Burada da hiç merak etmeyeceğiniz fotoğraflar paylaşıyorum

Instagram

Tuesday, August 28, 2012

Ağustos ayında kot şortunun altına hipster olcam diye bot giyersen o ayak mantar olur hiç ağlanma

Wednesday, August 22, 2012

'Ev'de Tek Başına


Birine platonik olarak tek taraflı aşık olmak pek hoş değildir ama daha fenası bir ilişki sonrası tek taraf olarak kalmaktır.


İnsan hiç elini tutmadığı, sarılmadığı, öpmediği, yani kafasında hazırladığı yüzlerce planın sadece ‘umut’ ve hayal’ bazında kaldığı birine ancakkendi hazırladığı’ üzüntüyü duyar. Ama ilişki, sonundaki üzüntüsünü ‘hazır’ getirir ta en baştan.


Üzülürken bile çevreyi düşünür insan. Aldatıldığında “Şimdi insanların gözünde nasıl gözükeceğim” sorusu hep aklının bir köşesinde durur, diğerleri aldatılmış olduğunu çoktan unutmuşken. Bu durum kişiye çektiği acının hesabını etrafındakilere verme zorunluluğu getirmiştir adeta. Sadece kendi kendine ise “Sevmiyorum” yalanını atması çok kolaydır çevresine ve kendisine. Hiçbir şeyden sorumlu değildir ki platonik!


Ama ortada bir ayrılık varsa, eski sevgilinin yeni sevgilisinden bile sorumludur sanki kişi. Bir gün bir telefon çalacak “Ama ben falancayı filancayla gördüm, o seninle değil miydi?” diyecektir birisi. Bir annenin geç kalan kızını babasına “Trafik vardır” diye savunması gibi, birtakım saçma açıklamalara girilecektir


Yeni sevgili, kalana hakarettir.


Platonik aşık olanın öldürmesi gereken (belki de sadece) umutlarıyken, bir ayrılık sonrası ‘sevmek konusunda tek başına kalan’ kişi için söylenecek tek söz bile yoktur.


Anıları baştan yaşayacak olan odur, en kötü anılar bile baş tacı edilir, karşı tarafın bunları belki de çoktan unutulduğu bilinmeden.


Platonik olan, umutla o kadar bütünleşmiştir ki, onun unutması bile bir parça umut içerir. Ama bir ilişki bittiyse, umutları da beraberinde götürmüştür. Platoniğin hala umudu vardır mesela bir kez sarılmak için, bu her şeyi iyileştirecekmiş gibi. Platonik olmayan ne yapsın? Bilir ki sevişse fayda etmez.


Bir ayrılık sonrası eski sevgiliye tek taraflı aşık olmak “bir gram” çaresi olmayan bir durumdur, insanların söylediklerinin yetersiz kaldığı, hayata ana avrat küfürlerin sayıldığı bir süreci getirir beraberinde. İnsanlar nasıl oluyorsa aynı anda sevmeye başlayabiliyorlar, ama aynı anda bitiremiyorlar sevmeyi. Doğal olan da bu değil mi?


Platonik olan belki hazırlıklıdır tek kalmaya ama



‘Sevmek konusunda tek başına bırakılan’, herkes tatilde yüzer güneşlenirken evde tek başına bırakılan çocuk gibidir.

“Bir erkeğin ‘evi’ olmak ne demek…”

Saturday, August 18, 2012

Adı Yok


  Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak evet. Ama bir düşünsene belki daha güzeli olacak senin için? Belki yepyeni insanlar, yepyeni fırsatlar çıkacak karşına? Neyi kime diretiyorsun.

  Hayatını tek bir kişiye ya da tek bir olaya bağlaman o kadar saçma ki. Tamam, çok sevdin anlıyorum. Çok gözyaşı döktün. Çok özledin, çok bekledin. KIRILDIN, KIRDI. Hayatına sıctı herseyi mahveden oldu aynı zamanda mükemmele yaklaştıran. Onunlayken mutlu oldun, onsuzken de mutsuz. Ama şunu unutma, tüm bunları sadece sen yaşamadın. Ben de yaşadım, bir başkası da yaşadı. Hatta bazıları bizim çektiğimiz acıların binlerce katı acı çekti. daha çok genç değil miyiz. Onsuz yapamam diye düşünme. Onsuzken de güçlü ve mutlu olabileceğini düşün. O hayatına gelmeden önce nasıl mutlu olduğunu hatırlamaya çalış. Kendini boş yere yıpratmakta neden bu kadar ısrarcısın ki? Sen kendi başına bir bireysin bunu unutma. Sen güçlüsün. Sen özgürsün. Mutlu olmak için hiç kimseye ihtiyacın yok.

  Hadi gel seninle bir anlaşma yapalım. Korkma, sana onu unutmanı ya da hayatından çıkarmanı söylemeyeceğim. Sadece bir gününü kendini mutlu edecek şeyler yaparak geçirmeni isteyeceğim senden. Mesela kendine en sevdiğin şeyleri hediye et. Galatasarayın kupayı aldığı o heycan dolu maçları izle yeniden. Bağır küfür et.  Sokaklara çıkıp dilediğince dolaşabilirsin. Arkadaşlarınla vakit geçirme yalnız olmayı dene. Seni ne mutlu edecekse onu yap. Gün bitiminde de bir düşün, bugün mutlu muydum diye. Eğer yüzün gülümsemişse bugün, umut var demektir. Aslında her zaman umut vardır. umutlu oldugunu görmek istiyorum. Hayatında yer edinmemişken bunu istiyorum. Şimdi, hadi git kendin için bir şeyler yap. Mutlu ol. Onu da çok fazla düşünmemeye çalış. Emin ol hayatında onunla ilgili bir şey olması gerekiyorsa, muhakkak olacaktır zaten.

Sana karşı kelimeleri seçmekte zorlanıyorum. Kendime zor ve inat diyordum sen benden daha fazlası çıktın. En iyisi sana uzaktan bakmak . Yürüdüğün yollarda arkandan saklanarak gelmek . düştüğünde koşarak gelirim ben söz veriyorum hiçbir şey sormam sadece sarılırım. Bazen kelimeleri kullanmak deli ediyor bizi.
Bilirim..

Bu arada unutmadan, kendine dikkat et

Friday, August 17, 2012

Bazen ,

kendimi toplu taşıma araçlarının aslında çok sevilmesine rağmen yazın güneş geldiği için boş bırakılan cam kenarı koltukları gibi hissediyorum


  • Hiç telefonu duvara atma triplerine giremedim. Aslında telefonum bozuk zaten, bugünlerde sinirlenirsem yapabilirim.

  • Hayatım dramlarla geçiyor.

