Burada da hiç merak etmeyeceğiniz fotoğraflar paylaşıyorum

Instagram

Saturday, June 29, 2013

"Bu sefer zaman, üzerimizde fazla mesai yaptı."

Büyüdüğüm şehrin sokakları yeterince anıyı barındırmaktan bıkmış olacak ki şimdi nerede duracağıma karar veremiyorum böyle yazınca diyorlar "hep mi kötü şeyler geldi başına" aslına bakarsan "başıma gelen" kötü bir şey yok insan kendine soruyor yeterli cevap çıkmayınca yetersiz hissediyor basit aslında ki bastırmayı da öğrenince güzel de yaşıyoruz
olsun


Bu sefer zaman, üzerimizde fazla mesai yaptı.

Tabi her seferinde günlüğe yazdıklarını sayfa sayfa koparıp atmak gibi olmuyor. Bulduğun ilk çöp kutusuna koşmak gibi olmuyor. Olmuyor

..

Sabahın köründe kaşıklanmış çikolatadan kaldı biraz, yataktan kalkıp koltuğa atmak kendini.. Bahçe'ye gidip açtırılan ufoda. Arka bahçedeki türk kahvesinde. Kendin söyledin zaten; her şeyin birazı kalıyor diye.Sen gittin aslında evet, kalmadın.

Annemin sabah 10 da 'SIMGE KAAALK saat 2 oldu artık' diye evin içinde gezinmesine son 2
Yaz tatilimi kendi fikri firarlarımla mahvettim
Kendime iyi gelmiyorum.

..

Bu yazımda değinmek istediğim çok önemli bir konu var. Şöyle ki; fikrim , hevesimi alt etsin.



Görmeye bile tahammül edemediğim insanlar her gün yanımdan geçip giderken, her şeyden çok dokunmak,görmek istediğim insanın kilometrelerce uzakta olması çok koyuyor bana.

..

Başımızdan geçen kötü bir olayın 3 ay sonraki ruh halimize hiçbir etkisi yokmuş. Yaşamımızdaki yüksek mutluluk anlarının da normal ruh halimize bir katkısı yokmuş; adaptation-level phenomenon denen bir hadise işte, seni çok mutlu eden bir olaya 2 hafta sonra alışıyormuşsun. Artık seni ilk günkü kadar mutlu etmiyormuş. Zaten de insanın inanılmaz bir adaptasyon yeteneği varmış,
 fiziksel manada olsun duygusal manada olsun her şeye alışıyormuş.

Yani ekstrem mutluluk ve mutsuzlukların genelde ne hissettiğimizle bir alakası yokmuş, olayların bir yere kadar ruh halimizle ilgisi varmış. Yani ortalıkta ciddi bi sorun yok gibi gözükürken geceleri uyuyamıyorsak, minibüste gözlerimiz dalıyorsa, arkadaşlarımızın yanında aniden başka şeyler düşünüyorsak bunlar birazcık da bahaneymiş. Yani yalan demeyelim ama kendine bir sıkıntı bulmak ve
 buna kendince haklı gerekçeler çıkarmak.

Çok mutlu olmanın sevgili sahibi olmakla bir ilgisi hiç yokmuş, 
insan inanılmaz derecede alışan bir varlıkmış, 
sevgiliyle beraber uyunan gecenin genel mutluluk haline bir katkısı yokmuş. Çok mutlu anlar da, çok mutsuz anlar da belleklerdeymiş. Onları biz yaşatırmışız. O çok mutlu günü biz yaşar biz hatırlarmışız, 
artık yaşamımızda etkisini kaybetse de.

Fakat kaçmak, o kaçmak yok mu, o “1 saat sonra ders çalışırım”lar, “Ah bir sevgilim olsa ne mutlu olurum”lar, “O gün bana öyle davranmasaydı şu an böyle olmazdım”lar. Bunlar hep mutlu olma becerisi eksikliğine bulunan bahanelermiş. Bir kahvaltı masasında stresten karnı ağrıyınca “Ne olur geçsin şu ağrılar, babamı da anlıyorum artık, bir daha da o bahanelere üzülmiycem” 
diyor ve sonra her şeyi unutuyormuş insan.

