Burada da hiç merak etmeyeceğiniz fotoğraflar paylaşıyorum

Instagram

Friday, December 28, 2012

İnsanlar gitmez, sen kalırsın

Yine ben..
    Zor seyler gelecek başına. 18 de olsan 48 de, çook zor günler gelecek. Bazı geceler bitmeyecek mesela,  güneş sabahı sana getirmeyecek. Gün, aydın olmayacak bazen. Yıldızlar tutacak seni, kimi zaman içlerine bile çekecekler.Hele bir de mevsimlerden kışsa yıldızlar bile göstermeyecekler kendilerini. Sevdiklerin uzaklaşacak senden. Güvendiklerin kaçacaklar. Seni artık “sen” olduğun için sevmediklerini göreceksin. Sesin çıkmayacak ama, içinde hissedeceksin. Bazen çığlıklar atmak isteyeceksin, bitsin artık diye. Atamayacaksın. Ne çığlık atabileceksin, ne de içine atacaksın. Yutkunmaya çalıştıkların bir balgam gibi takılacak boğazına. Hatta bazen yemek bile yiyemeyeceksin. Zehir olacak günlerin. Ayların belki de. çok zor anlar yaşamak zorunda kalacaksın. Kimi zaman yakınlarını, bazen sahip olduklarını, fakat en cok kendini kaybedeceksin. Tek başınalığı anlayacaksın. Seni dinleyenler olacak, ama asla sesini duymayacaklar. Duyuramadığından değil, istemediklerinden duymayacaklar seni. İhtiyaçtandır, sen anlatacaksın yine de. Onlar sana anladıklarını söyleyecekler. Arkalarını dönüp gittiklerinde akıllarına bile gelmeyeceksin ama. Rol yapacaksın herkese, tıpkı onların sana yaptığı gibi. Öyle akıp gidecek zaman.
   Sonra biri çıkacak karşına. Seninle aynı şehirde, aynı çatı altında, aynı şeyleri paylaşan biri. İste bir tek o anlayacak seni. Annendir belki, belki abin. Arkadaşındır ya da. Biri olacak iste. Tutacak elinden senin, kaldıracak. Kaldıramasa bile düşecek seninle birlikte. O düşüş onu acıtmayacak ama, birlikte olduğunuzu bildiği için. Tutunacaksın ona, o da sana. O senin anlattıklarını dinleyerek tanımayacak seni, yaşayarak tanıyacak. Acılarını azaltarak, mutluluğunu çoğaltarak tanıyacak. Seni yaşayacak. İste o zaman anlayacaksın bir şekilde biteceğini. O zor zamanın bir şekilde, bir gün geçeceğini, sonunda hala umut olduğunu anlayacaksın. Güç alacaksın ondan, onun senden aldığı gibi. Sabah belki “ne kotu bir gün” diye uyanacaksınız birlikte. Ama uyanacaksınız iste, hemde birlikte.
Sen farkında varmayacaksın ama geçecek. Birbirinize ilaç olacaksınız ve ayağa kalktığınız an, iste o an her şey bitecek. “Mutluluk” nedir anlayacaksın. Anlayacaksınız.


Ama ben bu yazıyı böyle bitirmeyeceğim.

Tam mutluluğu avuçlarına almışken o da gidecek ya da sen onu göndereceksin. ve yine herşey en başa dönecek. dedim ya hayat bu insan acıları ve yalnızlığı çeker. mesela pollyannacılık oynamadan pollyannanın milenyum versiyonu olan beni bile son zamanlarda karamsarlığa itti.

İnsanlar gider..

eski beni geri getireceğim.burada komiklikler şakalar yeniden yerini alacak. ben yeniden yalnız başıma dimdik ayakta kalacağım. yemnediyom bunu yapcam ben. bir'az sabret..