  • Bir keresinde arkadaşım sınıfta kahvemi yere döktü diye yere oturup ağlamıştım.
  • Bir kere de 2 liramı kapan kahve makinasına “Salak yaaa” deyip vurmak istemiştim de arkadaşım zar zor engel olmuştu.
  • Çorabımı kaçıran sandalyeye tekme atmıştım. Bana kalırsa bu çok normaldi ama sınıftaki herkes gülmüştü.
  • Ne gıcıkmışım, anlattıkça sinir oldum. Peki neden bu kadar kullandım sinir kelimesini, galiba bu aralar sinirliyim.
  • Sinir geçtikten sonra geriye üzüntü kalır mı peki?
  • İki dakka hüzün yapalım dedik, burnuma sinek kaçtı bütün melankoliyi bozdu.

  • Sevgilerle

Thursday, August 16, 2012

Gece-gündüz eşitliği sadece ekinokslarda olur


İnsanların gecelerini mahvetmemelisiniz. Gündüzleri trafik olur, şehrin kalabalığı, gürültüsü vardır. Kalp ağrısı daha az duyulur. Ama geceleri sessizlik vardır. Karanlık vardır. Geceleri her şey gerçektir. Gündüzün gürültüsünde duyulmayan ne varsa duyulur. Kalbin sesi en fazla geceleri dinlenir.

Ama geceleri öyle olmaz. Gündüz okuduğunuz bir “İnsanların gecelerini sikmemelisiniz” cümlesi size o kadar çok şey hissettirmez, boş görünür. Cümleler gece yankılanır beyinlerde. Uyuyamazken, günün muhakemesini yaparken, yalnızken. İnsanları geceleri terk etmemeli, onlar uyumadan önce onlara kötü şeyler söylememelisiniz. “Ha bir de unutmadan, şu vardı. Hadi şimdi uyu” İnsanları günün akışında, kendilerini teselli etme şansları daha yüksekken terk etmelisiniz.

Gecelerinin içine sıçmamalısınız insanların, çünkü uyku en temel ihtiyaçtır ve kimsenin uykusunu elinen almaya hakkınız yoktur.

O gece geçtiğinde size çok kötü olmadıklarını söylerler ama kendileri bile unuturlar nasıl berbat bir gece geçirdiklerini. Uyunamayan gece içinden çıkılamayan bir şey gibidir. İçinden çıkınca unutulur ama sıçmışsınızdır bir kere. İnsanların içinde derin bir yara açmışsınızdır bir kere.

İnsanlar sizi onları bıraktığınız gece unutmaz, bir gündüz vakti, hiç farkında değilken unuturlar ama o gece yaşanmıştır bir kere.

Gece-gündüz sadece ekinokslarda eşit olur. Başka her vakitte birbirlerinden farklıdırlar.

Wednesday, August 15, 2012

Harry Thumann bir ses mühendisidir.


Bıraktığın gibi burdayım



Bir mezar taşının başında ağlamadan dururken söyleyebileceğin sözler kısıtlıdır. Ayrıca doğmamış bir bebeğe meydan okuyamazsın. Seni seven herkes sana değer vermez. Bunu kabullenmek için bir süper kahramanın gökten sana güç bağışlamasını bekleyemezsin.Herkes gittiğinde anlarsın aslında kime sığınacağını kimin TEK olduğunu dar zamana düştüğünde dua etmen gerektiğini. İnsanoğlu inanç konusunda bencildir. Kendi isteklerine dualar eder olmayınca haince isyan eder. Oysa ki sen seni yaratana dua etmelisin bir tek.

“İstemediğin şeyleri kabullenmek zorunda kalmak” kavramı dünyaya geldiğinden beri mutsuzluk daha bir yaygınlaştı sanki. Parklarda sırası gelmeyecek salıncak bekleme korkusu gibi bakar oldu herkes hayallerine. İnsanlar birbirine uzaklaştı, insanlar kendine uzaklaştı. Hadi bunların hepsini boşver de asıl biz birbirimize uzaklaştık.

Oysa bazen mutlu bazen mutsuzken, baş etmek zorunda olduğumuz sıkıcı problemleri anlatırken ya da en saçma şeyleri konuşurken iyiydik sanki. Sonra neden görünmez duvarlar örüldü. Ya da o duvarlar sadece benim hissizliğimdi.

İnsanın acı çekmesi iyi bir şeydir. En azından hala duyguların, hissiyatların olduğuna emin olabilirsin. Ama düşünsenize, eline iğne batırınca surat ifadesinde en ufak bir değişim yaşamayan insan çok korkunç değil mi ? İşte kalbin buzdolabına dönmesi de en az o kadar korkunç aslında. Başına gelebilecek bütün güzel olayları sandığa kilitleyip anahtarını yutmak gibisinden yani ..

Yine de iyiydik öyle. Şarkılar paylaşıp, gülüşleri bölüşürken hani. Ya da hala imkansızları umut edebilirken. Hep çocuk kalmış yanımızı köşeye koyup siyaset tartışmaya çalışırken belki. Ve henüz hiç kimse gömmemişken sevdiğini.

Evet, bir mezar taşının başında ağlamadan dururken söyleyebileceğin sözler kısıtlıdır. Ama kalbini mezara çevirmiş biri ile konuşurken söyleyebileceklerin, çok daha fazla kısıtlıdır.Sadece havale ederiz sadece..

Monday, August 13, 2012

o seni hiç ‘o şekilde’ sev(e)miyor


Bazılarını hiç  ‘o türlü’ sevmek istemiyorsun. Bildiğin düz şekliyle kalsın hayatında. Heyecanlanma yanında. Beraber süt için, kokoreç yiyin, dalga geçin televizyondaki adamla. Okuldan çıktığında onu ziyarete git, arkadaşlarıyla otur bir nargile kafede. Onun yanına oturamadın diye mızmızlık yapma onlara.Eski sevgilini anlat.
Bazılarını hiç  ‘öyle’ sevmek istemiyorsun. Daha fazlasını beklememeyi diliyorsun. Onunla konuşmadan bir günün geçmesin, mesaj atsın. Otobüste görüp çok beğendiği kızı sana anlatsın. Evi değil de arka bahçesi ol, her şeyinden haberdar ol. Elinden tutma da bileğinden tutuver sen de canım. Beraber mizah dergisi okuyun. Kitapçılara gidin.
Hiç ‘o şekilde’ sevmek istemiyorsun, böylesi daha iyi, böylesi daha kalıcı, öylesi yok. Seni otobüsüne kadar bırakıyor, ama radyoyu açar açmaz karşına daha neşeli bir şarkı çıksaydı duygusallık bulmayacaktın bunda. Küçücük olayların kurbanı oluyorsun. Sen aslında onu hiç sevmeyecektin, çünkü seversen uzak kalacaktın, uzak kalırsan özleyecektin.
Özlersen demagoji yapacaktın.
O şarkı çıkmayacaktı radyoyu açtığında, suratından o şapşal gülümsemeyi silecektin. Derslerini ekmeyecektin. En yakın arkadaşını dinleyecektin, o haklıydı. Tehlikeli sularda dolanmayacaktın piç. Kıta sahanlığını geçmeyecektin.
Bazılarını hiç sevmemek istiyorsun, iki sevginin arasında sıkışıyorsun. Hangi ‘türlü’sü seni, sizi mutlu eder; bulamıyorsun çözüm. Her türünden vazgeçiyorsun. Sıçıyorsun işin içine. Hep yanımda kalsın içgüdüsüyle aşık oluyorsun, terk ediyorsun sonra. Niye bulduğunuz orta noktada mutlu mesut geçinemiyorsun? Niye sana duyduğu sevginin niceliğinden çok niteliği önemli? Bırak hayatında aynı tekdüzelikte, sabitçe duruversin. İnsanlar alışkanlıklarını bırakıp boşanamıyorlar, sen niye rahatını bozuyorsun. Niye rahat batıyor.
Bazılarını hiç ‘o şekilde’ sevmek (bok) istemiyorsun. Çünkü o seni hiç ‘o şekilde’ sev(e)miyor.
Sadece bir şarkı yüzünden olamaz ki.





