Burada da hiç merak etmeyeceğiniz fotoğraflar paylaşıyorum

Instagram

Tuesday, November 27, 2012


Hani gözlerimizi kapatıp Onunla aynı şeyi hissettiğimizi zannederiz ya. Ya da hissettiklerini içimizde duyduğumuzu, aramızda bir bağ olduğunu düşünürüz. Belki de O her şeyden habersiz oralarda bir yerde duruyordur. Bir de haberi olursa bunlardan vay halimize!  Duyduklarımızdan utanırız. Utanç ne ağır bir kelime o hisler için

O kuvvetli(!) 6.hissimize inanırız bir de. “Bitmedi, bu sonumuz değil bizim, içime doğuyor” deriz. Zannederiz ki içimize doğan gerçeklerdir. Halbuki doğan şey umuttur. Bizse umutların gerçek olacağından çok eminizdir: “6.hissim kuvvetlidir, bilirim.”

Tuhaf bir sürecin analizi

Sunday, November 25, 2012

“sana rağmen” seni yine severdim




Sevdiğimiz kişiler aynı kalmazlar. Bir gün uyandıklarında sevmiyor olabilirler bizi, bu beraberinde kötü sonuçları getirir; nefret, kıskançlık, ayrılık. Karşımızdakinin değişimini izleriz- ki çoğunlukla gözyaşları eşlik eder buna. Giderler ve hatta ağzımıza sıçarlar. O değişen sevgiliyi izleriz, karşılarında sabitçe duruveririz. Neden bir türlü kopartamayız onları taa şuradan?

Kötü şeyler söylerler, ağlarız, nefret ettiğimizi söyleriz ama bir türlü sevmekten vazgeçemeyiz. Ya da öyle sanarız. Neden onlar değişirken biz böyle kalırız? Neden onlar sevmezken artık, biz hala aşktan ölürüz? O kadar kötü davranmalarına rağmen gözümüzde hala en birincidirler! Neden?

Felsefedeki idealizm akımına göre zihnimizde mükemmel ve tek kavramlar vardır: idealar. Örneğin ağaç zihinde hep aynıdır. Kişi hayatı boyunca kaç ağaç görürse görsün, aklına hep o ilk, bildiği, “mükemmel” görüntü gelir.

Sevilen kişi de o “mükemmel ve tek” idea, diye düşünüyorum. Sonraları ne yaparlarsa yapsınlar, zihnimizde kalan son görüntüler hep o mükemmel, bildiğimiz halleri… Ne yaparsak yapalım, içimizdeki varlığına zarar vermemizin bu kadar zor olmasının başka bir açıklaması olamaz sanırım. Bizi ağlatan kişi değildir de üşüdüğümüzde ellerimizi ısıtan kişidir, sevgili. Neden? Hepsi zihnimizdeki o mükemmel yerleri yüzünden

Sevdiğimiz artık “O” değildir, “Onun mükemmelliği”dir. Yoksa nasıl severiz onlara rağmen onları? Belki de aşktan çektiğimiz acıların sebebi “idealist”liğimizdir.

Wednesday, November 21, 2012

Bir gün seni ankesörlü telefondan çaldıracağım ki aradığında beni bulamayasın




  • Belki de okulu, kariyeri, her şeyi bırakıp bir sabah programı yapmalıyım. Ya da Ayna programını sunan o çok lisanlı adamı bir şekilde işinden edip tek bir lisanımla yerine geçmeliyim.Hem türkçeyi yaygınlaştırmış olurum fena mı. 

  • 2.sınıfta falan “Şarkıcı olmak istiyoruuum” şeklindeki söylemlere sahiptim. Odayı loş yapar, duvarın karşısına geçerdim. Gölgemi izleyebilmek için. Dans ederdim, elimi mikrofon yapıp şarkı söylerdim gölgemin karşısında. Ama ismimin şarkıcı ismine benzemediğini düşündüğüm için “İsmimi Simayfer diye değiştirsem mi?” diye düşündüm uzun süre.
  • Mikrofon demişken, ilkokuldayken mikrofona aşıktım. Sırf mikrofonu kullanacağım diye andımızı okumaya çıkardım.Dayımın düğün salonuna kaçar kaçar sarkıcılık oynardım. Şarkıcılara çok özenirdim ellerinde mikrofon var diye.