Wednesday, December 26, 2012


 Bazen kapatırsın kendini, kaybolursun. Kandırırsın etrafındaki herkesi, bir seyler uydurursun bulamasınlar, hatta seni hiç aramasınlar diye. Ben çok güzel kaçarım mesela. Oturursun olduğun yer de, sectiğin o ıssız köşede saatlerce oturursun. Bazen tüm koşullar sana ıssızlığı vermezse bile ıssız sen olursun. Düşünürsün saatlerce, bir yandan ağlarken bir yandan hiç gerçekleştiremeyeceğini bildiğin hayallerini kurarsın. Bazen inanmazsın akan göz yaşlarına, görmezlikten gelirsin. Kendine bile çaktırmadan ağlarsın. Onu düşünürsün bazen. Sen’i, siz’i düşünürsün. Sevdiklerini, seni sevenleri düşünürsün. O kadar iste, sadece düşünür, düşündüğün ile kalırsın oracıkta.

  Ertesi sabah gireceğin sınavda bile düşünürsün. Boş kağıt verirsin mesela. O kadar düşünürsün ki beynin uyuşur hücrelerin el vermez yapamazsın..

 Gizlenirsin bazen. Düşündüğüm o insanlardan gizlenirsin, onları üzmemek için. Gizlendikçe, sessizliğini bir kenara atıp bağırmak istersin. Cığlık çığlığa , hıçkıra hıçkıra, bağıra bağıra ağlamak gelir içinden. Ağlarsın da. Görmeyecekler nasılsa, bilmeyecekler. ”Nasılsın” diye sordukların da sen yine ”iyiyim” diyeceksin nasıl olsa. Başka çaren olmayacak. Söyleyemeyeceksin. Onlar da aynı göz yaşlarını senin için dökmesinler diye. Dökerlerse çünkü, dayanamazsın.

İşte bu yüzden gidersin bazen. Küçük, sakin bir yer bulursun kendine. Oracıkta akıtır, oracıkta bırakırsın göz yaşlarını, acılarını, cığlıklarını. Hiç kimse görmesin, hiç kimse asla bilmesin diye..



.. ya ben çok yanlış yollardan dolanıyorum -istenilen hayata- ya da  ben tamamen yanlışım. Beni baştan yaratabiliyoz mu ? 

-Ah! şu son zamanlarımı sen bir yaşasan bana hak verirdin.

Geçmiş, geçmiş mi geçirmiş mi çok tartışılır ama düşündükçe aklıma takılıyor . Alsana aklımı ki zaten bende değil.

Tuesday, December 25, 2012

Kadın, Rol..


Yüzümde hep bir tebessümle geziyorum. Her sabah  gülümseyerek  uyanıyorum aslında. Bir kaç dakika sonra yüzümdeki o küçük masum gülücük , nefret dolu bir gözyaşına dönüşerek berbat ediyor herşeyi..
Bazen çok merak ediyorum dışardan nasıl gözüktüğümü ? Ben miyim gözüken , yoksa mutlu bi kız çocuğu mu ? ikisini birlikte göremezsiniz cünkü .

Siz hiç bir otobüse bindiğiniz zaman yada herhangi bir kalabalıkta etrafınızdaki insanlara bakıp derinden düşündünüz ? Hiç hayal etmeye çalıştınız mı onların nasıl bir hayat yasadıklarını ? Ben, en ufak bir ifadede otobüsteki demirlere sımsıkı tutunan yüzünde ki kırışıklıklardan emek akan o kadının evinin direği olduğunu anlarım mesela. ya da kafasını cama yaslayan her insanın hayata karşı ne denli yorgun olduğunu. Ben hislerimde yanılmam..
 Sokakta ağlayan bir kadın gördüğümüzde onun çok mutsuz ve kötü bir hayatı olduğuna karar veririz. Yada kahkahalarla gülen bir adamı çok mutlu zannederiz . Öyle midir peki ? Yüzümüzdeki ifadeler veya söylediğimiz sözler nasıl bir hayatımız olduğunu mu gösterir gerçekten?
Hiç sanmıyorum.

Ama sananlar var..Öyle uzaktan bakınca ben kusursuz bi hayata sahip gibiymişim ve bencilmişim mesela. Yaklaşanı yakarmışım gibi burnumu kaf dağından almışım gibi..