Küçükken Çarli’yi izlediğimde dikkatimi çeken ilk şey Talat ve Nalan’ın isimlerinin okunuşlarının başından ve sonundan aynı olmasıydı. Bir de Sibelcan diye bir kız vardı o dizide. Cilvenaz’ı da unutmamak lazım.

Sunday, August 12, 2012

Gelip Geçer,



Tercih edebilirdim onu uzaktan izlemeyi. En basidinden interneti kullanabilirdim. Önce vazgeçtim bundan. Sonra da yapmadım.
Yapabilirdim bunların hepsini. Sosyal paylaşım platformlarında sevgilisiyle ilgili şeyler yazdığını gördüğümde mesela Bunları benim görmem için yapıyo’ yaa diye düşünebilirdim, arkadaşlarıma “Mutlu olsa böyle yazıp durur mu her yere” diyebilirdim.Ama öyle bile olsa, olmazdı. Çünkü ben onun hayatından uzaktayım. Nereden bilebilirdim ki tam olarak ne olduğunu? Belki de her yere yazacak kadar mutludur işte. Kahvesine attığı şeker sayısı artmıştır. Ben onun hayat alışkanlıklarından uzaktayım artık.
Tahmin edebilirim sadece. Bilmem; sabah o daha erken kalkıyordur mesela sevgilisinden, ilk günaydın mesajını o atıyordur ariyordur belkide beraber uyaniyorlardir. Her gün onu evinden alıp okuluna, kursuna bırakıyordur. Haftada bir gün akşam yemeğine çıkıyorlardır. Her gün 1 saat telefonda konuşuyorlardır. Ne bileyim ben? Kokusunu çok seviyordur. Beraber akıp giden bir hayatları vardır. 

Onun hayatını, ne kadar mutlu olduğunu internetten ölçemezdim.
Ben onun devam eden hayatını izlersem durmuş olurdum.
İşte bu yüzden bunların hiçbirini yapmadım. Onun akıp giden hayatını bir televizyon karesi gibi dondurdum ve bir yerlere kitledim.  Kitledim ki, onunla münasebetim hayatımın büyük değişikliklerinde onu hatırlamak, “Ona haber verebilirdim” demek istemek ve dememek olsun.
Bunu adını hatırlayamadığım bir dizide duymuştum, yazmıştım bir köşeye ama cuk oturacak buraya: Eksikliklerimiz en çok da en mutlu olduğumuz anlarda gelir aklımıza.
İşte o yüzden, sadece tahmin edebileceğim hayatına uzaktan bile bakmıyorum, bir gün tahammül edemeyecek hale gelirim diye. Sırf internette canım sıkılıyor diye kendime bunu yapamam işte.
Sadece okulum bittiğinde, sınavlar açıklandığında, tercih yaptığımda, yeni bi haber aldığımda hatırlayayım onu diye.

O hatırlanmayı haketmiyor
Hayatımdan ne kadar uzakta olursa olsun. Bazen telefona uzanıp “Biliyor musun bugün böyle böyle oldu” demek istiyorum. Bazen dostca.


Saturday, August 11, 2012

Kusura bakma. Sana karşı dik durmak zorundayım ama bazen gücümü yitirdiğim zamanlar geliyor.Kendimi kötü hissettiğimde “Tamam” diyorum. “Tamam geçer”. Bazen geçmiyor ama, sahiden beter hissediyorum. Yoğun bir baskı. Evde durmak istiyorum, dışarısı beni çok yoruyor. Kimseye anlatamıyorum. Öyle zamanlarda yatağıma gitmek istiyorum, rol yapmak istemiyorum hiç kimseye.

Bazen uyku bile beni istemiyor. Saatlerce dönüp duruyorum. Uyumak için güzel hayaller gerekir. Benim güzel hayallerim ipotekli.

Biliyor musun, akşamları karanlıktan korktuğum için kalabalık caddelerden gitmeye çalışırım. Sanki o kalabalık cadde, ışıklar, dükkanlar beni koruyormuş gibi hissederim. Onların hepsi benim için ordaymış gibi gelir bana. Hayatımdaki yerin o caddeler gibi

Işıkların benim için yanmıyor ama ben hala aydınlanıyorum.


                              

Aslında ama diye başlanmaz



Ama bomboş kalıyorsun birden. Hayatından biri eksildiği için mi boşsun yoksa eksilen kişi zaten eksiklerini mi kapatıyordu, orası belli değil. “Ben bu kadar boş bir insan mıydım?” diye soruyorsun aynaya bakınca.
İnsanlar gülüyorlar, internette bile herkes komik şeyler paylaşıyor. Bir tek sen gülmüyorsun nedense. Senin neşen yokken herkesin keyfi batıyor sana. Bomboş kalıyorsun birden. İçinden umutlar çıkıyor. Gözündeki neşe gidiyor. Kitap bile okuyamıyorsun, kendinde o hayal gücünü toplayamayacağını biliyorsun çünkü.
“Kitap okumak yerine film izliyorum artık” diyorsun mesela. “Düşünsene ne kadar yorgunum” Düşünsene ne kadar zor geliyor artık sana alışmak bir kitaba bile. Kitaplar bitince kahramanları seni bırakırlar çünkü.
Bomboş buluyorsun birden kendini, o küçümsediğin, “Hiçbir halttan haberleri yok” dediğin insanlar bile senden daha fazla gülüyor çünkü. Onlar bile senden daha güçlü duruyorlar o an.
Entellektüel birikimin faydası var mıdır ki üzüntüye?