Kaçmak, kendinden kaçmak, şu an elinde olmayanlara sahip olamadığın için mutlu olmadığını iddia etmek; fakat bir gün sevgilinle konuşurken “ANA! ÇOK MUTSUZUM” diye düşünmek, mutlu olmayı becerememek. Bazı anlardan çok yüksek dozda mutluluk talep etmek, 
bulamamak ama o çok mutsuz anları hep beyinde yaşatmak.

Neyse ki insan kendiyle barışıyormuş, “hedonic treadmill” diye bir olgu olduğunu iddia ediyordu şimdi adını hatırlamadığım bir psikolog. Çok mutlu da çok mutsuz da olsak bunların hepsi bir değirmende öğütülüp normale döndürüyormuş insanı. İnsan normal hissetmeye eğilimliymiş.

Fakat bir de “relative deprivation” denilen bir hadise varmış, göreceli yoksunluk diye çevrilmesi mümkün ama eksik. Kendini başkalarıyla kıyaslamanın getirdiği mutsuzluk diyelim. Yani aslında başkalarıyla kıyaslamasak kendimizi, halimizden gayet memnun olacakmışız ama artık onun gibi, 
onlar gibi olamadığımız için kendimizi değersiz görüyormuşuz.
ASLINDA HİÇ ALAKASI YOK

Yani ruh halimizin iyi olup olmaması genel olarak olaylarla değil bir tek bizimle ilgiliymiş. 

..


Öğle arasında yemekhane yemeğini yemeden önce seninle sınırsız döner yiyebilecek birini daha bulursan bana söyleme, beni vur.


...


Sen olmadığın için kusmayı bıraktım haberin olsun. Gelince 5 aylık kusacağım.


şimdi siz tatilinizi yapın
 

Thursday, June 27, 2013

Anlar mı hiç seni


Yaşam yolculuğumun çok renkli geçtiğini söyleyebilirim. Renkli dediğimde aklına hemen kırmızı, sarı, mavi, yeşil gibi canlı renkler gelmesin. Onlar da oldu elbette ancak siyah, gri, beyaz ve lila en büyük yeri işgal ediyorlar…

Dışarıda bin bir çeşit hayat var. Benimki de, sıradan olmayanların arasında sayılabilir. Aslında hepimiz seçimlerimizin sonuçlarını yaşıyoruz, yani çoğu zaman! Seçtiklerim ve deneyimlerimden ortaya çıkan benle, halimden memnunum. Daha iyisini de yapabilirdim mutlaka, şimdiki aklım olsaydı ama bazı kadersel döngülere karşı çıkmak mümkün değil.

Hızlı koşan çabuk yorulur. Ben de, neden bilmiyorum ama kısa vakitlere çok şey sığdırmışım. Bilgisayardaki “zip” dosyaları gibiyim. Tıklayınca içimden yüzlerce klasör fırlıyor.


Sonuç itibariyle yorgunum!

Geldiğinde bir enkaz bulmayacaksın ancak biraz tadilat istediğim kesin. Temelim sağlam fakat duvarlarımda çatlaklar var. Güzel bir boya badana paklar beni. Kalbimin kapısını çıkarken kapatmayanlar yüzünden, fırtına ve yağmurda içeriye su girdi. Ne kadar dirensem de, parkelerin kabarmasına engel olamadım. O yüzden zarafetimi yitirmiş olacağım. Biraz zımpara ve cilayla çözülemeyecek gibi değil, merak etme!

Gözlerimin kenarında inatçı çizgiler var. Onlar için yapılacak bir şey yok, duracaklar! Zaten dursunlar, şu tatlı-ekşi yaşamımın tek şahidi onlar. Ayrıca, çizgilerime baktıkça daha çok seviyorum geçmişimi, tecrübelerimi ve sevdiklerimi.

Pişmanlık odamı uzun zaman önce boşalttım. Orası hep boş kalacak çünkü bütün yaşadıklarım, şimdi beni ben yapanlar. Onlar olmadan bu kadar farkında olamazdım. Hayatımdaki her olaydan dersler çıkarırım ve hepsinin bana başka bir olguyu öğretmek, beni büyütmek için geldiğini bilirim. O yüzden pişman olacağım şeyleri yapmam, yaptıysam da boşuna vicdanımla savaşmam.

İnançlarım, beni ayakta tutan temelimdir. Büyük bir deprem görmezlerse, kolay kolay yıkılmazlar. Aşka olan inancım yüksektir örneğin ama ilişkiler için aynı şeyi söyleyemem. İnsanların kalleş olabileceği, sırtımdan vurabileceği ihtimalini cebimde tutarım.