Ben hep gülümsemeye çalışırım . Bunu çok da güzel yaparım. Etrafımdakiler beni pek görmez suratım asıkken. Belli etmem , etmemeliyim çünkü . Belki de dayanmamın tek yolu kendimi ve etrafımdakileri kandırmak olduğu içindir bu . Bazen kendim bile inanırım mutlu olduğuma . Her şey güzel , üzülmek için hiç bir neden yok der gülümserim kendi kendime. Belki beş , belki on dakika sürer bu gülümseme. Sonra gülümsediğini sanan gözlerimden yavaş yavaş akmaya başlar yaşlar. Ve anlarım aslında kendimi kandırdığımı.  Tutamam gözyaşlarımı , ağlarım ben. Çok ağlarım. Ağlarmışım ben. Çok..

 Herkes O’nun sebep olduğunu düşünür benim bu ağlayışlarıma. Oysa O sadece bir bahanedir buna.
Bilirim , nedir beni acıtan ya da gülümseten..  Acıtan şey O degil , O’nun yokluğudur aslında. Her gözyaşım onsuzlukdur. Sesinden , teninden , O’ndan uzak , çok uzak oluşumdur. Gülüşlerim ise onun bir yerlerde var olduğunu bilmektir. Elbet bir gün onu görebilecek  , sesini duyabilecek , yeniden sarılabilecek olduğuma inanmaktır yüzümdeki o küçük gülücük.
Bir de uykularım var tabi . Onu yanımda hissedebildiğim tek yer, rüyalarım.
Beni uyurken görenler hep uykumda gülümsediğimi söylerler. Doğru . Gülümserim. Yanımdadır O. Elimi tutar , sımsıkı sarılır , varlığını hissettirir çünkü. Ve dediğim gibi , uyanıp aslında yapayalnız olduğumu fark ettiğimde o küçük masum gülücük ,nefret dolu bir gözyaşıdır Yoktur O artık , gitmiştir yine ait olduğu yere . Uzaklaşmıştır benden yine , bir şeylerden kaçarcasına.

Eminim , sadece ben değilim bunları yasayan. Sizlerde çok iyi biliyorsunuz neden bahsettiğimi.. Yaşıyoruz hepimiz aynı şeyleri

Biz güçlü olduğumuzu kanıtlamaya çalışırız hep . Başarırız da aslında. İnanırlar .Güçlü olduğumuzu , mutlu olduğumuzu sanarlar. Bizim istediğimiz de bu değil midir zaten.
Çoğu sinirlenir buna. Çünkü bilirler onlar olmadan acı çekeceğimizi . Terk ederler . Bir sure kendimizi toparlamaya çalıştığımızın farkındadırlar. Ve içten içe sevinirler aslında. Acı çekiyoruzdur onlar için çünkü . Ne zaman inanırlar ki biz unuttuk onları , iste o zaman baslar onlar için her şey. Üstümüze düşmeye başlarlar. Korkuyorlardır aslında bizi kaybetmekten , ve yine korkuyorlardır korktuklarını kabul etmekten. İhtiyaçları vardır çünkü bize , bunu bilmeseler de.  Biz bütün acımızı saklar , mutlu gözükürüz onlara. Simdi acı çekme , korkuyu hissetme sırası onlarındır ..
Pek de uzun sürmez bu . Bir kaç gün yada birkaç hafta sonra yaptıkları şey oyunculuğa dönüşür . Roldür sadece. Gururdur. ‘Bir daha olmaz’ , ’ Ben sözümden dönmem’ mantığıdır. İki tarafa da acı çektirmekten başka hiç bir halta yaramaz aslında. .
Çok uyanıklardır aslında onlar. Kafaları her turlu yalana , her turlu oyunculuğa çalışır. Bahaneleri de hep hazırdır. ”Birlikte olursak daha çok üzüleceksin, seni üzmek istemiyorum”. Ve gerçekten bir süre sonra bizim acı çekmediğimizi , bunun aslında bizim için daha iyi olduğuna inanırlar.  Ama atlatıkları bir nokta vardır..;
Kadinlar cok iyi rol yaparlar…