Sorguluyorum kendimi " neden simge, neden? "
Cevap veriyorum icimden dışıma " nedeni olsaydı acı çekmene müsade etmezdin. "
İnanmıyorsun, güçsüzlüğüne inanamıyorsun, “Şimdi gülümsememi tek bir insan sağlayacaksa ben çok boş bir insanım” demek mahvediyor seni.
En çok böyle zamanlarda yazılıyorsun devam etmeyeceğin kurslara, alıyorsun okumayacağın kitapları, derslerine çalışıyorsun ilk defa. İnsan ders çalışmayı sever mi hiç? Biraz bile ‘düşündürtmeyecekse’ sever aslında. 
Şunuda belirtmek isterim ki bu yazdıklarımı kim okur kim göz gezdirir bilemem ama net bir cevap varsa ANNEM her gün gazete okur gibi benden gizli blogumu takip ediyor :) Buraya yazdığım bir çok sey kurgu. Herşey senin bildiğinden ibaret bazen yazılanlardan bir genç kızın bir erkeğe olan aşkı çıkarılmamalı. Onun ciltlere sığdıramayacak kadar çok sevdiği ve kaybettiği babası varken, bazen terketmeler "acaba kizim bana soylemeden bir iliskiye mi basladi biri onu uzdu mu " dıye yorumlanmamali.
Kaldi ki günümüzde bir çok aşk kelimelerle anlatılmayı haketmeyecek kadar KISA ve DEĞERSİZ.

Friday, August 10, 2012

“Bi arkadaşa aşık olup çıkıcaktım”


Arkadaşla sevgili olmak da zordur, sevgili olamayıp arkadaş kalmak da. Neresinden bakarsanız bakın çok sancılı bir meseledir şu arkadaşa aşık olmak denilen şey.
“Arkadaş” kavramı bu noktada ikiye ayrılıyor aslında, sadece ortamınızda bulunduğu için vakit geçirdiğiniz birine aşık olmakla karşı cinsten en yakın arkadaşınıza aşık olmak arasında dağlar kadar fark vardır. Aynı sınıftan, mahalleden, kurstan tanıdığınız birinden hoşlanabilirsiniz ama en yakın arkadaşa aşık olmak bundan çok daha farklı hisler uyandırır: Suçluluk“Bu da nereden çıktı”,“Şimdi hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”…

her yakın arkadaşlık bir miktar sevgililik içeriyor sanırım.
Bu hislerin birden kabarması ise yalnız ve boşlukta hissettiğiniz dönemlere denk gelir genelde. Sevgilinizden ayrılmışsınızdır, taşınmışsınızdır, okul değiştirmişsinizdir ve bu boşluk döneminde yanınızda “O” vardır. Yahut siz öyle görmek istemişsinizdir.
Olan olur. Birden rüyanızda onu görmeye başlarsınız, yanında birini görünce, birinden bahsedince sebebi belli olmayan bir sıkışma duyarsınız içinizde. Kendinize “Yok canım daha neler” derken bir akşamüstü müzik dinlerken onu düşünürken bulursunuz kendinizi, “canım” demesini çok fazla ciddiye alırsınız. Onunla buluşmaya daha bir özene bezene gidersiniz, telefonunuza 3 mesaj geldiyse muhakkak ilk onunkine cevap verirsiniz.
Artık o sırıtma devrelerinden sonra “Evet lan ben galiba aşık oldum” itirafı ve “Eyvah şimdi ne olacak” evresi başlar. Bir kere, hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır ne olursa olsun. Söylesem mi söylemesem mi, acaba o da seviyor mudur, hislerimi belli etsem mi gibi sorular kafayı kurcalar.
Eger o da sizi seviyorsa bir ilişkiye başlarsınız, belki yakın arkadaşlıktan dogan bir sevgilinin handikapları ilişkiyi bitirir yahut bunun avantajlarından yararlanıp geçinip gidersiniz. Ama bu mutlulugun içinde bile “Ayrılırsak arkadaşlıgımızı da mahvetmiş oluruz” düşüncesi hep bulunur.
Gelelim kötü olasılıklara. Eğer ona bir şekilde açıkladıysanız ve onun hisleri sadece arkadaşçaysa işte o zaman her şey zorlaşır. Bu noktada arkadaşlıgın yakınlık derecesi çok önemlidir ama ne olursa olsun hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır işte. Ya “Tamam, geçici zaten bu hislerim” şeklinde geçiştirirsiniz ve hakikaten de ona arkadaş gibi bakmaya devam edersiniz ya da bir sürüncemeye girer, ondan soğur vebir gün ister istemez hayatınızdan çıkarırsınız. O da size eskisi gibi bakamaz, bakamaz işte.
Bazense “Onu kaybetmek istemiyorum” dersiniz kendinize ve ona söylemeyemezsiniz, ki en kötüsü de budur işte.. Bu sefer kıskançlıklarınızı açıklayamazsınız, onu bir toplu iğne gibi hayatınızda tutarsınız ve canınız çok yanar. İçinizde ukde kalır, hayatından geçip gidenleri izlersiniz, belki de bir akşamüstü müzik dinlerken“arkadaşınız” için ağlarsınız. Ve bunu hiçbir zaman söyleyemezsiniz, ne ona ne kendinize.
Neresinden bakarsanız bakın zor bir mevzudur arkadaşa aşık olmak, neresindne tutarsanız tutun elinizde kalır. Arkadaşa aşık olmak galiba biraz da kolaylıktır, yanınızda duran, siz ağladığınızda bir koşu yanınıza gelen insanın sevgiliniz olması gerektiğine çok kolay ikna olursunuz.
En yakın karşı cins arkadaşlar her daim yanınızda olması gereken kişilerdir. Ama sevgililer bir dönem yoğun bir biçimde varken ondan sonra hiç olmayan insan evlatlarıdır.
İkisinin de kendine göre güzellikleri vardır. O yüzden aradaki çizgi ince, hatta bazen çok incedir.
Gerçi artık arkadaşlıkların sevgililiklerden daha kısa sürdüğü bir dönemin içindeyiz,“Kaybetmek istemiyorsanız aşkınızı bastırıp arkadaş kalın” savı da çok dogru olmayabiliyor. Zor. Çok zor.
Eğer şanslıysanız zamanında aşık olduğunuz biriyle arkadaş olursunuz, o sizi o türlü sevmez ama yine de hayatında tutar, sabreder, hislerinizin bitmesini bekler. Zaman en uygun sevgi biçimini bulur zaten. En iyi olasılık budur işte.
Ama genelde, neresinden bakarsanız bakın bir arkadaşa şöyle bir bakıp aşık olup hemen çıkılamaz.

Benim önce onunla arkadaş olmam gerekiyor, ya sizin?
Kolay gelsin



Thursday, August 9, 2012

Zidane' in Materazzi' ye attigi kafa gibi ben de bazilarina kafa atip kariyerimi tamamlamak istiyorum.