Düşlediğim hayat bana düşündürülenden daha başka bir hayat. bütün üniversite, kariyer, not ortalaması, iş imkanları, başlı başına beynimde oynattığım planlarım, ödevler, paperlar, okumalar, yazmalar, şunlar bunlar hepsi elimin tersine bakıyor. hepsini itip bambaşka bir şeyler yaşayabilirim. doğduğum andan itibaren bana aşılanan ve dikte edilen her duygu ve düşünceyi boşverebilirim, vermek istiyorum. hayal ettiğim şey çok başka. öylesi daha iyi olacak diyemiyorum, bilmiyorum ama mesela ben hayal ettiğim gibi yaşayamayacağımı biliyorum. sanırım "fak dı sistım" tam olarak burada söylenmesi gereken bir öbek. evet, fak dı sistım.

mesela ne istediğimi buraya yazsam bana şımarık derler. yazmam. söylemem de.
ama şu var; sonsuza kadar sadece kendi gönlümü yapmak için uğraşmak isterim.
düşündüm de, hayatımda en mutlu olduğum anlardan bir tanesi, ada' da kaybolduğum zamandı. nasıl olsa kayboldum diye her ara sokağa korkusuzca girip çıktığım ve kendi kendime yolumu öğrendiğim zamandı. birisiyle tanışmak da böyle bir şey olmalı ve işte tam olarak burada eksik bir şeyler var. ama neyin eksik olduğunu bilmiyorum. bu yüzden de bir yerlerde kaybolsam hiç de fena olmaz diye düşünüyorum.

  • Yıllar önce yine bir keresinde mikrofon tutacağım diye kafayı yemiştim. Sabah okula gidiyorum, 10 Kasımdı sanırım. “Neden bugün şiir okumayayım ki?”dedim ve yol boyunca ŞİİR YAZDIM KAFAMDAN. Kağıt kalem kullanmadan kafiyeli bir şiir yazdım, utanmadan şiir okuyacakların yanına geçtim. Öğretmenlerden biri hic unutmam o kadını ATİKE.. “Kızım sen daha geçen hafta çıktın, olmaz” diyene kadar, unutup unutmayacagımın belli olmadığı bir şiiri okumaya çıkacaktım. Özgüvene gel. Şu an imrenerek bakıyorum. Gerçekten imreniyorum.


Velhasıl, işin bir de bambaşka bir boyutu var. nedense tüm bunlardan bağımsız ve aşırı alakasız olarak 5 sene aileden uzak yaşamanın bir getirisi olarak içimde gördüğüm aşırı bir olgunluk hissi var. sanki ben bildiğin çekip çeviririm bir evi. güzel de para kazanırım, süper de bir hayatım olurmuş gibi geliyor. ama bu güzel hayata giden yol nereden geçiyor bilemiyorum. kimseye de sormam ki. gıcık oluyorum çünkü. sanırım birazdan ağlayacağım. Yarın önemli sınavım var sınavlarım var kendimi içdış etmek istiyorum. birisi bacaklarımdan tutup aşağı doğru silkelesin beni istiyorum. içime oturan öküz azcık kalkıp iki tur atsın istiyorum. beni baskımın üzerinden ütülemesinler istiyorum. 30 derecede narin çamaşırlarla durulamaya girmek istiyorum. sonra da askıya asın beni güneşle kuruyayım istiyorum! 

Sunday, November 18, 2012

HOŞGELDİN AŞK , beklemiyorduk


  Birilerinden vazgeçemediğinizi sandığınızda birileri gelir her şeyi vazgeçilir kılar. Gözünüzde büyüttüğünüz ne varsa minicik olur birden. Kendi kendinize çektiğiniz acılar biter. Öyle çok acı çekersiniz ki artık küçücük mutluluklar sizin hazinelerinizdir.