İşin özü, bu mektubu sana şunun için yazıyorum; yorgunum! Üstümde yılların tozu, kiri var. Senden sihirli bir değnekle dokunup, beni baştan yaratmanı beklemiyorum. Zaten bunu istemem de, aynı yoları bir daha yürüyecek gücüm yok. Senden tek beklediğim, eline kovayla bezi alıp, şu tozu silecek kadar cesaretli olman. Üstelik buna değeceğini göreceksin çünkü üstü kirlenmiş olsa da, bu bina zümrüt ve altınla yapıldı. Güneşi gördüğünde parlayacaktır.



Sims.

Tuesday, June 25, 2013

Dost değil Sevgili, Sevgili de değil Dost gibi..




Hiçbir zaman şanslı bir insan olmadım.

Yapmak istediklerim asla zamanında gerçekleşmedi. Istediğim şeyler olsa bile mutlaka beni inanılmaz üzdükten sonra oldu, sonra bir baktım ki, üzülmelere alışmışım, hatta hayatta en iyi yapabildiğim şey olmuş üzülmek. Her istediğimi yapan ancak bunun dışında bana bir şey katmayan, asla yaranamadığım insanlarla yaşadıktan sonra beni bu kadar üzen, huzursuz edenin onlar olduğunu anladıktan sonra, hep kaçmaya çalıştım. Ne kadar başarabildim bilmiyorum. Tek istediğim onlardan her türlü uzak olmaktı. O yüzden kendimi kapattım, anlattıklarımı sınırladım. Dersler dışında konuşmadığım insanlarla aynı ortamda bulundum, bulunmaya tahammül ettim daha doğrusu. Sevmeyi uzun zaman önce bıraktım ama nefret etmiyorum da. Planlarımın hiçbirini değiştirmedim..

Aslında bu benim hakkımda olmamalıydı ama işte anlatmam gerekiyordu aslında o kadar da iyi biri olmadığımı. Sevdiğim şeylerin sayısı giderek azalıyor. En çok güvendiğim insanın beni birden bırakmasından sonra ise, kimseye tam anlamıyla güvenmiyorum. At boku gibi yolun ortasında kalıverdim. Ama bazen her seyi kontrol edemiyorum, değişimden bu kadar korkmama rağmen bazen birini her şeyden çok sevebiliyorum. Aslında aynı şekilde düşünüyoruz ya, bu çok tehlikeli, biri için her şeyi feda edebilmek, her şeyin mümkün olduğuna inanmak, birine bu kadar değer vermek. Birinin seni iyileştirecegine inanmak? Bu ise en zoru.

Aslında ne kadar paramparça olduğunu bilmeyen birine, her şeyini anlatıyorsun, ondan bütün yüklerini almasını, seni iyi yapmasını bekliyorsun. Kimsenin yapamayacağını çok iyi bilirken onun yapabilmesini istiyorsun. Sanırım uzun süredir tek uğraştığım şey, birinin yıktığını başkalarının tamamlamasıydı. Her seferinde daha da üzüldüm. Ama bu sefer, uzun zaman sonra, tek istediğim şey onun iyi olmasaydı. Ona iyi gelebilmek, her şeyi daha da kolaylaştırabilmek. Başarılı olabildiğimi ise, pek sanmıyorum.
En yakın arkadaşım dediğim insanı en uzağımda buluyorum.

Simdi düşününce elimden gelen her şeyi yaptım gibi geliyor, oysa daha çok başında değil miyiz her şeyin. Onun için yapacağım daha çok şey olduğunu biliyorum, ağlamalarımda yanımda olamasa da orada olmayı her şeyden daha çok istediğini biliyorum. Hatta şu aralar, beni en çok mutlu eden şeyin bir yerlerde hala var olduğuna inanmak.

