Burada da hiç merak etmeyeceğiniz fotoğraflar paylaşıyorum

Instagram

Monday, September 29, 2014

999. Gün

Yıllar geçiyor üzerinden, ben eksildikçe sen tamamlanıyorsun.
Yaşanmamış, yaşanması gereken onca şey varken sen gidiyorsun.
Sen öyle bir gidiyorsun ki tüm beklentileri rüzgarınla uçuruyorsun.
Sen öyle bir gittin ki tüm yaşanmışlığımı, çocukluğumu eskittin.
Göz kapaklarımda dolanıyorsun,
Yokluğunun ilk zamanlarında içim sadece cız ediyordu
Gidişin o kadar gerçekçi olmaya başladı ki ben bu gidişin yükünü kaldıramıyorum
Sen öyle bir gidiyorsun ki ben geride bile kalamıyorum
Bir ışık yakmak istiyorum bize, görmek istiyorum o aydınlıkta seni
Ben bize ışık yakarken seni bir başkasıyla gördüğümde
Sen benim hayatımın elektriklerini kesiyordun, azalıyordum
Arka sokaklarım, dönüş yolum, bölünmüş uykularımda hep sen varsın
Yeniden sevmek gerek diye her dirilişimde varlığınla yokluğun arasında sıkışıp kalıyorum
Seni unutmamı söylediğin her aklıma gelişinde seni daha çok sevdim ki ben
Kalp öyle bir boş kalıyormuş ki, yıllarca seni eskitemiyormuş



Sana ulaştım sanıyorum ama fark ediyorum ki yaklaşamamışım bile. Ne çok özledim oysa. Bazen yakınında bile değilim, dokunamıyorum, iyi gelmiyorum. Bazense kendin geliyorsun, ben tam yokluğuna alışıyorken, böyle bir şey mümkünse eğer. Yoruluyorum, pes ediyorum, ağlıyorum. Sonra yine senin için üzülürken buluyorum kendimi. Seni sevmek hiç kolay değil ama, senin olmadığın bir ben düşünmek en zoru gibi bazen. Tam olarak bu yüzden bizden vazgeçemiyorum işte, sen olmadığın zaman kendimi sevemiyorum.işin gerçeği sen hiç benim olmadın
seninle ben hiç -biz olmadık..



Hayatımın koskoca üç yılını varlığıyla yokluğu arasında kaldığım bir insan harcamıştım
Hayatımın en deli , aşk ve gelecek kapısı en açık yıllarında tüm yollarım ona çıktı
Gelen her mutluluğu itekledim
Onunla gelebilecek tüm mutsuzluklara razıydım
Her gece
Her nefes alışımda
onu anmıştım
..

Başka yüzler denedim başka kokular çekmek istedim içime, içim onları almadı
Üzdüm, hiç üzmek istemezdim. Benimseyemedim yanı başımda olanı beni mutlu edeni
Sorana "yok ya benim sevmelerle işim olmaz" dedim
Onun üzerine kurduğum hayalleri bi başkasında nasıl yaşabilirdim ??
Dostum,Babam,Abim,Kardeşim,Ruhum dediğim insanı siliyordum ama izi kalıyordu sayfalarda
Sonra üzerinden geçiyordum pişman olup, böylece daha çok kazındı ruhuma
Giden biri *  canınızı yakmasın.. 
İnanılmaz acıtıyor, nefes alışların göğüs kafesini iğneliyor


Eğer beni hala sessizlikte dinliyorsan, yerime geçip ben ol..
Sen yalan söylemezdin
Yanılmıyorsam..
Benim her gece hayal ederek tuttuğum o ellerini şuan reelde tutan kişi çözüm değil..


...

Şimdi huzurlu bi şekilde aklımın yüzde doksanını doldurduğum -seni-
Bir gün karşılaşmak dileğiyle rafa kaldırıyorum
Belki tozlanırsın..