 Öyle çok tüketmişsinizdir ki “Seni seviyorum” cümlesini, anlamını unutmuşsunuzdur. Öyle çok duymuş ve duyurmuşsunuzdur ki şimdi bu sessizlik o cümlenin kıymetini yeniden artırmıştır. Şimdi onu tekrar duymak bir yerden, ne büyük mutluluk !

  Şimdi bir başkası kalbinizin çarpmasına, yanaklarınızın kızarmasına neden oluyor. Öyle yakın olmuşsunuzdur ki birilerine, şimdi yanlışlıkla elinizin “O başkası”na çarpması bile sizin en büyük mutluluğunuz olmuştur. Elim üşüyor dediğinizde soğuk mu değil mi bakmak için tutuvermiştir belki elinizden.
  
Mutluluğun tanımı orada koşa koşa gitmektir belki Onunla..


Zordum kolaylaştım çünkü sende en az benim kadar zordun, aşkta iki bilinmeyenli denklem olmak yorucu. ikimiz adına ben kolay olmak istedim x in adına AŞK koydum.

Hem fedakarlıklar çok tatlıdır..


Ay unutmadan !

"Bir dost gibi davran bana herkes bizi öyle bilsin,
   bugün burada bütün olanlar
   SAKLI GİZLİ SÜRÜP GİTSİN"

Saturday, November 17, 2012

Özeleştirimi yaptım. Uzun oldu.



Ahkam kesicek değilim elbette. Çok mutlu bir insan değilim. Mutsuz da değilim. Naber denildiğinde “iyiyim” diyen ama aslında “eh” vaziyetinde olan ortalama mutlu biriyim

O halde bu yazıya neden ve hangi sıfatla başladığımı anlatayım. Eski anılarım beynimde sık sık tekerür eder. 3-4 yıl öncesine kadar kendimi nasıl gereksiz dramlara soktuğumu görürüm. Daha küçüktüm tabi o zamanlar. Yaş 14-15’ti ve ben en ufak bir sıkıntıda kendimi yerlere atıyordum. Şimdi durum değişse de anafikir hala aynı: Olayları dramatize etmeye bayılırım !

Mutluluk üzerine yıllardır düşünürüm. 3 yıl önce, mutluluk benim için ”Ay kendime şunu aldım bunu aldım” ,yok efendim “Bu beni sevmiyo o bana gıcık şu bana aşık” gibi gerçekten basit sebeplerle değişebilen bir tanımmış. Şimdi gülerek anlıyorum bunları. “Hahaha ben çok büyüdüm süper bir insanım” falan demek için yazmıyorum bu yazıyı. Öyle olmadı. Anlatacaklarım farklı

O cümlelerin köküne indiğimde mutluluğumun hep “birilerine bağımlı” olduğunu gördüm. O terk etti diye yıkılmışım, o gelmezse mutsuz kalacağıma inanmışım. Bu geldi diye mutlu olmuşum ve hep böyle kalacağıma inanmışım. Bağımlıymışım ben. Kendi kendime mutlu olmayı beceremeyen ve mutlu olmak için başkalarına fazlasıyla ihtiyaç duyan biriymişim.

İnsanlar yalnız başına mutlu olamazlar. Mutlu olmayı bırakalım, yalnız yapamazlar da. Ama hayatımızı o birilerinin üzerine kurduğumuz vakit mutluluğumuzu riske atıyoruz. Mutluluğumun o kadar değişken olmasını istemedim ben. Birileri hayatımızdan girip çıkacak, delgeç olacağız biz, ve başımız dönecek öyle mi?

Mutluluğumu ya da mutsuzluğumu birilerine bağlamaktan bıktım. Bunu belirleyen ben oldum.