Wednesday, August 8, 2012

Bir geldin Bin gittin



                                 


Bazı insanlar sağ gözünüzden gelen ince bir damla yaş gibi çıkıyorlar hayatınızdan. Aniden, fark etmeden. Öyle büyük bir gürültü koparmadan. Hayatın düzenini bozmadan, burnunuzu kırmızılaştırmadan, gözlerinizi şişirmeden. Etliye sütlüye karışmadan hayatınızı terk ediyorlar. Ağlarken konuşmaya devam etmek gibi, sesin hiç titrememesi gibi; Çok zarif hatta.
Herkesin eğlendiği, kalabalık bir partide hiç kimse fark etmeden çantalarını alıp çıkar gibi çıkıyorlar hayatınızdan. Sesinizi çıkaramıyorsunuz. Öyle hiç kimsenin dikkatini çekmeden, sadece sizin görebileceğiniz bir şekilde. Ölümlerden, terk edilmelerden, aldatılmalardan, kaybedişlerden sonra verdikleri kendinizi dağıtma hakkına sahip olmadan; sessizce kalıyorsunuz. Öylece kaçıyorlar, kimselere bahsetme hakkı vermeden. Eğlence devam ediyor, keyfiniz kaçmış bir şekilde orada kalıyorsunuz.
Gülerken aniden gözünüzden gelen bir damla yaş gibi geliyor, yani, gidiyorlar.
Nerden geldiğine hiç anlam veremiyorsunuz. Neden gittiğine dair bir gram fikriniz yok. Hayatınızdaki yerlerinin nasıl bu kadar sağlam olduğuna şaşırıyorsunuz. Daha çevrenize onlardan bahsetmeden, onlar sizi bahis konusu yapmaktan vazgeçiyorlar toptan. Annenize anlatamıyorsunuz, arkadaşlarınız size kızıyor.
Hayatınızdan öylece çıkmış oluyorlar, sanki bir bilgisayar oyunundan tek tuşla bir karakteri siler gibi. Hayat devam ediyor, hiçbir yeri bozmuyorlar. Yaşamınızın işleyişini bozmak için tek bir haklı sebebiniz yok. Sabah kalkmak zorundasınız, okulunuza, işinize gitmek durumundasınız. O oda çok dağınık, toplanmalı. Onların olmaması dışında ters giden bir şey yok gibi ama var da gibi.
Hiçbir ses çıkarmadan, kolayca, çorap söküğü gibi yok olmuş oluyorlar hayatınızdan. Büyük bir acı değilmiş gibi geliyor. Dedim ya, düzen bozmuyorlar ama yan etki olarak keyif kaçırıyorlar.
Tüm keyfinizi, neşenizi kaçırarak kapıyı çekip ışığı kapatıp çıkıyorlar. Çocuğunu sadece uyurken öpebilen bir baba gibi bile olamadan, hüngür hüngür ağlatmadan, uzun vadede ince gözyaşları bırakarak gitmiş oluyorlar işte.
“Çok şaşırdım, ben, sana bu kadar değeri ne ara verdim ki?”



 Geriye aldıkların , verdiklerin ve yaptıklarınla kalıverirsin.


" Düz " Orantı


Sen sevmek nedir bilmiyorsun ki.


Sen, birini bacakları daha güzel diye daha çok seviyorsun, yahut gözleri renkli değil diye daha az seviyorsun.


Sen birini güzelliği olmayan özellikleriyle de sevmenin ne demek olduğunu bilmiyorsun ki. Çarpık bacaklarını, elektriklenmiş saçlarını, sırtındaki sivilceyi sevmiyorsun birinin. Onları sevmeyi bırak, onlarla bile sevemiyorsun sen!


Sen hiç sevmemişsin ki, yanına bile yaklaşmamışsın. Aşk acısı dahi çekmemişsin. Sen hiç üzülmemişsin biri için, biriyle mutlu olsan onun için üzülme gücü bulurdun içinde. 


Kaybetmemişsin ki sen, bir şeyi kazansaydın kaybetme ihtimalin de olurdu.


Aşkın ne demek oldugunu hiç anlayamamışsın ki. Tamam, kimse bilmiyor, tanımsız olduğunu söylüyorlar ama herkes bir tanım uyduruyor kendine. Biri yanında mutlu olduğu için seviyor, diğeri huzur istiyor, öbürü yanında güven duyuyor, beriki ilişkideki o heyecana aşk diyor.


Sense uzun bacak boyuna, pürüzsüz bir yüze


Sen, yanına bir süs arıyorsun, üzerine tam uyacak bir pantolon gibi. Arkadaş ortamlarında, Facebook profillerinde, kafelerde, vapurlarda “Vay be yanındakine bak”  desin istiyorsun insanlar. Sen sadece hayranlık dolu bakışlara bakarken yanında bir boşlugu tutuyorsun.


Bugüne kadar en çok sevmiş olduğun sevgilin en güzeli mesela, güzel olmayanı ise en sevmediğin. Bu “düz” orantıyla mutlu olduğunu zannediyorsun.


Sen mutlu olmak bile istemiyorsun ki. Bir insanın amacı nasıl mutlu olmak olmaz? Sen onu yanında kustu diye sevmiyorsun artık, o gün güzel olmadığı için, kalemi aktığı için, dudağının kenarında çikolata kaldığı için.


Gözündeki çapakla bile sevemiyorsun birini.


Sen biriyle mutlu olmayı bilmiyorsun bile onun yanında çirkin olmayı göze alacak kadar.


Mesela sen o ağladı diye utanıyorsun, insanlara bakıyorsun özür dilercesine.


Sen birini topuklu ayakkabılarıyla olduğu kadar sevmiyorsun postal botlarıyla.


Biz, kulağımıza fısıldadığı iki kelimeyle mutlu oluyoruz, sen onun sarı saçlarıyla.


Sen mesela onun kötü saç kesimini, rengi cart kazağını, kurumuş dudaklarını, fazla kilolarını sevmiyorsun.


O yüzden onlar, senin sevdiklerini sandıkların, seni güzel sevemiyorlar.


O yüzden onlar ağda yapıp senin yanına geleceklerine pijama giyip evde oturuyorlar.

Monday, August 6, 2012


  • Kaybolan değerlerimizi hatırlatmak adına artık attığım mesajların sonuna adımı soyadımı yazıyorum. “Naber kanka? SIMGE AYFER hatta M.SIMGE AYFER”

  • Peki Facebook’u neden dondurdum? Öncelikle kendim hakkında mini bir açıklama vermeliyim: İçimdeki ergen ruhu taşımamdan mütevellit hala birilerine sinirlenip onları Facebook’tan silmek istiyorum. Peki ya bu kişi çok yakın arkadaşım olunca silmek yiyo mu acaba? Yani sözün özü Facebook’u dondurma sebebim ERGENLİĞİM. Evet. 