Saturday, December 22, 2012

Çünkü bana kimse masal anlatmadı


  Kura torbasındaki anıların hangisini çekersem çekeyim, içinde senden bir öğe barındırdığını görüyorum son zamanlar. rastgele tuttuğum çift basamaklı tüm sayılar telefon numaranın bir parçası  oluveriyor. Hocanın aldığı(alamadığım) tüm integrallerde çizdiğim bütün grafiklerde ve diğer taraftaki 0 aldıgım en zorlu dersin içeriğinde bile hep seni görüyorum. fişlerimde hep ‘seni’ çağıran cümleler var, tatile ya da okula giden, pazara alışverişe çıkan kız hikayelerimde de hep sen varsın. Kendimi kırmızı başlığımla görüyorum bazen, bazen de balkabağından oyuncak araba yaparken. Bilirsin işte ütopik hayal dünyasında yaşayan kendisi için boş diğer  dünya için hoş bi insanım ben. Hayallere dalar masallar yazarım aklımın not defterine..Kafamı denize doğru çevirdiğimde, çalıştığım dersin önüne eğdiğimde , yediğim yemeğin içinde ki her ayrıntıyı senli benli hayal ettiğim de seni sevdiğimde sevmediğimde gittiğimde döndüğümde en çok geceleri yastığa başımı koyduğumda HEP AYNI HİKAYE

Gezmeye hazır mısın ?

  3 dilek hakkını sorduğunda peri, iki erkek için haykırıyorum ilk "baba" çıkıveriyor ağızdan, peri çaresiz peri yetersiz. Olsun diye gülümsüyorum seni haykırıyorum geri kalan iki hakkımda lambaları ovaladığımda, cin efendi artık isteğimi bildiği için usanmış olarak çıkıyor lambadan. Bazen düşüyorum boşluğa,düşerken kafamı sihirli fasülyenin dallarından birine çarpıveriyorum. kendime geldiğimde etrafımdaki minik insanlara seni soruyorum ‘yukarı tırmandı’ deyip fasülyeyi gösteriyorlar. yukarıda hep seni elinde mızıkanla müzik yapmaya çalışırken görüyorum. tam yanına gelecekken buluttan düşüveriyorum. bir anda kanatlarım olduğunu farkettiğimde çırpmaya başlıyorum sen güneşe doğru giderken ardından. eriyip kaybolduklarında yere doğru süzülüyorum pamuk tarlalarının arasından. bir el yakalıyor beni havada. cebine atıp yolculuğuna devam ediyor. ben elbisesindeki delikten kaçıp köye dönüyorum üzgün üzgün. yolda fareler karşılayıveriyorlar beni. en sevdikleri şarkıyı çalarken buluyorum kendimi, elimde flütle. bir an sesini duyuyorum senin, dönüp ardıma bakınca bir arpanın üstünde yürüyüp durduğumu görüyorum onca zamandır. arpa yere düşüyor, yağmur suları ile denize karışıyorum, yüzüp duruyorum yunus beni yutuncaya kadar. içerde sana mektuplar yazıp, bulduğum tahtalardan kukla yapıyorum kendime. kukla canlanıp beni sana götüreceğini  söylüyor. ona uyup kurtuluyorum ve bir adada elmaslar ve yılanların arasında kalıyorum. dev bir kartalla adadan kurtulup seni aramaya devam ediyorum. tam seni görmüşken bir uçan halıda, düşmeye başlıyorum. her düşüş sonsuz acı veriyor bedenime. düşmeye devam  ettikçe ağırlaşıyorbedenim, artıyor çığlıklarım, ta ki uyanıp seni yanımda görünceye kadar. gözlerimi açtığımda gözlerin yanımda olsun diye dua ettim hep 

Ama artık duaya ihtiyacı olan insanlara dua etmenin vakti gelmiş..