Hayatım boyunca hayran kaldım, her şeye rağmen gülebilen insanlara. Bende hep gülüyorum evet ama sadece fiziksel bir davranış benimkisi. Gülmeyi içimde hissedemiyorum, o şekil işte. Mutlu olmak için çaba harcayan kişilere imrendim. Mutlu olmak kolay değilken mutsuz olmak basittir çünkü. Mutsuzluk bir kendini koyverme biçimi olabilir yeri geldiğinde. Tabi ki arada mutsuz olacağız ama bunu kronikleştirmişsek, kusura bakmayın ama bu bizim hatamızdır. Bir zamandan sonra, mutsuz olmak artık bizim suçumuzdur

Hayatta yaşama amacımızın mutlu olmak olduğuna inanırım. Bir kitapta okumuştum: “Sıradan bir günüm için minnettar olmayı öğrenmeliyim” O hayran kaldığım, hep mutlu olmaya çabalayan insanlardan biri değilim. Ama en azından bu yolda ilerlemek istiyorum. Ben mutlu olmak için mutluluğumu birilerine “bağımlı” hale getirmekten vazgeçtim- dikkat edin seçtiğim kelime bağlı değil. Çünkü hayata net bakmıyorum.

“Ben sabit bir insanım, kimse beni etkileyemez” falan demiyorum elbette. Ama en azından artık ağızlarının içinden çıkan tek bir kelimeye bakmıyorum. Benim de bir söz hakkım var. Onlara bağımlı olmayınca kendimi dinliyorum. Onlar da beni dinliyor. Ben mutlu oluyorum

Eğer yazıyı buraya kadar okuduysanız fark etmişsinizdir ki yazıyı bir yere bağlamadım. Mutlu olmanın sırrını keşfetmiş değilim ki yazıyı güzelce noktalayayım. Ben artık kaptırıp koyvermiyorum kendimi. Ağlıyorsam gülmeye çalışıyorum. Mutsuz olmamın alabildiğine kolay olduğu şu günlerde mutlu olmaya çalışıyorum hepsi bu

“Mutsuz olmamak mutlu olmak için yeterli değildir.

Mutlu olmak için nedenler aramalısınız”

Mesela yeniden en baştan sevmek gibi..




Wednesday, November 14, 2012

Seviyorum ben galiba ya. Böyle baya bildiğin. Bütün iç organların ağzına çıkarmış da sonra küt küt diye tek tek aşağı düşermiş gibi.

Saturday, November 10, 2012

Aşık olmak , onu istemek ?

 


  Hiçbir şeyi “çok istemek” istemiyorum, beklentiler duygu durumumu, hayatımla ve kişilerle ilgili görüşlerimi değiştiriyor. İstemek oldukça paradoksal bir kavram bende. Bir şeyi istemek, onu çok beklemek istemiyorum, beklediğim şey olunca onu gerçekten istediğimden emin olamıyorum sonra. O kadar çok istiyorum ki, kimseye değil ama sadece kendime kanıtlayabileceğim bir hesap kitaba dönüşüyor isteğim galiba. Saflığını, doğallığını kaybediyor. Ben hırs, oflayıp poflamalar, bir şeyleri uzun uzun izleyip sonucunda gelecek bir mutsuzluk istemiyorum ki, içimde basit bir istek olsun istiyorum sadece. Hayatımı istediklerimden daha çok seviyorum çünkü. O daha elimde çünkü. Çok istemek istemiyorum hiçbir şeyi;
bu bir kişi de olsa, yer de olsa, durum da olsa ama şimdiye gelecek olursak,şimdi bunu bir kişi için yazdım.



Öylesine istiyorum ki, elimden tutsa attığımız her adımda geriye dönüp asla bakmam.

Önemsiyorum, önemsenmek derdinde bile olmadan. 

İstediği her şey tek bir bakışına bakar.

İstediğim herşey belki bir duaya, belkide zamana bakar.







                                                                 PNAU - EVERYBODY



Friday, November 9, 2012

hiçbirinizle hayatımın hiçbir döneminde arkadaş olmasaydım acaba n'olurdu diye bir düşündüm."keşke olmasaydım ya" dedim. böylece 150 sene yaşardım. belki de yaşamazdım ama 150 sene yaşamak istediğim bir gerçek.

Wednesday, November 7, 2012


“Hiç ayrılmayalım”

İki taraf da çok sevmiştir birbirini, sözler verilmiştir.