Çok sıkılacağım yapacak bir şey bulamayacağım ve geri açacağım. Evet . Ama bugün kapatmak istedim. Öylesine.

  •  2.sebep ondan da komik. Eskiden her gittiği yerde fotoğraf çekmeye üşenen ben telefonun kamera özelliğini son 1 yılda milyonlarca kez  kullanmışımdır, bu yüzden yeni profil fotoğrafı gelmekle bitmez. Sebebi çok sıkıldığımdan. Son fotoğrafıma çok sinir olmuştum, eski fotoğraflarımdan birini seçince de kendimi eski sevgilime dönmüşüm gibi hissettim (same old fears hadisesi) ve profilimi tam o anda kapattım. Yani kapatmamın diğer sebebi kaybolmak istemem.
  •  
  •  Ve dondurunca” Şu kişi seni özleyecek” şeyleri çıkıyo ya, işte orda aramın bozuk olduğu arkadaşım çıktı. Tam tahmin ettiğim gibi oldu. HADİ LAN ORDAN deyip tak diye kapattım. Gerçekten çok havalıydım. Şaka yapıyorum.

  • Film dinleme kavramını hayatımıza sokan Ersin Karabulut gibi oldum.
  • Anlatmak için atraksiyonlu, maceralı bişeyler aradım ve anladığım kadarıyla hayat bu ara bana slow motion.

  • Pazartesi günlerini artık çok sevmemek istiyorum. Güzel geçmesini beklerken hiç ummadıgım bişey olunca yeni haftaya hiç hazır olamıyorum.
  • Bazen canım “herşey”i, dahi anlamındaki de’yi bitişik yazmak istiyor.

  • Cut.

Ayrılık, adı üstünde ayrı olma halidir.


Hep söylerim, birinin tam şu an naptığını tahmin etmeye çalışmıyorsanız artık unutmuş sayılıyorsunuz. “Bugün 5 Ağustos gecesi, ne yapıyor olabilir? Arkadaşlarıyla mıdır, sevgilisiyle mi? Belki evde televizyon izliyordur, belki de tatildedir”
Çünkü eskiden öyle olmazdı. Bir Eylül sabahı okulunuza ulaştığınız sırada “Acaba okula geç kaldı mı” diye düşünüyordunuz, bir Haziran öğleden sonrasında sınavının iyi geçip geçmediğini merak ediyordunuz, doğum günü akşamında nerede olabileceğini, kimin ona ne hediye aldığını, kime sarıldığını gözünüzün önüne getirmeye çalışıyordunuz.
Hep söylerim arkadaşlarıma, birini kendinizle kıyaslamayı bıraktığınızı anladığınızda onu unutmuş buluyordunuz kendinizi. Ama eskiden öyle olmuyordu. Onun sevgilisi varken sizin yoksa, dünyanın en çirkin insanı gibi hissediyordunuz kendinizi; hemen siz de bir sevgili ediniveriyordunuz. Onun gittiği konsere gidememenin acısını çekiyordunuz, onun sizden sonra izlemeye başladığı diziyi sevmeye çalışıyordunuz.
Hep düşünmüşümdür, bir aşk filminde duygusal bir öpüşme sahnesi gördüğünüzde kişilerin yerini eski sevgiliniz ve yeni sevgilisiyle değiştirip kahrolmaktan vazgeçtiyseniz unutmuş oluyordunuz onu. Eskiden kahroluyordunuz. Yolda sarılanları görünce onun artık başkasına o kadar sıkı sarılıyor olma ihtimali nasıl da delirtiyordu sizi.
Peki neden kıyaslıyorsunuz kendinizi onunla? Peh. Neden mi? Eskiden böyle olmuyordu da ondan. Hiç düşünmeniz gerekmiyordu. Yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmiyordu, nerede olduğunu ne yaptığını biliyordunuz. Onunla aynı yerde olup aynı soluğu alıyordunuz. Biraz özlediniz mi telefonun ucunda oluyordu, sesini duyunca yüreğinize su serpiliyordu. Aşk filmlerini izlediğinizde koşup ona sımsıkı sarılasınız geliyordu. Uyanınca size mesaj atıyordu, geç kalıp kalmadığınızı biliyordunuz
Eskiden öyle olmuyordu, çok fazla şeyiniz aynıydı, sonra her şeyinizi ayrı buldunuz. (Ya ne olacaktı, adı üstünde ayrı-lmak değil mi?)
Hep söylerim, birini artık kendinizle kıyaslamadığınızda unutmuş sayılıyorsunuz. Hadi dürüst olalım, bazılarını unutmuyordunuz. Onları hatırlamak sizi yalnız hissettiğinizde birazcık mutlu hissettiriyordu.
Yani demek istiyordum ki, artık tamamen ayrılmış sayılıyorsunuz, iki ayrı insanın kıyaslanamayacak kadar farklı yaşamlara sahip olabileceğini idrak ettiğinizde.O saçma yarıştan sonra içinizi boşalmış buluyorsunuz. İşte o vakit, tamamlanmış bir ayrı-lığınız oluyor.
Ayrılık, adı üstünde ayrı olma halidir.
Köprüdeki iki inatçı keçiden biri olduğum için BENIMLE OLMAZ. 
Diğeri sen olduğun için SENINLE OLMAZ. 
Yani ayrı ayrı bizimle olmaz. 
ama BIZden OLUR.
Hemde çok güzel olur.


Bas gaza askım.