Hiçbir zaman şanslı bir insan olmadım diyorum hep.Ama bazıları var , bunun tam tersini kanıtlıyor bana, iyi ki var, iyi ki yanımda diyebiliyorum. Hem yara bandım hem yaram..

zaman-kader-kısmet üçlüsünden nefret eden biri olaraksa şimdi, ben her şeyi zamana bırakmayı seçtim. evet, böyle yaptım, yapıyorum çünkü artık elimden bir şey gelmiyor. mutsuzluğu taşımaktan bıktım. mutsuzlukla mutlu olan biriydim eskiden, şimdiyse hiçbir şey hissetmiyorum gibi. en azından başkalarına göre. yeni tanıştığım insanlar dünyanın en rahat en sorunsuz en duygusuz en sakin insanı olduğumu söylüyorlar artık. katı ve ketum izlenimini silmişim demek ki. aslında ben istedim böyle düşünmelerini. en yakın arkadaşımdan darbeyi yedikten sonra, yakınlarım olsun istemedim. yeni bir şehirde yeni bir hayata başlarken ise beni böyle görmelerini tercih ettim, bana imrenmelerini seçtim. kimseyi özelime sokmadan herkesle beraber olmayı istemiştim.

Şu an hissettiğin her ne ise, tamamen geçici. Birazdan aynı şekilde hissetmeyeceksin anlamında söylemiyorum ama, karşındaki de aynı duyguyu hissediyor diyorum. Belki saçma sapan bir nedenden üzüyorsun kendini, belki değmeyecek birine ağlıyorsun, belki tamamen zoraki cevaplar veriyorsun, ben seni anlamıyorum. Ama ne hissettiğini görüyorum
. İstemiyorsun sanıyorum. Ben de öyle hissediyorum. İkimiz de paralıyoruz kendimizi boş yere. Ya da sen tamamen alakasız bir şeylerle uğraşıyorsun, şu an burada olmak istemiyorsun. Ama ben senin yanında olmak istiyorum ya. Tek istediğim, senin yanında olup derdin her ne ise onu çözmek. Beraber. Sen istemiyorsun. İstemiyorum da demiyorsun. İtiyorsun. Kırıyorsun. Çözümünün bu kadar basit olduğunu bildiğin halde süründürüyorsun. Umursamıyorsun. 
Karşındaki için dünyalar kadar anlam içeren bir şeyi hiç siklemiyorsun.
 Birden söylemek yerine acı çektiriyorsun. 
Öldürüyorsun. 
Sonra durup baktığında gördüğün kişiyi tanıyamıyorsun.


" bir sancı içimde nefes almak istiyorum,
 bana ne olur gücenme bırak beni kendi halime " 


 Uzak kalamamaktansa uzaklaştığım insanlar oluyor. Biraz daha kendim olabilmek, biraz daha yalnız olabilmek için. Bir süre sonra herkes bir parça koparıyor çünkü, herkesle biraz daha eksiliyorum. Zaten o yüzden uzaklaşıyorum, en çok da kendim olmaktan.



...


Dönmek her zaman için gitmekten daha zor. Giderken bir çeşit heyecan yaşıyorsun, nelerle karşılaşacağından pek emin değilsin. Ama dönerken, bıraktıklarının aynı olmayacağını biliyorsun, değişiklik istemiyor, genelde dönmek de istemiyorsun. Ben istemiyorum. Eve dönmeyi ise hiç istemiyorum. Burda kalmayı hele hiç..

Hiçbir yer evim gibi gelmiyor artık, kaldığım yerlerde belli bir süre sonra olmayacağımı bilmek güvensizlikten başka bir duygu vermiyor. Sahiplenemiyorum, olduğum evi, odayı, yatağı. Bir gün bırakıp gideceğimden değil, bir gün asla senin olmamıştı diye yüzüme çarpılmasından da. 
Çünkü böyle yaşıyorsan, sahip olduğun şey genellikle bir bavul dolusu eşyadır. 

İnsanlar senin kullandığın bavulla sadece tatile gidebilirken 
sen bütün hayatını sığdırmaya çalışırsın. 

Mutlaka bir şeyler eksik, yarım kalır. Unutursun, insanlar sorumsuz olduğuna kanaat getirirler sırf bu yüzden. Oysa bir yerlere izini bırakmaya çalışırsın sadece, bir gün unutulacağını bu denli içten bilirken. Genelde elinde kalan bir avuç anı olur, artık geçmişten başka ortak bir şey paylaşmadığın insanlarla. Bazen geçmiş bile yeterli olmuyor hatta. Çünkü geçmişin ortak özelliği herkesin onu kendince hatırlaması veya hatırlamamasıdır.

Şimdi huzursuzum. Herkes ne zaman döneceğimi soruyor, bense onları yalan söyleyecek kadar bile sevmiyorum. Yalnızlığı seviyorum. Onlara katlanmak değil, uzaktan bakmak istiyorum. Onlardan biri olmamak için, oraya dönmeyi hiç istemiyorum..