Düşünsene. Tek bir arkadaşın bile kalmamış mesela. “Olsun canım, o zaten hep yanımda olacak” deyip arkadaşlıklarını atmışsın kenara. “Hiç ayrılmayalım” lafına hiç inanmazken “Aslında neden olmasın” der olmuşsun. Planlar yapmışsın. Gitmek istediğin şehirlere onunla gitmek istemişsin. Hiç ayrılmayacağınızı sandığın için yaptıklarının çoğuna göz yummuşsun. Sana hakaret bile etmiş, susmuşsun.

Bitmiş sonra.

Tüm o güzel sözler gelir o an aklına.Ve en acısı: “Verdiğin sözleri tutmadın”

Tabii ki. Aynı nehirde iki kez yıkanılmayacağını söylemişti Herakleitos. Kimseyi bugunkü gibi sevmeyeceksin zaten. Diyelim bugün çok seviyorsun onu. Yarın onun yanına gittiğinde belki daha az belki daha çok sevecektin ama aynı değil. Yani değişecektiniz zaten

Verdiğiniz sözleri tutamadınız. Neden olduğunu söyleyeyim mi? Sabit kalamadınız. Sen değiştin. O değişti. Ya da ilişkiniz değişti. Sen değişmesen o değişecekti ya da o değişmese sen. Bir şeyler değişince sözler, sevgiler de değişti.

Hata söz vermekti.

Ben çok kızmıştım. “Hani?” ile başlayan binbeşyüz tane cümle kurmuştum en az ama nedenini çok net biliyordum. Değişmiştim. Değişmişti. Sabit kalabilmemiz için plastik olmamız gerekirdi

Keşke. Keşke sözler vereceğimize o anın tadını çıkarabilmeyi bilseymişiz. Hep aynı bokluğu yapıyoruz.

Şu ana sahip olamadan geleceğe sahip olmaya çalışıyoruz.

“Hiç ayrılmayalım” sadece bir umut cümlesidir. Hep ayrılınır


Monday, November 5, 2012


İnsanları unutma başarım sadece onları görmememe, onlarla hiç konuşmamama baglı.
Unutmak inat isi degildir.
Şanslıyım, unutmam gereken insanlar okul gibi her gün görebileceğim yerlerden olmadı.
O yüzden şaşırıyorum ya sınıftan tanıdıgınız biriyle nasıl çıkabiliyosunuz? İnsanları gözlerinin içine baka baka nasıl unutabiliyosunuz?
Benim unutma anlayışım yokluğuna alışma- beyinden yavaşça silinme- bitme şeklindeyken, her gün karşılaştığınız insanları nasıl unutabiliyosunuz?
Ama arkadaşım demişti, “Oluyo Simge, hem de öyle bi oluyo ki..” Ben de ona hak verdim,hayatta kalmamız için bizi üzen şeyleri yaşamımızdan elememiz gerek. Beynimiz buna yardımcı oluyordur. Gerçekten görmezden gelebiliyoruzdur. Aynı masaya oturup görmeyebiliyoruzdur.
Hatta belki “Bir gün karşılaşır mıyız?” ihtimali unutmaya zorlaştırabilir bile. Sonuçta “Bir gün ararsa ona bi daha beni arama diycem” deyip onun aramasının hayalini kuran insanlarız. Ama her gün gözünün önünde olunca yaşamak için alışmak zorundayız.
Sizi üzen şeyleri göz ardı edebilmeniz dileğiyle.

Velhasil
Yillardan sonra yollardan sonra yeniden yanyana onlar
http://fizy.com/#s/1aiy0p



Saturday, November 3, 2012

E S H O T U M BITINCE


bugüne kadar hiçbir zaman, bir kerecik bile olsun, başvurulara yetişemedim. onu geçtim gidip kendim çıkarmaya dahi üşendim. erteledim. Üniversitedeki ikinci seneme girerken, " her şey için çok geç kaldı bu aciz beden" dememek için, bu dönem kentkart başvurusu yapmaya ve şehiriçinde indirimli seyahat etmeye and içtim. Fakat bu kayıttaki asıl meselemiz bu değil. Ben çok önemli bir noktaya parmak basmak istiyorum...ESHOT SESİ VE BU SESTEKİ AYRILIKÇI HEDEF. Evet. toplu taşıma araçlarını kullananların olmazsa olmazı eshot, nam-ı diğer akıllı bilet. nasıl ki ters hilal şeklinde bıyığı olanları ülkücü diye, fırça bıyıklıları akepeli diye yaftalabiliyorsak, kişinin kullandığı eshotla, hatta eshot sesine göre de bir takım "sığ" tahliller yapmamız mümkün.