Friday, December 21, 2012


Gel diyorsun ya, keşke gelebilseydim.

Yanağına kondurmak için delirdiğim o öpücüğüm ile uyandırabilseydim seni. Kolay olsaydı keşke. ‘Tamam’ diyebilseydim. Gelebilseydim.

Her şeyi arkamda bırakıp sana gelebilseydim.

Keşke.

Thursday, December 20, 2012


Bi müzik alabilir miyim ?





  Yanındayken bile özlediğin, onsuz bir dakikayı bile saatler geçiriyormuş gibi hissettiğin diğer yarının senden tek kelime bile etmeden gittiği zamanlar. Bir birlikteliği birliktelik yapan vazgeçilmez parçanı her an yanında aramak değil miydi tek istediğin, ondan kalan küçücük bir eşyaya bile sımsıkı sarılmak ve onunla uyumak.sırf sevgilinin kokusunu yanında hissedebilmek ve zaten her gece rüyaya giren sevgiliyi daha çok yanında hissedebilmek için. her saniye görmek istemek; her dakika birlikte olduğunuz günleri düşünmek… ve sonra döneceği günü hayal etmek… ona sımsıkı sarılacağına ve asla bırakmayacağına yemin etmek… sonsuza kadar birlikte olacağınızı düşlemek.. yokluğunda yerini deterjan kokusu almasin diye üzerinde yattığım çarşafı ve yastık kılıfını kokusana kadar kullanmak, odada senin kokunu bir yerde yakalayacağım diye sadece algıda kokuya konsantre olmak ve en kötüsü, kendini bir anda eksik rezil rüsva hissetmek

Sonra birden..


Ölüceksin gibi geliyor. Ama sonra bir bakıyorsun yaşayabiliyormuşsun.

Olmayınca olduramıyorsun.

Onsuz gülmek zor diyorsun. Sonra arkadaşlarının yanında manzarayı dondurup bakıyorsun kendine: Gülüyorsun

Kurduğun planlardan çıkartıyorsun onu önce. “onsuz ne yaparım” desen de kendine yapacak yeni şeyler buluyorsun.

Onun başkalarıyla olması canını acıtıyor. Ama en nihayetinde aklından silmeyi başaracaksın. Bunu başardığında artık eve koşa koşa gelip onu kolaçan etmediğinde..Rahatlayacaksın. Önce ona ulaşamamak koyacak. Sonra gözlerin artık onu aramayacak.

“O bile….” diye başlayıp kurduğun tüm cümlelerden vazgeçeceksin sonra. Bile bağlacını kullanmayacaksın Onun için.”O bile gitti” değil, “O gitti” çünkü

Sen yine kapı eşiğinde kaldın

Peşinden gitsen sokakta kalırsın. içeri girsen gözün arkada ha bir de içinde ukte kalır HAZMEDEMEZSİN.

Numarasını, fotoğraflarını sileceksin telefondan. Hatta hattını bile değiştirebileceksin

Bir bakacaksın bir gece uyurken onu değil de başkasını düşünüyorsun.

Kızmayacaksın sonra Ona. Seni terk etmesini bile hazmedebileceksin. Belki uzun zaman sonra, ama başarıcaksın. Sonraki mutluluğu hayal et..

Ama bu sadece sevdiğini zannettiğin oyunlarda bu kadar kolay olur.

Zannetmedim

Sevdim

Sevmiştim

Gururum beni iki dakika yalnız bırakacaksa

SEVİYORUMDA ..

işte bu yüzden işler bahsettiğim kadar kolay olmuyor..

yinede kolay gelsin..



Kırgınım sana. Hatta belki kızgın. Ama asla bağımlı değil.

Sunday, December 16, 2012

Ben değil duygularım olgun.