                                                                                                                                                          Ö*



Friday, September 26, 2014

Anomali








  Anomali bir hayat yaşadığımızı düşünürüz çoğu zaman.Başkalarının standartları dışında kalp acıları çekeriz.
İşler pek de yolunda gitmeyebilir.Güne güzel başlarız bazen, gün gerçekten bizim için aymıştır.Güzel bir mesaj alırız hiç beklemediğimiz bir anda, gece biz uyurken telefonumuza sayısızca bildirim gelmiş olabilir, like almak ve ya yaptığımız bir kuponun tutması biz gece uyurken bize ulaşmıştır belki de.Uyandığımızda bütün bunların sevinci ile günü aydınlık başlatırız.Günlük telaşlar alışkanlık haline getirdiğimiz acıları unutturmaya yeterlidir.Haftalarca evden çıkmayışların sonudur bu bizim için yani beyin "Sokakta Hayat Var" der ve kendinin hunharca kapıdan dışarı atarsın.Alt komşu Nevzat Hoca yine iş peşinde seni kapıda yakaladı ve lafa tuttu o kadar mutlusun ki söylediği her şey sana iltifat ediyor gibi.Onu eskiden yaptığın gibi atlatmaya çalışmıyor ve can kulağı ile dinliyorsun.Sen mutlusun ya o da mutlu olsun işte.Her şey bıraktığın gibi, köşede ki tekel bayi yine tıkırındadır, mahallenin kedileri hala ciğer peşinde ama Kasap Nuri Amcanın ciğer vermeye hala pek niyeti yok gibi.E o da ekmek kazancında neticede.Yani anlayacağın pek anomali kalacak bir durum yok aslında hayat içinde.Her şey bir düzene sahip ve o düzen tekerrür içinde.Ama hani o dakikalarca beklediğin otobüs gelmez ya hani işte o an kara bulutlar birden gün aydınlığını örtmeye yeterlidir.Hatta tam sen taksiye binersin otobüs gelir.Cebinde ki iki kuruş paranın hesabını yaparsın.İşte o zaman sen anomaliler sürüncemesine girer orada takılı kalırsın.

Hayatımızda bazı dönemler oluyor. Çok kısa sürüyorlar: 1,2 hafta falan. Ve geçip gittikten sonra ne kadar mutlu olduğumuzu anlıyoruz. Biraz zayıfladığımız(bazı insanlarda ise tam tersi) kendimizi iyi hissettiğimiz, güzel bir kitap bulduğumuz ve onu okuyabildiğimiz, iyi bir grup ya da albüm bulup dinlediğimiz ne bileyim böyle her şeyin olması gerektiği gibi; olması gerektiği yerde olduğu dönemler bunlar. Mutlaka da güzel bi konser olur o dönemlerde. Bir kızı ya da erkeği kestiğimizde karşılık alırız. İçtiğimiz her bira güzeldir bu dönemde. İçtiğimiz her dal sigara lezzetlidir. Elimizi attığımız her işi başarabiliriz. Birkaç kez olur böyle sadece... Hep düşünürüz sonra işlerimiz amma iyi gitti bu aralar diye. Sonrasında mutlaka bir şeyler olur ve bozulurdu. Hayatımızda hep o dönemleri yakalamaya çalışırız. O şartları oluşturmaya çalışırız. Ama kestiğimiz kızlar,erkekler bakmadı, bira acı geldi, sigara genzimizi yaktı. Kitapları yarım bırakıp, çalan şarkıların sesini kıstık...Her şey aynı yerinde, her şey doğru yerinde..Ama farklı olan ne bilmiyorum. Biz her şeyi doğru yerine koyduk ve denemeye devam ettik.

ama bir akordiyon sesi bütün acıları yok etmeye değdi..





Saturday, September 20, 2014

Anzarot





Uzun zamandır yazmak için oturmak istiyorum. Ama sanırım sorun benim oturmamam değil, düşüncelerimin oturmaması. Kafamın içinde o kadar fazla ses var ki onları duymamak için müziğin sesini sonuna kadar açmaya başladım son zamanlarda. Üstelik çoğu zaman şarkıyı duymak için bir kulaklığa ihtiyacım bile olmuyor artık. Her şey kafamın içinde olup bitiyor. Hep olduğu gibi ve korkarım hep olacağı gibi.

Bavulu sırtında yaşamayı seven biri olmadığım halde, bavul sırtta gezen biri oldum. Soranlara, böyle olması gerekti diyorum. Asıl cevap değişikliği sevmediğim halde, bir şeyleri bulma çabasına girmem.

Evet, inanılmaz zor geliyor şimdi taa İzmir e gitmek. Oradaki sevdiklerimin sayıca fazlalığı bile yetmiyor şimdiki üzüntüme. 10 gündür sorumsuzca yatıp eğleniyorken, bekar ev hayatına alışmak, 50 metrekarelik odada vakit geçirmek çok zor. Bavul hazırlamak, yardım için anneye yalvarmak ise en zoru.