Tam eshot sesi dıı-rıııı şeklindeyken, yarım eshottan (yani öğrenci eshotundan); dırırı diye diğerinden daha kısa olduğunu söyleyebileceğimiz bir ses çıkıyor. Buna hiç dikkat etmemiş olmamalısınız. Her neyse, geçen gün kendimden son derece emin bir şekilde, ucunda 20 liraya aldığım gerizekalı bir peluş bulunan anahtarlığıma takılı olan eshotumu çıkarıp, eshot basma düğmeciğine bastım. bu sırada da nereye geçeceğimi seçiyordum gözümle. tabi bunlar saniyeler içinde oluyor. alıştığım dııı-rııı sesi yerine, DARA-RAA, DAARAA RAAAA BA KI YE NIZ YE TER SIZ  sesini duymamla göz bebeklerimin büyüdüğünü hissetmem bir oldu. ilk anda ne olduğunu anlayamadımsa da, eshotumun içinde yeteri kadar para kalmadığını farketmem pek de zaman almadı...evet, konaka gidecek kadar bile param yoktu biletimde.
Bu sırada bütün otobüs bana bakıyordu. Gördüm... Beyaz gömlekli kadın, yanında oturan kızın kulağına eğilip, "eshotu bitmiş..." dedi. Yaşlı bir teyzenin "vah vah vah yavrıım" larını duymamak için sağır olmak gerekirdi. Onlara, "bana acımayın!" dercesine elimi çantama atıp cüzdanımı çıkardım.gecici bilet almam gerek caresi yok. bozuk para gözünden yeteri kadar para çıkmayınca bende mecbur 50 lira vermek zorunda kaldım otobüscu amcaya...Amca sinirlendi." nası bozcam ben bunu ya" dedi. Bu sefer de paramla rezil oluyordum... Sevgilimden yemediğim binbir triple parayı alıp bir şekilde bozup, para üstünü bana uzattı. paramı alıp cüzdanıma koydum ve ilerledim. Yer yoktu. tam "mecbur ayakta seyahat edeceğim" diye düşünuyordum ki, başında dikildiğim adam kalktı. Etrafta yaşlı, hasta, gazi, hamile, malül filan var mı diye bakmadan hemen yerleştim koltuğa. Bindiğim otobüs, her durakta durup, normalde 10 dakika olan mesafeyi, 45 dakikaya kadar uzatma konusunda eşsiz özelliklere sahip bir otobüstü. "la havle vela kuvveten illa billah" diye iç geçirmekten, avuçlarımın arasında kendiliğinden tesbih oluşmaya başlamıştı...Çok sıkılıyordum.

Yaşadığım eshot olayının etkisini üzerimden hala atamamıştım. Üstelik otobüsün gittiği yöne sırtımı dönmüş bir şekilde, geri geri gidiyordum. Biteceğine dair tüm inançlarımın azalmaya başladığı otobüs yolculuğumu bir nebze de olsun neşelendirmek için kendime bir oyun yarattım. "Eshot sesinden insan tahmin etmece". Her durakta nerden baksan 7-8 kişi biniyordu. Aynı sayıda insanın inmediğine dair kanıtlardan birisi, başımda dikilen kadının, ağzıma girmek üzere olan çantasıydı. huzursuzca yüzüne baktığımda," napiyim arkadan sıkıştırıyollar" der gibi bakmıştı bana...