...





-Oturdum, bir buçuk saat ağladım. Gözlerim o kadar şişti ki, bir süre açamadım.
+Değdi mi?
-Hiçbir şeye değmediği için ağladım sanırım.

Kimse yok bugün. Aslında kalabalık buralar ama kalabalığın içinde ki yalnızlık işte yatağıma geçtim, gece lambası yanıyor..Klima bana kış yaşatıyor, kalkıp kapatmaya üşeniyorum.Yorgunum..Bir şeye odaklanıp, onu düşününce inanın sonu gelmiyor. Diyorsun ki; “Nasıl ya, nasıl?” Biri çıkıp, “Bundan dolayı” diye başlayıp, günlerce anlatsa yine tatmin olmuyorsun. Görmen gerekiyor. Hatta bazen koca bir hiç göreceğini bilsen bile, görmen gerekiyor.

Tam anlamıyla söylemek gerekirse, suratım şu an karşımda duran duvardan farksız

Körpe bir beynin, sizi avucunun içine aldığını sanması ve aptal yerine koymaya çalışması kabul edilemeyecek bir durum. Yedisinde de körpe, yetmişinde de körpe olacak bir beyinden bahsediyorum. Bu, durumu daha da kabullenemeyecek bir hale getiriyor hak verirseniz. Ve bunun aksini kanıtlamaya çalıştığınız an, yüzde doksan dokuz bir oranla yürümek istemeyeceğiniz bir yola adım atıyorsunuz. İnanın, o yolun sonu gelmiyor. Her adımda da sonu olmayan bir yola girdiğinizi anlayıp, görmek istemeyeceğiniz şeylere inatla bakıyorsunuz. Belki biraz canınızı sıkıyorsunuz. Hadi birkaç damla gözyaşı da olsun. Kafayı yeyip, manyak gibi hareket etmeyi saymıyorum tabii. Yine de içinizde kalan o bir gıdım sevgiyi avucunuzun içinde tutmaya çalışıyorsunuz. Nasıl oluyor bilmiyorum ama onu da avucunun içinden çekip alıyorlar. Buna karşılık geri de bırakıyorsun her şeyi, tekrar her şeyin olmak istiyorlar. Yalvarıyorlar, ölüyorlar belki. Dünyayı kollarının arasına alıp karşına geçseler bile mutlu olmayacağınızı bildiğin halde dayanamayıp “Tamam” diyorsun. Film başa sarıyor. Bu filmi sekiz defa izleyen biri olarak söylüyorum ki, hiçbir şey değişmiyor. Ne kadar ağlasanız da, yırtınsanız da. Ölü bir beden gibi. Unutmayın, ölü bir bedenden asla canlanmasını isteyemezsiniz.

Şimdiyse canımı sıkmam gereken tek şey var. Suratına bile sıçmayacağım kadınlarla adamlarla zamanında muhatap olmam gibi. Ya da sıçmayıp götlerini hiç uğruna kaldırmam gibi. En iyisi boş vaktim kaldığı zaman, ikisine de üzülerek hepsini aradan çıkarmak.


Az önce
Camdan bakıyordum..
Bir erkek ile bir kız arasında olan uçurumu birleştiren çok ince bir çizgiyi farkettim
Eller..
İki el ne kadar güven sağlayabilir ki, o iki el sana nasıl arkanda kocaman bir duvar varmış hissi verebilir ki
Bugüne kadar en saçma buldugum olayın aslında en ihtiyacım olan şey olduğunu farkettim
En sıkıcı en gereksiz bulduğum şeyin aslında sahip olduğum her şeyi gereksiz kılabileceğini farkettim

Sevgili..??
Kulağa çok komik geliyor hala, ısrarla olmasa da olur diyorum da,


Bir sevgilim olsun istiyorum; ama sadece sevgilim olmasın. Yeri geldiğinde abi diyebileyim ona, yeri geldiğinde baba, yeri geldiğinde oğlum, yeri geldiğinde en yakın arkadaşım
.Benim bir abiye ihtiyacım var aslında. 
Yol göstersin istiyorum..