Ama şimdi düşününce, bu kadar tatil çok fazla. Yani bir insanı bu kadar süre kendiyle baş başa bırakmamalı kimse. Sürekli düşünüp, aldığın kararları gözden geçirmek zorunda kalıyorsun, yani en azından ben öyleyim. Ruh halimin değişimi de bu yüzden olsa gerek. Ilaçlar sadece bir şeyleri/birilerini takmamama yardımcı oluyorlar.Ama ya çoktan yaptıklarım? Pişman olmak değil de, olup olmadığımı anlamaya çalışmak yordu beni.

Yine konudan saptım, konum olmamasına rağmen. Düşündüm dedim ya, şu an yaşadıklarımın, hayallerim veya işte gerçekten yaşamak istediklerimle alakası olmadığına karar verdim. Ama daha kötüsü, doğru düzgün bir hayalimin olmadığını fark ettim. Kimlerle nerelerde ne yapıyordum bilmiyorum, ama herkes bir şeyler için çabalarken ben bencilliklerimden baska bir şey görmüyorum şu aralar.

Keşke daha farklı olsaydı demeyeceğim, olamazdı çünkü. Bunun için özel olarak suçladığım insanlar var, onları asla affetmiyorum. Simdilik yavaş yavaş yok oluyorum. Gerektiğinde bunun için de bir şeyler yapacağım.


Onlara mahvedişleri için de teşekkür etmeli miyiz?

Affetmek kavramı hayatımın çok büyük bir alanını kaplar hale geldi. Herkesi affettim demiyorum ama çok şeyi affettim. Ya da göz yumdum. Bildiğim şeyleri bilmiyormuş gibi, yaşadığım şeyleri yaşamamışım gibi yaptım. Ki bu benim olduğum kişi değildi. Bu benim meşhur kinci yanım değildi. Sanırım en sağlam yanım olan kötü tarafım büyük hasar almış durumda.

Bir rüzgara kapıldım gidiyorum
sonu hayır mı şer mi bilemiyorum...


İnsanlar konuşurken bir şeyleri tarihe bakınca fark ettiklerini söylüyorlar, imreniyorum. Ayın 8’inde 6 yıl olduğunu fark ettim diyorum ben sadece, bugün 15’i demek ki 2 hafta olmuş diyor bir başkası, sadece bakıyorum. İnsanların zamanla birlikte ilerleyebilmesi mükemmel bir şey. Bense uzaya fırlatılmış tenekeden bir roket gibiyim. Her dönüm noktamda bir parçamı kaybettim. Kaybetmeye de devam ediyorum geriye ne kaldıysa. Ufacık olmuş hissediyorum, kaybolmuş hissediyorum ama olduğum yerde duruyorum. Yani sanırım bende değişmeyen tek şey hâlâ kendi başıma tezatlıkların başkenti olmam.

Siz denize girmek, suya kendinizi teslim etmek, yüzmek ya da denizin kenarında oturup ayaklarınızın kuma gömülmesini izlemek hakkında ne düşünürsünüz bilmem ama bunlar bana en çok düşünme ve kendi kendime kalma imkanı veren aktiviteler olduğu için, ben oldukça seviyorum. Geçenlerde de denizin sahille birleştiği noktada oturup bütün her şeyi kafamda tekrar yaşadım. Orada ne kadar oturdum bilmiyorum, bir saat de olabilir bir hafta da. Zamanla birlikte ilerlemeyi bıraktığımdan beri kafam çok karışık. Sonuç olarak uzun uzun düşünmek bana bir çıkar yolu göstermedi. Uzun uzun yazmak da öyle. Zaten bir şeyleri uzun uzun yapmak ne zaman neyin çözümü olabilir, onu da bilmiyorum. Tek bildiğim şey dönüşümlerim yanlış yöne sapmaya başladı.

Ben yoruldum! Söyle senin gücün var mı hala..


İnsanların yüzünde mahcubiyet ve hassaslık görmek istemiyorum artık. Sanırım beni en çok yoran şey bu. Birinin bana karşı boynu eğik durmasına tahammül edemiyorum, suçu olan benmişim gibi. Hep kalpsiz olan olduğumu bilmek istemiyorum. Bu gerçeği yok saymak istiyorum. Sanırım herkesi affetmeyi bu yüzden çok istiyorum.