Neyse, otobüse binen insanları tahlil etmeye başlamıştım. Bu kişiler her şeyden önce, genellikle orta-alt sınıfa mensup yolculardı. zira ben üst sınıfın otobüs kullandığını ne gördüm ne işittim. Hayır, bizim de paramız var yani allaaamabinşükür, yanlış anlaşılmasın. ben orta-alt sınıfım diye otobüse binmiyorum. ulan yurdumun önünden 1.5 liraya konak a gitmek varken neden taksiye 20 tl vereyim acelem yoksa? mantığına sahip olduğum ve toplu taşımayı desteklediğim için kullanıyorum. (mesajlı) Neyse, devam ediyorum, eshot sesi yarım çıkan kişiler, öğrenciler ki işgünlerinde genelde tinaztepe dokuzcesmeler kampüsünde iniyorlar, tam basanlar ise genelde yaşlı ve hasta, ya da çocuklu kişiler oluyorlardı. Çünkü onlar da, genelde eğitim ve araştırma hastanesi durağında iniyorlar. Genelin dışındaki diğer yarım eshotlular ya alsancaka gezmeye gidiyorlar, ya dershaneye, ya da karşıya geçmek için rıhtıma iniyorlardı. Genelin dışındaki diğer tam eshotlular ise, ya bostanliya gezmeye, ya bostanliya gidene dek herhangi bi yerde oturan komşularına, akranlarına, ahbaplarına ya da günlük işlerini halletmeye gidiyorlardı. Sesinden tanıyabildiğim yarım eshotlunun çok büyük ihtimalle öğrenci olduğunu anlamak çok da zor değil. Bunu düşününce bir an sinirlendim ve, "otobüstekilerin benim öğrenci olduğumu bilmesine ne gerek var lan?" dedim içimden, anlamsızca. Akabinde de DARAA RA DARAAA RAAA sesinin ne kadar korkunç olduğunu düşünmeye koyuldum.

Bana kalırsa bu ses dünyanın en aşağılayıcı, en insanlık dışı, insanı resmen toplum içinde rezil etmeye yönelik bir ses.

bütün otobüsün bakiyenin bittiğini görmesine ne gerek var? bu zalimlik niye ? NEDEN? eshot resmen ağlıyor arkadaşlar. resmen! DARAA RAA-DAARAA RAAA yani; POROM BÖTTÖÖ, POROOM BÖTTÖÖÖ ya da BÖN FÖKÖRÖM BÖNÖM POROM YOÖK diye bağırıyor bu allahsız. rencide ediyor kişiyi. rencide oluyorum. rencide! yukarıda da bahsettiğim gibi otobüste de tam para çıkarıp vermek, ayrı bir problem zaten. 50 lirayı uzatırken sağa sola, küstahça bir tebessüm ettiğimi düşünün, içimden, "siz bu kadar parayı bir arada gördünüz mü zavallı yoksullar hahaha?" diyormuşum gibi düşünün. bir de gıcır 50liğinizin üstü olan bol bozuk paraları avucunuzun içinde birarada tutup, yere düşürmeden cüzdanınıza tıkmaya çalışırken ki acizliğinizi... Tüm bunlar her gün her dakika yaşanıyor arkadaşlar. Türkiyemiz bu eshot sesine ve komple otobüste ücret ödeme olayına müdahale edip, eshot daha barışçıl, daha masum, daha bütünleştirici sesler koymadıkları müddetçe otobüslerde sinirler gerilecek... Söylemedi demeyin.




Thursday, November 1, 2012

Ogle yemeklerini birlikte yiyecektik ya, olmadı


Telefonumda son mesaj attığım 10 kişi arasında senin adını göremeyince, 2-3 günde bir temizlediğim whatsapp sayfamda sana ait mesaj kalmayınca, seninle en son konuştuğumuz günü bulamayınca bir şeylerin ters gittiğini anladım.

seninle tercih ettigimiz sarkilari listelerden bile çıkardım.

Hayatımda senin boşluğunu hissettim. Sen olma, senin boşluğun da olmasın istedim. Varken yok olman kötü. Bari yokken yok ol. Tezatlıkları sevmem. Seni özlediğimde bari uzağımda ol istedim.

Seninle bir daha laf dalasina giremeyecegimi inanamıyorum

Bana kardesten daha ote olan varligina bir daha sahip olamamak seni her gordugumde gulen yuzumu dusurmeye basladi (bana kolay gelsin)

..