Sadece Arada Bir

Bazı insanlar giderken tıpkı o şarkıdaki gibi “Arada bir buluşalım seninle biz yine” demek istiyorsun ve arada bir onları görmek istiyorsun. Bundan daha doğal ne olabilir ki?
Hani genelde çocuksu bir taraf kalır ya içinde, hani misafirler gittiğinde gitmemelerini isterdin çocukken; “Gitmeyin” diye bağırırdın arkalarından hiç düşünmeden. O yıllarda “gitme” demek hiç de zor bir şey değildi ama artık zaman geçti. “Gitme” dememeyi şarkılardan, gidenlerden ve seni dinlememelerinden öğrendin.
“Gitme!”nin geçersizliğini hiç kabullenmek istemedin. Özdemir Asaf bile dayanamayıp “Sana gitme demeyeceğim ama gitme Lavinia” dedi ama bu kez diyemiyorsun. O çocuksu tarafınla onlara gitme demek istiyorsun. Bazı insanlara gitme diyemiyorsun ama kendi öz kararlarıyla kalmalarını istiyorsun. Kalmıyorlar.
Bazı insanların gittiğini görüyorsun ve en azından “bazen” gelsinler istiyorsun. Arada bir. Ağlarken yanında olsun, sonra gitsin. Javier Bardem in son filmini ne zamandır bekliyordunuz, birlikte gidin, sonra yine gitsin. Ayda bir kere akşam yemeğine çıkın, sonra ayrılın. “Arada bir görüşelim.” Bundan daha saf ne olabilir?
Sırf ailevi sorunlarını sadece ona anlatabiliyordun diye bile özleyebiliyorsun onu.Ben o sebepten özlüyorum mesela. Simge.. demesi bile yetiyordu çoğu zaman.
Diyorum ya, bazı insanlar senden ayrı olsalar da arada yanında olsunlar istiyorsun, tıpkı “Bir defadan ne olacak” deyip sigaraya alışmak gibi. “Arada bir, son defa.”Hatta bir mahkeme kararı çıksın istiyorsun hakkınızda, nasıl annesi babası ayrı çocukların beraber yaşamadığı ebeveynini haftada bir görme hakkı varsa, senin de onu görmeye hakkın olsun istiyorsun.
Hep’i arada bir ile kamufle etmeye çalışıyorsun.
“Yani tamamen gitmesen olmaz mı?”
O uzaklaşırken, sadece yürüyüşünü görürken, sırtı bile senden yabancı olurken artık; dilinin ucuna bir cümle geliyor:
“Ne var yani, arada bir görüşelim. Sana yemin ediyorum, sadece arada bir aklıma geliyormuşsun taklidi yapacağım”

    

Saturday, August 4, 2012

İçimden çıktım bugün içimle konuştum




Arabayla uzun yolculuklar yaptığım için kulağımda kulaklık takılıyken bol bol düşünmeye vaktim oldu. Ki bu normalde iyi bir şey değildi hatırladığım kadarıyla. Ama ilk defa iyi hissettim bu düşünmelerin sonucunda. Ayrıca eski düşüncelerimin de beni neden bu kadar mutsuz ettiğinin farkına vardım.
Meğer ben yakın zamana kadar hayattan istemediğim ne varsa onların olmasını istiyormuşum. Olmadığı için üzülüyormuşum falan. Hiç ilerisini düşünmeden anı kurtarmak peşindeymişim hep. Ama hani derler ya “Bir şey olmuyorsa olmaması gerektiği içindir.” diye, doğruymuş. Ben hep bir şeyler istemişim ama aslında isteklerim gerçekleşse “Bir dakika lan, ben bunu istemiyorum ki” diyecekmişim. Ne kadar sevmediğim şey varsa hepsini sırayla yaşayacakmışım. Bütün bunlara da ben sebep olacakmışım.
Ben çok kanaatkar bir şekilde büyüdüm. Mesela çikolatalı dondurma istediğimde annem yanlışlıkla vanilyalı dondurma almışsa “Ben bunu istemiyorum ki” demedim, teşekkür ettim. Bu da iyidir dedim, olsun dedim. İstemeden de olsa yedim. Sonra bu düşünce hayatımın her alanına yayılmaya başladı. Bu sefer gerçekten istediğim bir şey bütün kusursuzluğuyla gerçekleştiğinde “Kesin biraz sonra bir şey çıkar ve bozulur” düşüncesiyle hep tetikte bekledim, belki de bu yüzden hiçbir zaman tam anlamıyla o bahsettiğiniz gibi ÇOK MUTLU olamadım.
Bu düşüncenin sıradanlaşması beni mutsuz değil ama duygusuz yaptı. Bu yüzden hiçbir zaman sonsuzluğa inanmadım. Her şeyin muhakkak biteceğine hep inandım. Bu kötü dönemleri atlatmada çok faydalı oldu tabi, onu da inkar edemem.
Ama bir yerden sonra fark ettim ki, bu benim hayatım. Yani ben bir şeyi yapmayacaksam Ayşe Teyze laf söyler diye ya da Mustafa amca sevmez diye değil de istemediğim için yapmamalıyım. Bir nevi mahalle baskısı dedikleri olay yani. Eğer hayatımda bir şeyi gerçekten istiyorsam 1-2 kusuruyla değil mükemmelliğe ulaşıncaya kadar istemeliyim. 
Bu düşünceye gelmem gerçekten çok uzun sürdü. Yani birkaç ay öncesine kadar. Çünkü böyle lafları her zaman herkes söyler ama gerçekten uygulamak kolay kolay yemez bilirim. Yapmayacaksam konuşmayı sevmediğim için uzun süre düşündüm. Karar aldığım gibi hayatımdaki her şeyi tek tek sorguya çektim.
Baktım ki bir sürü pürüz, yarım kalmış, tamamlanmamış istekler .. Yapabildiğimi tamamladım. Baktım bir yerden sonra elimden bir şey gelmiyor, tamamlayamıyorum yani. Onları da tek tek hayatımdan uzaklaştırdım. Şimdi diyorum ki keşke. Keşke daha önce farkına varabilseymişim herşeyin.
Çünkü ben her uzun uzun düşünüp üzüldüğümde aslında istemediğim bir şeyi tamamlamaya çalıştığım için sıkılıyormuşum. “İçimde bir sıkıntı var ama sebebini bilmiyorum.” dediğim zamanlarda asıl sebebin bu olduğunu fark edememişim. 
Başkalarını mutlu etmek için 
hep kendimden ödün vermişim. 
Bu beni düşünceli fakat mutsuz biri yapmış. Benden 
başka herkes beni çok sevmiş.

Bütün bunları kafamda toplayabildiğim de anladım ki ben de herkes kadar mutlu olmayı, istediklerini almayı hak ediyorum. Hatta zaman zaman kanaatkar değil bencil olmayı bile öğrenmem lazım. Yani bir nevi, yaşamaya bir yerden başlamam lazım.
Güzel demişler insan kendinin psikoloğu olmalı diye.