Çoğu zaman olduğum kişiden memnun değilim ve çoğu zaman da bunu değiştirmeye gücüm yok. O yüzden her zaman en iyi bildiğim şeyi yapmaya devam ediyorum. Sürekli gülüp, ciddi olaylardan bile komik bir şey buluyorum ve hayatı ciddiye almıyorum. Yaşamanın ciddi bir müessese olduğunu iddia edip bütün günlerini doldurmaya çalışan insanı yitirdiğimden beri artık hiçbir şey yapamıyorum.

Thursday, September 11, 2014


Büyümek ve daha fazla uyumak istemiyorum.
Büyümenin gerektireceği hiçbir şeyi yerine getirmek istemiyorum.
Bedenim ve yaşım büyüdükçe kalbimin daha güçlü olması gerekmez miydi?
Süt içerken güçlenecek olan sadece kemiklerim miydi anne?
O zaman ben artık süt içmek istemiyorum.




Sahi ne zaman gitti tren?

Başımdan sırtıma ve hatta kollarıma doğru felaket bir ağrı var. Sanırım boynum tutuldu.Onu geçtim,içim tutuldu.

Günlerdir yazma niyetiyle dolaşıyorum, ama klavyemin önüne eğildiğimde "İlham gelmiyor, yazamıyorum" diyorum kendime. Aslında yalan. Daha doğrusu, bahane. Kendime yazma izni vermiyorum.

"Yazmak kendini derin kuyulara bırakmayı gerektiriyor" demiştim aylar önce. Sonra da kendimi bırakmadan, kontrollüce yazabilmeyi dilemiştim o kuyuda. Meğer öyle bir şey olmuyormuş. Arada olmak diye bir şey yok. Düşüyorsan kuyuya, yarı yoldan dönemezsin. Dibe çarpmaktır düşmenin farzı. Yolunu bilerek kaybolmak diye bir şey olamaz. Kayıpsan, kayıpsındır. Hem en fenası kendi içinde kaybolmaktır, çünkü elinde bir haritan bile yoktur geri dönmek için.

İnsan nasıl güçlü, hayret. Her düşüşte omurgasını tuz buz edip sonra yine birleştirmeyi başarıyor. Ama defalarca mahvetmek o omurgayı, sonunda felç olmak demek. Bir müddet sonra bu riski alamıyor insanlar .Gençken herkes aptalca cesurdur, korkmaz hissetmekten ve sormaktan. Sonra o iğneler içine battıkça, yorulur, bıkar, korkar. Uyuşturulmuş filan değildir kimse, herkes bilinçli biçimde hissizleşmeyi seçer.

Hissizleşmemeyi seçenler, bazen de beceremeyenler vardır. Güçsüz derler onlara, bazen tutunamayan derler, ama aslında cesaret işidir bu biraz. Herkes unutmayı seçerken hatırlamak aslında bir güç ispatıdır belki de. Alışmaktansa sormaya devam etmek neden güçsüzlük olsun ki? En korktuğum kelime bu: alışmak. Gitmelere, bitmelere, silmelere, es geçmelere, yitirmelere alışmak.Öğrenmek başka, alışmak başka. Öğrenmek olgunlaşmak demektir, alışmak sıradanlaşmak.Biz ikinciyi birinciyle karıştırdığımız, daha doğrusu kolaya kaçıp yeğlediğimiz için parça parça yıkılıyor bu dünya, anlamını yitiriyor.

O kadar çok şeye alıştım ki.Alışmaya alışmaktan korkuyorum bu aralar.Hissizleştim üstelik.Dünya hali olan hiçbir şeye tepki göstermiyorum.Kimyam bozuldu sanki.Evet tepkime veremiyorum artık.

Biraz da böyle denemek istiyorum ben. Duyguların ardından koşmak, hatta sürüklenmek ve berelenmek de insan ömrünün bir parçası. Ama çoğu zaman unutuyoruz ki, asla tek parçası değil. Aileden, arkadaştan, sevgiliden, dosttan yaralanır insan, bu kaçınılmaz. O yaralar bazen hızlı bazen yavaş, ama bir şekilde iyileşir. Bazen izi kalır, hatırlatır. Hatırlatır ki tekrar aynı yolda tökezleme, kemiğini aynı yerden kırma, aynı taşa takılıp düşme. Tek bir yara izinde kalmak ancak aptallıktır.İnsan vücudu baştan ayağa açık yaralanmaya. Senin yeni yollarda yeni şekillerde yaralanman gerek. Deşecek yeni bir yer bulmalısın sen. Çünkü yaralanmadan koşmaktır aslında en büyük acı.

