüm.

ben arabesk çok severim bilen bilir. tek sebebi de melih cansudur. olum çocuk ağır ibocuydu. Serviste hep en öne binip radyodan iboyu buluyordu. ben de ibocu oldum. net. evde şarkı ezberliyordum. tarzımız yavaştan şekilleniyordu.

Bir haftasonu tripli bir sanat filmindeymişçesine aynanın karşısında kendimi izliyordum. evde annemler yoktu. annemin odasına girip cımbızı aldım ve kaşlarımı almaya başladım. Baya baya yoldum filan incelttim. üstümdeki kuru kafalı bir tişört vardı. Melih Cansu beni kesinlikle böyle beğenmezdi. artık okul gömleğinin içine siyah tişört değil, dekolteli askılı bluzlar giyecektim.. hemen genç bir kız olup aşık olduğumu kabul etmek istiyordum.

koskoca bir sene, melih cansuyla hiç konuşamadan bitti. gerçekten tam bir sene sadece onu düşündüm. ve kimseye bahsetmedim..sadece onu takip ettim. hakkında tuhaf tuhaf bilgiler öğrendim. bunları bir deftere yazıyordum.

Melih Cansu Beşiktaşlıydı..

Okulumuzun dergisi vardı..Bazen sınıfların fotografını çekiyorlardı orda onun küçük yüzünü kesip defterimin arasında saklıyordum..

yıl sonunda 8. sınıflar mezun oldu. Melih Cansu belki liseye de Uşak da devam ederdi. etmedi. ya da etti ben bilmiyorum ama o ilköğretim okulunun kapısından çıktı çıkalı bir daha onu görmedim. Melih Cansu gitmişti. bütün bir yaz tatili benim için işkenceden farksızdı. fakat bunun sonunda yine mutluluk çanları çalmamıştı. Onu bir daha göremeyecektim.

Şu anda düşününce 1 sene boyunca hiç konuşmadığım göz göze bile gelmediğim bir çocuğa nasıl bu kadar aşık kalabildim sıkılmadan bilmiyorum. çok tuhaf. Hatta adının Melih Cansu olduğundan bile emin değilim. Şimdi böyle şeyler için asla gücüm yok. ayrıca gerek de yok. Ona karşı hissettiklerim aşkın en saf hali diyeceğim gülmezseniz :'(

insan çocukken daha güzel seviyor.

Lise sınavlarına hazırlanıyordum. dershaneler sokağındaki keyifin önünden geçiyordum ki Şafak Öncü dershanesine gidiyordum. o hafta sabahçıydım. bok gibi bir deneme sınavından çıkmıştım. kafalar düşmüştü. Bir baktım ki Melih Cansu oturuyordu. tek başına. bir başına. Çok yakışıklı olmuştu. Her zaman yaptığım gibi onu gördüğüm gibi koşarak oradan uzaklaştım. dershaneye geri girdim. sonra lan ben salak mıyım acaba? skerim böyle aşkın ızdırabını gidip konuşacağım diye geri gittim. zaten artık o utangaç kız değildim. derslerden kaçıyordum. neyse, bir hızla ve gazla çıktım dersaneden kafasını kaldırıp gözlerini kısarak bana baktı sonra yanına bir kız geldi. Lafımıda kalbimide aldım yukarı sınıfa çıktım.

git gide büyüyordu içimde bir şeyler. felaket bir his. duvarları yumruklayası geliyor insanın.


Ben o gün aşkın öyle "gelişine" yaşanacak bir şey olmadığını fark ettim. fakat bugün kendimle gurur duyuyorum.

velhasıl-ı kelam, herkes aynı aşık olmuyormuş. herkes başka türlü seviyormuş. öyle aaaaşıkım demek bir sebep olamıyormuş.

niye olmuyormuş?

NİYE?

Ya bu arada bu çocuk ölmedi di mi, adı Melih cansu değil mi
ben bunca yıl yanlış mı bildim yoksa
çünkü bütün bunlar aklıma gelirken  merak edip kapatmış olduğum facebook hesabımı geri açtım
Search  dedim Melih Cansu dedim soyadını bilmiyordum ama ortak arkadaşlarımız var dedim
çıkar dedim
Silahtan kan damlayan bir profil fotograflı Melih Cansu çıktı..
NEYSE  işte anı bunlar hep