Friday, August 3, 2012

Otobüsler güzel kokuyor

Ben bir gün hani bir gün, köprü altındaki duraktan binen evsiz ve yaşlı adamı "pis kokuyor" diye dolmuştan yaka paça indiren şöförün koltukaltı çiçek bahçesi gibi kokuyordu. sordum, hangi parfümü kullanıyorsunuz dedim. chanel no.5 dedi. dedim o kadın kokusu. dedi güzel olan her şeyi severim.
ramazan'ın insan üzerindeki negatif etkisinden olacak, kendisi biraz da agresifti. bir yolcunun, -düğmeye zamanında basmış olmasına rağmen- durakta durmayan dolmuş şöförüne isyan etmesi ise tam bir deli işiydi. bu arada o yolcunun parfümü de bvlgari black idi sanırım. çünkü o da çok güzel kokuyordu. biraz hırala gürele ile dolmuştan indi.

sıra benim durağımdaydı. düğmeye, en son durduğumuz duraktan çıktıktan 10 saniye sonra basmalıydım bir yanlış anlaşılmaya sebebiyet vermemek için. tam bir önceki duraktayken düğmeye bassam, geç bastım sanabilir ve bana da sinirlenebilirdi. ineceğim duraktan bir kaç metre önce bassam yine sinirler gerilirdi. o iki durak arasındaki en doğru yeri ve zamanı kolladım. durağım gözükünce düğmeye bastım. emin olmak için "duracak" yazısına ve şöförün önünde yanıp sönen düğmeleri kontrol ettim. her şey kusuzsuzdu. 15 saniye sonra durmalıydı.
14
13
12
11
10
9
8
7
6
5
4
3
2
1
0
.
.
ama o da ne? şöför durmadı. orta kapıdan cılız bir ses geldi -yani benden-;

-şey şfr by bn bu drkta incktm aslnda ama ksmet diilmis :(

şöför bana dikiz aynasından sert bir bakış attı. mahçup oldum. normalde diklenirim ama terliyken dayak yemek istemiyordum. adam hatasını anlayıp durdu. durduğu yer iki durağın tam da ortasıydı. gideceğim yere gitmek için karşıdan karşıya geçmeliydim ve inmem gereken durağın dibinde ışıklar olduğu için bu işlemi rahatça gerçekleştire biliyordum. sakinliğimi koruyarak kendi durağıma doğru yürüdüm. bu sırada iki yakışıklı delikanlı "hele hele" tarzında bir şeyler söylediler camdan sarkarak. yüksek sesle burhan çaçan dinledikleri için iltifatlarını tam olarak duyamadığıma biraz üzüldüğümü itiraf etmeliyim.
yayaya, yani bana yeşil ışık yanınca karşı kaldırıma yürümeye koyuldum. varmama 4-5 adım kala yayaya kırmızı ışık yandı ve araçlar anında hareket etti. korna filan yedim. açıkçası yürüyüş hızım normaldi. sadece karşıya koşturmadığım için, varmak istediğim noktaya ışıktan evvel yetişemedim. hala sinirlenmemiştim.

eve geldiğimde anahtarımın yanımda olmadığını farkettim ve evde bana kapıyı açacak kimse yoktu. telefon klübesine gidip kontörlü kartımı soktum, anamın numarasını çevirdim.( hayal gücü uydurma potansiyelim mükemmel de) gördüğüm kadarıyla kontörlerim seri bir şekilde tükeniyor ancak ben arzuladığım görüşmeyi yapamıyordum. bir kaç denemeden sonra bu uğraşımdan vazgeçtim ve ahizeyi yerine koydum. ve hemen yine kaldırdım. ahizede bilimum renkte kulak pisliği mevcuttu...çantamdan anti bakteriyel ıslak mendil çıkararak kulağımı temizlemeye çalıştım bir miktar. bilemiyorum işe yaradı mı yaramadı mı...

yarım saat sonra annem geldi ve eve girdim.
hava çok sıcaktı.

açıkçası büyük bir sitede, allahında bir o kadar unuttuğu bir yerinde yaşıyorum. ve doğrusu çok da sakin mizaçlı bir insan değilim. minibüs ve otobüs şöförlerine çekinmeden atarlanabilen bir yapım var. yanlış gördüm mü, olayı sineye çektiğim günlerde hayatın daha da zorlaştığını farkettiğim günlerden beri hata affetmiyor, sineye çekmiyorum. sadece kendimde değil, eğer minibüs şöförü bir yolcuyu yolun tam ortasında, yani hiç de müsait olmayan bir yerde bıraktığında bile, sinirlerim oynuyor ve hissettiklerimi şöförle doğrudan paylaşıyorum. fakat bağıl nem sinirimi emmiş olmalı. hissizce olan biteni izliyor ve yaşamıma devam etmeye çalışıyorum bir kaç zamandır.

şu an tam da başucumda bir klima var ve optimum serinlik eşliğinde bu kaydı gerçekleştiriyorum. serinliği arkadan aldıkça da sinirlerim geri geliyor. ve ŞU AN ÇOK SİNİRLİYİM. geçmiş zamana geri dönüp nefretimi kusmak, otobüste koltukaltı ,ya da apışları artık neresi bilemiyorum, kokan herkesi sabun ve suyla yıkamak ve yüzlerine ne kadar iğrenç koktuklarını haykırmak istiyorum. otobüs şöförüne gidip sen tam bir götoğlanısın demek istiyorum. hele hele diyen uçkuru çözük dolaşan gençlerin ağzının ortasına bir şaplak indirmeyi düşlüyorum.

NOLUR BENİ CUMHURBAŞKANI SEÇİN! yemin ederim otobüste herkes mis gibi kokacak! yemin ederim trafik ışıklarının süresini düzenleyeceğim! azgın oğlanları dizginleyeceğim, kontörlü telefonlar artık bu kadar çok kontör yemeyecek, üstelik çalışacak! minibüs ve otobüs ve bazı bazı taksi şöförlerinin de aklını alacağım.size yemin ediyorum HAYAT BAYRAM OLACAK!


Beni secin 93 modelim kütük bilgilerimden M.Simge Ayfer kısmını bilmeniz yeterli . Ayrıca M nin ne oldugunu asla açıklamayacağım. Çünkü eğitim ve öğretim hayatım boyunca hep yüzümü kızarttı mahluk. Abdullah aşağııı Simge yukarı Abdullah aşağı Simge yukarı.  ülkenin kralı olam ayagınızı yıkayam öyle hoşgörülü bir insanım . Haydi rast gele...




Kulaklıklarımı takınca herkesin bana seslendiğini düşünüp sürekli müziği durdurarak şarkıları da mahveden paranoyak bir insanım.


  • Merhaba
  • Bu aralar o kadar sıkıcıyım ki, paralel evrendeki halim bile kesin berbat halde. Hatta oturup düşünüyodur “Paralel evrendeki diğer hayatım çok güzeldir belki” diye. Canım, değil. Hiç kıskanma burayı. Diğerlerini de kıskanma, onlar daha da beter bence
  • Çünkü doğum günümde pastama “Seni anan bizim için doğurmuş” yazdıran arkadaşlarım var.
  • Twitter’dan bana garezi olduğuna sonsuz derecede inandığım kiza menşın atıp Koca ağızlı karı, kırdığın potlari yalanlari sok bir tarafına” yazmak istiyorum. Yazmıyorsam asaletimden değil korkumdan moruk. Anana soyleyip mahkemeye verecek kadar cazgırsın.
  • Bir bilseniz benim bildiğim şarkılar ne kadar fazla ve ne kadar gereksiz





Ar gelir Osman ağa ar gelir 
Safiyeme karyola dar gelir 
Ar gelir Osman ağa ar gelir
Safiyeme karyola dar gelir 


iyi uykular.