Dünya nasıl dönüyor düşünsene, nasıl uyumlu Güneşle. Bir yanı hep aydınlık gezegenin, ama asla aynı yanı değil. Zaman geçip gün döndükçe yeni bir yer aydınlanır, mevsimler döndükçe bir başka yer ısınır. Tek bir kıtayı aydınlatmak için durursa dünya, hayat biter. Ağustos sona erdi, mevsim dönüyor, yaz bitiyor. Edebiyatın baş harfini ve tınısını paylaşan Eylül.Ben hâlâ seviyorum Eylül Akşamı şarkısını, yine mırıldanacağım eve doğru yürüdüğüm bir akşamüstünde. Ama tek şarkıyla geçmez ki ömür, harcanmış olur. Artık Eylül'e dair yeni bir şeyler öğrenmek istiyorum ben. Hem söz veriyorum, bu sonbahar uğraşıp yağmuru da sevmeye çalışacağım.

Hayat upuzun bir sohbet gibi. Daima konuşan taraf olamazsın. Bazen için şişer, dolusundur hislerle ve düşüncelerle. Anlatırsın geceler boyu, yazarsın, bağırırsın. Sonra o evre biter. Sen sıranı savarsın. Bu sefer susarsın, dinlersin, anlarsın. Depolarsın, ta ki sıra tekrar sana gelinceye kadar. Uğraşırsın, tekrar konuştuğunda yeni ve anlamlı bir şeyler söyleyebilmek için. İşte ben ikinci evreye geçtiğimi seziyorum şimdilerde. Hani gezersin bütün gün, sonra göklere akşam iner, yorulursun. Harika şeyler yaşamışsındır belki, ya da ömrünün en kötü günüdür.  Her iki durumda da eve dönersin. Isınırsın, yıkanırsın, uyursun, ertesi sabah tekrar çıkmak için enerji toplarsın. 

İşte ben eve döndüm, kendime döndüm. Pencerede yeni bir mevsim var şimdi, hafifçe başlayan rüzgârıyla insanı ürperten, ama eskisinden de dinç hissettiren. Kendime yatırım yapıyorum ben bu mevsim. Kimsenin hiçbir şeyi olmaya takatim de arzum da yok. Kendimin evi, yoldaşı, aşçısı, öğretmeni, öğrencisiyim. Benden bir iki yaş küçük bir arkadaşım benden hayata dair bir öğüt istemişti, ben de "Hayatta güvendiğin, varlığından memnun olduğun insanlar olsun, ama asla onlara bağımlı olma." demiştim. Belki de verdiğim tek doğru öğüttür bu. Kendini kendinle tanımla sen, sıfatlar uçar, yalnız ismin kalır geriye. Ölürken bile böyle bu.

yani diyeceğim şu ki yaşamak için başka bir nefesi hissetmek ihtiyaç değildir.kendi kendinize yetmeyi öğrenin öncelikle.

Bir kısa film hayattan kalan,
Oyuncu olsan yönetmen olsan,
Gördüklerini unutmuş olsan,
Yaşamak bazen sabır ister.


                                                                                                 iyi uykularınız olsun..




Saturday, September 6, 2014

DÜZEN



 Bir şeylerin hayırlısını dilemeyeli epey zaman oldu.Bir şeyler yaşıyoruz ve işler yolunda gitmiyor hiçbir zaman.Eşe dosta anlatıyoruz ve hep aynı tepkiyle karşılaşıyoruz "hayırlısı olsun,hayırlısı böyleymiş." Bir şeyler isteğimiz dışında gerçekleşiyor ve bunun sonucunda neden hep hayırlısını dileyip bu duruma boyun eğip kabulleniyoruz.Böyle yazılmış diye aradan sıyrılıp gitmek ne kadar akla yatkın.Kim yazıyor kim yaşıyor bu hayatı?

  Ulaştığım hiçbir sonuç dilediğim gibi olmadı.Ettiğim hiçbir dua göğe ulaşıp sisteme kaydolmadı.Ben ne istediysem hep aksi oldu.Beklentilerim, belkilerim ve keşkelerimle bu defansta yuvarlanıp gidiyorum.Hasan Sas gibi bir futbolcunun ayağına denk gelmiş de kimseye paslanmıyorum gibi aynı ayak üzerinde devamlı çalımlanıyorum da bütün takımı arkamdan sürüklüyormuşum gibi.