  Sadece baş başa değil, arkadaşlarımızla buluştuğumuzda biraz geçtikten sonra beni o ortamdan kaçırmak istesin mesela, kaçamak bakışlar atsın, konuşurken gözlerimin içine kaysın gözleri, bana takılsın ortamda sinir etsin deli etsin. Sonra yanıma gelip tek kolu atsın omzuma, çeksin kendine ”şaka yaptım” desin gözlerinin içi gülerek. Sonra sadece bir yerde oturup, bir şeyler içmeyelim, hiç sinemaya gitmeyelim. Kartopu oynayalım parmaklarımız soğuktan uyuşana kadar, kahkaha atalım yağan karların altında, yağmurda yürüyelim, koşalım. Yağmurda kovalasın beni. Ben onu ittireyim yere düşşün sonra kıyamayıp kaldırmak istediğimde elimden çekip bu sefer o düşürsün beni. Sonra bıkana kadar öpsün, nefes aldırmadan. İç çamaşırlarımıza kadar ıslanalım. Maçlarına gideyim, izleyeyim onu. Beni gördükçe hızlansın. Attığı sayıları bana yollasın.   Hep değil, şımartsın arada bir arkadaşlarımızın yanında. Ben ağlayınca dursun dünya onun için. Ellerim titreyerek ”kötüyüm” diye mesaj attığımda sadece ”noldu?” demesin, normal biri gibi. Arasın, dinlesin.Hatta koşup gelsin. Yanında ağladığımda susturmasın, ağlayıp rahatlamamı sağlasın. Onunlayken dursun zaman.Durdurayım zamanı.Oyun oynayalım, muhtemelen bana fark atar her defasında sırf üzülmeyeyim diye kendi kalesine gol atsın.

 Gıcık olsun sinir etsin mesela belirli bi kalıbı olsun o kalıbı benimle doldursun.   Utanma, çekinme olmasın. ”Yoruldum” dediğimde hop diye kucağına alsın sokağın ortasında. Ben ağır geliyorsam onu alayım kucağıma.”Bırak biri görecek” dediğimde gülüp ”Görmeeeez” desin. Serseri deyip gülelim birbirimize..Sonra zorla iniyim kucağından. Yine gülsün o sıcacık gülüşüyle ısıtsın içimi. Sonra öğlen uyuyalım aynı yatakta o düz yatsın, ben sarılayım ona. Baksın, gülsün yine hayaller kuralım. Sonra sırf bir erkekle konuştum diye bağırsın saatlerce kızsın ama parçalayıp atmasın. Onu kızdırdığımda kolumdan tutup gidiyoruz diyebilsin. Sahiplensin, benimsesin beni. 
Ayrı olan bir şey olmasın hayatımızda, ayrı ayrı 2 vücut ama tek bir ruh olalım
O telefonunu çantamda unutsun. Günlerce bende kalsın, ona öyle güveneyim ki bir kere açıp bakmak gelmesin içimden. Hayatındaki diğer kızlardan ayrı olduğumu hissettirsin bana. Ona yaklaşan bir kıza ”benim güzel bir sevgilim var ve ben ona aşığım” diyebilsin. Ben varken kimseye ihtiyaç duyamasın. E böyle olunca trip, kapris, küsmeler azalsın ve benden sıkılmasın hiçbir zaman. Sıkılıyorsak eğer sıkıldım git biraz bensiz arkadaşlarınla takıl diyebilelim. Büyük bir güven olsun. Her zaman sadık kalsın. Birbirimize yalan söylemeyeceğimize söz verelim. 
Diğerleri gibi evlilik hayalleri kurmayalım anı yaşayalım. 

  Evcilik oynayalım. Kendimize göre nikah masasında ”eveeet” diye haykıralım. Herkes bizim gibi biz herkes gibi olmayalım . Vurup vurup yıkılmayalım . Çocuk kalalım. 
Ortak yönlerimiz olmasın birbirimizden yeni şeyler öğrenelim. 
Ben Ice Age seviyorken o Fight Club ı seviyorsa bu ilişkide bir terslik yok 
tamda olması gerektiği gibiyiz.
Tartışalım saatlerce .   



Anlatmak istediğim                                                                                                           


ve

INANINCA YAPABILIYOR, 
ISTEYINCE SEVEBİLİYOR, SEVİNCE OZLEYEBILIYORSUN. 
SENEYE GÜNÜ GÜNÜ SEVECEĞİM
İYİ TATİLLER ASKIM
                                       
                                                                        Simge Ayfer.