Senli benli hayatımda hiçbir şey ama hiçbir şey, en kaba tabirle o kadar "koymamıştı".

Şimdi, çok bilindik şeyler yazacağım. Hazır mısınız? Eff peff scroll down.

kusmustuk. daha doğrusu silindim sildim. hala zırıl zırıldım ve hala boşu boşuna bir şeyler kovalıyordum. belki pişman olur, belki vazgeçer, belki de beni deniyordur. ne bileyim.

Ama takmiyorum.

sürekli darlıyor, darlıyordum. o da sürekli beni iteliyordu. kibar olmaya çalışırken bazen dayanamayıp kabalışıyordu. kalbim çok kırılıyordu. gel gelelim hak ediyordum, yalan yok. kibar davrandığında umutlanıp iyice cozutuyordum zira. "sanırım bana gicik oluyordu"

Yanimda not tutmak icin tasidigim deftere ders notu degilde onu bugun gordugume ve hissettigim seylere dair notlar aldim-aliyorum..


"aynı filmlerdeki gibi"

Onun arkadasligi bana ne kazandirdi  ? -Onu sevdim.


Onun farklı bir kimse olduğunu algılayabiliyor, fakat ondan bağımsız kalamıyor ve yaşayamıyordum. ya da öyle zannediyordum. ki kesinlikle öyle zannediyordum.Hicbir durum halimi paylasmadigim DOSTUMdu.


Üstünden uzun zaman geçti. Ama geçmedi.

Onun benden ayrı bir hayatı olduğuna ya da olabileceğine inanmıyor ve kabul edemiyordum. Kendimden ayıramıyordum.

..


"İnsan çok garip."

Oysaki o benim ne sevgilim ne canimin parcasi ne de kardesimdi.


 Gel bugün birazcık dürüst olalım. Çok yorulmuşuz kendimiz de dahil herkese yalan söylemekten. Şimdi canımız mı yanıyor yoksa nefes alışlarımız mı azaldı tam olarak bilemem. Tutunmaya çalıştığımız hayatlarımız var. O kadar uğraştıktan sonra en ufacık şeyde kayıp mı ediyoruz onları? Bir çıkış kapısı mı aradık yine, birazdan gideceğiz ve bitecek bu kabus mu dedik? Ama dışarıda bizi bekleyen mutluluklar kalıcı mı geçici mi diye düşünmeden edemedik.

 Mutluluğun tanımını kim biliyor ki biz bilelim? Gel seninle bir mutluluk kavramı yaratalım sonra da oradan hiç çıkmayalım. Hapsedelim oraya sen ve beni, hiç çıkmasınlar çünkü sen ve benden başka kimse yok. Nolur bu sefer başkalarının hayatıyla kıyaslamayalım kendimizinkileri.Eski sorunlarimizi gundeme getirmeyelim. Mutsuz muyuz sahi? Belki de anlık bir acıdır ne dersin? Vücut alışkın olmadığı reaksiyonlara tepki verir, geçer

 Yapma… Deşmeyelim yaralarımızı. Düşünmemeye çalışırsan biter belki göğüs kafesinde bir yerlerde o büyük ağrı. Aslında ağlamak için gelmiştim yanına.Seninle dost olmaya. Hep yanimda olacagina inandim. Gelme ihtiyacı hissettim buraya, değişince mimiklerim beklemediğim bir anda.

Şimdi bir damla yaş geldi gözümden. Halloween da sacma bir karakter olmusken senin de gözün ıslandı mı?



"Güzel fikirler her zaman saçma sapan zamanlarda aklıma düşer."


 Bir gün şöyle oldu; kendim için bir şeyler satın alırken ve üstelik kendi kendimeyken, onun benden ayrı bir hayatı olabileceğini kabul etmek yerine, benim ondan ayrı bir hayatım olduğunu fark ettim. bu uzun hikayeye bu kadarcık bir son yazabildim.


ve tam bir gerizekalı olduğuma karar verdim.

fakat çok tatlı bir gerizekalı.