  Eskiden tuttuğum günlük sayfalarına ilişti elim.Günlük demiyorum dikkatinizi çekersem.Çünkü çok meraklı bir annem olduğu için hiçbir zaman günlük tutmadım.Hep sayfalara karalayıp ya katlayıp test kitaplarımın arasına sıkıştırdım ya da yakıp yırtıp attım.Görseniz hepsi ne kadar umut dolu hepsi ne kadar toz pembe.Kurduğum hiçbir hayalin gerçekleşmediği yetmediği gibi içinde geçen kahramanların bile yeri yokmuş artık kalbimde.Bir çocuktan bahsetmişim sayfalarca çocuk için her gün bir yerlere gitmişim çocuğun benden haberi bile yokmuş.Öyle büyülü duygularla anlatmışım ki sanki hiç bitmeyecekmiş gibi.Adını şimdi sorsalar hatırlamayacağım o çocuk bugün ne tesadüftür ki beni facebooktan eklemiş.Anımsayamadım bile.İnan hayat bu kadar şerefsiz işte.Bir zamanlar hayaliyle uyudugun insanı gün gelince anımsayamıyorsun bile.Aşağıda ya da yukarıda bir yerlerde bir kurgu var düzen var ve biz kesinlikle ona göre yaşıyoruz yaşamak zorundayız.Bizim söz hakkımız bile yokmuş gibi.Ama ben bu hikayenin böyle olmasını hiçbir zaman istemedim ki? Düzen bozulmasın diye ben kötüye mi gitmeliyim yani?

   Çok şey yaşadım, büyüdüm. Çok şey yaşadım, beni üzmüş olanlara da anlatmıştım bunları, bunu bile bile beni üzmüşlerdi. Bu yüzden değişim iyi oldu, artık kötü günlerden çıkış kapısı aralamak için annemle konuşuyorum, arkadaşlarıma sığınmıyorum mesela artık ya da dizi açıyorum. Artık daha sağlamım, daha sabit duruyorum. Katı oldum demiyorum, ama kendimi bir insana o kadar da bitişik görmem artık; korkunç bir çaresizliğe gireceğime gerçekçi bir şekilde çözüm bulurum. Neyse, o eski şeylerin bana niye etki etmediğini anladım, çünkü ben çok değiştim, değiştim ben artık. İyi anılarla büyüdüm, hala içimde iyi duygular var belki o günlerden, farkında bile değilim, bilinçaltı gibidir. Ama sanki ben onları yaşamamış gibiyim, internette görsem, yemek yerken karşılaşsam, önümde dursa da sanki ben onları yaşamamış gibiyim. Belki çok zaman geçtiğindendir, belki artık çok takıntılı bir insan olmadığımdan, en azından çabaladığımdan. Ben artık mükemmelliğe de takmıyorum, “Bunu hiç düşünmemeyi dilerdim” de demiyorum bir şey alakasız bir şekilde kafamı kurcalarsa. Onlarla yaşamayı öğreniyorum, onları tehdit olarak görmüyorum, duyguların anlık olduğunu idrak ettim artık. Ve ilerlemek de yeterince güzel. Daha fazla saygılıyım, kendimi işe yarar iyi bir birey olarak hissediyorum. Kendimle olan şu anlaşmazlığım bitti, iliklerime kadar hissediyorum.
Zaten, bunu kaç kere söyledim bilmiyorum ama benim ve aile bireylerimin sağlıkla ve mutlulukla yaşadığı, iştahla yemek yediği her gün ben iyiyim. Sıradan gördüğünüz, sıkılacağınız bir günde ben iyiyim.O yüzden artık basit şeylere takılmıyorum pek.  Sıkıntılı bir durum varsa ama geçiciyse geçmesini beklerim. Yaşamayı sevmek güzel şey. Mesela sevgiliyle ayrılmak üzere olmak; küçükken oynadığım, “Bu oyunda işler rast gitmedi, kapatıp yeni bir oyun açayım” dediğim bir DxBall gibi ama yaşam öyle bir şey değil. Kapatıp yeni bir oyun açayım demek yok. Bu yüzden ilkine karşı toleranslı olabilirim ama yaşarım. Ben ve ailem hareket ettiğimiz sürece her şey yolundadır. Bu yüzden geçmişte kalan şeylere üzülmüyorum. Akut üzüntü elbette olur, takılmamak gerek.

ve unutmadan elbet bir gün ben de mezun olacağım beni yeniden sınıfta bırakan sisteme hayırlısı buymuş demiyorum her yeni başlayan günde sövüyorum sadece sövüyorum.