Saturday, June 22, 2013

Tenefüste Baktım Hocam, Benim Dünyam Bu Değil


İnsan kaçıp gitmek istediği anlarda böyle bir şarkı duyunca bir sürü hayal kuruyor.
Ama bir sürü.



” Ver elini güzelim 
Gidelim buralardan, 
Gidelim yalansız bir yere. ”


Ama çoğu şey hep hayalde kalıyor. Başka insanlar her ne kadar durumu değerlendirirken çok rahat olumlu yorum yapabilse de, sana soğuk davrandığı tek dakikada bile her şeyi unutup, suçu ona atabiliyorsun.


Ama buralardan gitme fikri her zaman huzur verebiliyor. Söyleyen kişinin kim olduğuna göre huzur verme oranı da değişiyor tabii. Benimkiler genelde en yüksek seviyede oluyor. Ama uzun sürmüyor ayılmam. 


Sonu gelmeyecek hayale fazla kapılmak da doğru değil. Sonunu nereden mi biliyorum ? Hissettiriyor. Ama neyse. Bunları düşünüp sıkılmamak gerek. Hayal kurmak bedava.

“Gidelim yalansız bir yere..”


Duygusuz biri değilim, duygularım yokmuş gibi davranabilmeyi öğrendim.






Tuesday, June 11, 2013

dgko


Hayata Yetiş


Biraz kendime terapi uygulamam lazım. Onun için en iyisi yazmak ve net bi şekilde kendime bunları görme imkanı tanımak sanırım.

Önümde belirsizlik var. Beni bekleyen hayata dair hiçbir fikrim yok. Değişmek zorunda olduğumu biliyorum sadece.
Bu çok korkutucu. Işığı kapalı olan bodruma inmek gibi. Ama bazen, her ne kadar karanlık da olsa o merdivenlerden inmek gerekiyor. Çok ürkütse de inip o ışığı açmak gerekiyor işte.
 Çünkü aradığın orada olabiliyor.
Ve ben bunu yapmaya mecburum. Mutluluğu kendime borçluyum. 
Ben bunu hakkettim. 
Hepimiz hakkettik.
Bazen sadece kendi iyiliğin için gemileri yakman gerekiyor.

İnsanların hayatında zor dönemler olur. Bu normaldir. Hiçbirimiz harika yaşamlara sahip değiliz. Herkesin kendince dertleri var. Bir değirmen misali hayatlar yani. Bi yukarıda, bi aşağıda. Böyle olunca konuşmak lazım. Çünkü içine attığın zaman bilinç altın zayıfladığın ilk anda patlıyor, yukarı doğru fışkırtıyor her şeyi. Neyse. Bunun farkındayım. Çok şeyin farkındayım. Belki de temel sorun budur. Bilemiyorum.
Sonuç olarak farkında olduğum için konuşmayı denedim herkesle. Yakın arkadaşlarıma hatta normal arkadaşlarıma bile anlattım durumumu. Şöyle bir şey var ki uzaktan bakıldığında net olarak “işte bu” dedirten bir sorunum yok.

Ama birbirinin üstüne binen ve yaklaştıkça görünen o kadar çok şey var ki..
Hani dünyanın bir yerinde kelebeğin kanat çırpışı diğer ucunda kasırgaya neden olur derler ya, işte o kanat çırpışlarının neden olduğu bütün doğal afetler silsilesi var içimde. Hangi nesneye baksam bir anıyı, hangi sesi duysam bir başka günü düşünüyorum. Anı yaşamak falan derler, demesi kolaydır çünkü ben de çok derim. Ama galiba son zamanlarda en çok yadırgadığım insan tipi olan “geçmişinde yaşayan” insanlardan oldum. Çünkü durup dururken söylediğim tek söz var
“Yalnız, ne kadar mutluyduk ya.”

İnsan bir şeyi kaybedince onun sadece iyi yönlerini hatırlıyor. Daha önce de yakın arkadaşlarımın ölüm acısına ortak oldum, daha önce de güvendiğim insanlar tarafından yarı yolda bırakıldım, daha öncede kavgalar ettim, daha önce de kendimi işe yaramaz hissettim, daha önce de yalnızlığı yaşadım hem ruhsal hem fiziksel olarak, daha önce de özlediklerimle konuşamadım. Yani dediğim gibi hiçbiri tanıdık olmadığım şeyler değildi. Ama şimdilerde ilk defa keşke diyorum. “Keşke bunların hepsi yabancı duygular olsaydı. Keşke hepsini ilk defa böyle tatmış olsaydım. Keşke ne yapacağımı bilemeseydim. Keşke aptala dönseydim o an, keşke hayatımın bittiğini sansaydım.” Çünkü bir acıdan daha kötü olan tek şey o acıya alıştığını fark etmek. Atlatma süresini bilmek, yaşanan olayların sırasını tahmin edebilmek ve bu konuda yanılmamak.
Üst üste gelen çok şey oldu. Bu olaylar zincirinin daha ilk basamağında çok güvendiğim, her şeyi anlatmak istediğim insanı kaybettim. Kaybetmek kavramı nedir, ne anlamda kullanırsınız bilmem ama ben hayatımdan çıkardığım her insanı kaybetmiş sayarım kendimi. “Onlar beni kaybetti” gibi egosal cümlelere girmem. Çünkü sonuçta ben zor dönemimde sığınabileceğim bir limandan firar etmişimdir. Sebebi önemli değil, iyi ya da kötü yönde olması da. Eğer yoksa, kayıptır.

Neyse. Yani daha beter şeyler yaşadığım için bir çok şey en küçüğü ve önemsizi olarak kaldı. Her insanın bi savunma mekanizması, acıyı atlatış şekli vardır. Ben mesela büyük bi sorunum varken onu düşünmemek için başka bir sorunum varmış gibi düşünür sonra onun olmadığına sevinip büyük sorunumu unuturum. Bu sefer de öyle yaptım. Bütün kötü şeyleri ilk kaybıma bağladım. Sanki sadece ona üzülüyormuşum gibi. Sanki tek derdim oymuş gibi düşünmeye zorladım. Yitirdiğim her masumiyet tanesini ona bağladım. Çok daha büyük şeylerle uğraşmaya çalışırken aslında hiçbiri yokmuş da güvendiğim bir kişi hayatımdan gitmiş diye üzülüyormuşum gibi yaptım. Kendimi değiştirmeye yeni huylar edinmeye çalıştım. Kendimi tabularımı yıkmaya odakladım.

Her şey değişti de, bir şu üzüntünün sabitliği değişmedi üstümde. Çok kişiye anlattım. Artık o kadar çok üzüldüm ki bana “Yeter” dediler. “Yeter, üzülme” olan cümleyi “Yeter, anlatma” olarak anlamayı tercih ettim. İçime atmaya başladım. Kaçamadım. Yani kaçtım elbet. Bilincimin bulanıklaştığı ilk anda yine her şeyi anlatmaya başladım, her şeye ağlamaya başladım. Kendimde görmeyi istediğim değişim bu değildi ama elimde olan buydu. Sonra bi şarkıyı duyarsın bi gece. Yani afedersiniz ama şarkılar çok orospu çocuğu arkadaşlar. Ben her şeyi kabul edebilecekken ortaya çıkan tek şarkının “Bak bak, hatırladın mı” ayağı yapması hiç hoş değil. Ama hatırladım. Önce her şeyin en başını, sonra işlerin karmaşıklaşmasını.

Sayı doğrusunu bilirsiniz. Her şey sıfırla başlar sonra binyediyüzellibeşlere kadar gider. Sıfır noktasında her şey ne kadar netse binyediyüzellibeşlerde her şey o kadar karışıktır. İşte son zamanlarda hayatım binyediyüzellibeş çevresinde geçiyormuş gibi hissediyorum. Ve ne zaman böyle hissetsem bütün sorun sanki ilk veda ettiğim kişideymiş gibi hissedip bütün suçu ona atıyorum.
yıpranıyorum.
Ben kendimi değiştirmek için elimden geleni yapıyorum. Kendimi analiz ediyorum. Her şeyi net olarak görmeye çalışıyorum. Ama şarkılar hâlâ çok orospu çocuğu.

Sözü olmayan , patlayan şarkıları dinlemeyi tercih ediyorum çünkü sen nereye çekersen oraya gider o şarkılar, ama bazen bir taksi bir dolmuşta ya da bir mağazada illa ki duyarsın ağzına sıçan şarkıları..Sonra dinlersin ama sadece dinlersin hem sen öyle aşklı meşkli şarkıları sevmezsin ki
sen aşkı sevmezsin..