Gece, gündüze doğru yol alırken duygular kabarmaya başlayıverir tıpkı denizdeki dalgalar gibi. Yalnızlık hissinin en yoğun hissedildiği dakikalardır etrafı saran karanlığın içerisinde bir başınıza o’nu düşünürken, bir çocuğun annesine sarılmak isteyişi gibi iç geçirip, bedeninizin soğukluğuna sıcaklık veren onu düşünmek. ve hızlanan kalp atışları arasında boğazınızda düğümlenen hislerin çepeçevre ruhunuzu sarış dakikaları..

Ne kadar yalnız ve çaresiz kaldığımı gofretli süt yerine kahve içtiğim zamanlarda ayırt edebiliyorum.Eminim çoğumuzda aynı çizgiler vardır. Bir yudum kahve eşliğinde pencerenizden dışarı bakarak gökyüzünü izleme ihtiyacı duyarsınız. Tüm parlaklıklarıyla geceyi aydınlatan yıldızların güzelliğine dalmışken, şehrin sessizliğe bürünmüş dakikalarında en derin çığlıklar gibi tüm hücrelerinizi saran bir serinlik sarıverir. Yüzünüzde belli belirsiz bir tebessüm oluşuverir özlemenin yoğunluğu ve güzelliğiyle.

  Konuşursunuz onunla sanki karşınızda ve sizi gözlerinizin içine bakarak dinlermişçesine.. özlem dolu dakikaların verdiği cesurlukla o’na hiç itiraf edemediğiniz en cesur sözlerinizi söyler, en güzel dokunuşlarınızı yaparsınız bir hayal içinde en gerçekliğiyle. Ilık ılık bir sıcaklık akıverir bedeninizde, sarar tüm özlem dolu dakikalara inat, sarılıverir size o’nun gibi..

kokusunu çekemediğiniz dakikalar beliriverir içinizde, gözlerinizde. birbirinin tekrarı günler birer birer tükenirken içinizde kök salmış KAZAN(A)MADAN KAYBETME HİSSİ dört koldan umarsızca sizi sarıverdiğini hissedersiniz. Mesafeler uzak, yaşanılan dakikalar farklı ve o’nu, saçlarını, tenini koklarmışçasına içinize derin derin çektiğiniz soluduğunuz hava aynı olmasa bile bilirsiniz ki saatler hep o’nu çalmaktadır. Kabullenmezsin , insanoğlu gurur yapar rededersin ama için gider hazmedemezsin. (-ben bizi unutmam gitmek yakışmaz bana , yolcuyuz hayatta sen gel otur yanıma) Dalıp gidersiniz gözlerini görebildiğiniz uzaklara mesafe dinlemeksizin.. buğulu gözlerle etrafınızı izlerken yanaklarınızdan akıp giden bir kaç gözyaşı damlasının sıcaklığında bulursunuz o’nu ve onun size verdiği dokunuşları.

Onunlayken hissedemediğin bütün tutkuları onsuzken acı içinde kıvranarak sabahı bulana dek hissedersin. O diye SIMSIKI sarıldığın yastıkların buruşukluğu anlatır içinde ki acıyı.

şehrin tüm gürültücü seslerine kapanır kulaklarınız. kulaklığını takıp huzur buldugunu düşündüğün salt mantık bile birden yok olur hayatından. Kapanırsın herşeye her söze.. Zaman ve siz.. zaman ve zaman içinde yalnızlığınızı paylaşan özlem dolu dakikalarla birlikte kaybolan siz.. özlemin verdiği acıtan ama bir o kadar güzel olan dopdolu bir boşluk içinde baktığı ve hissettiği her şeyde onu bulan dakikalara yolculuk edersiniz.

ve anlıyorum ki özlemlemek insana yaşadığını hatırlatır,ilk defa düşmeden bir yerlerimin bir şekilde kanadığını hissettim. Deliyim ya ben inatla ısrarla özlemek istiyorum.. Ve özleyeceğimi bile bile her yeni güne uyanmak.. Tek tesellisi senin varlığın-mış. Varlığın yokmuş. yani aslında bir varmış bir yokmuş. Gözümü her kapattığımda ellerimden kayıp gidecekmiş gibi olan seni var edemediğimden işte sırf bu yüzden herşeyin sorumlusu benim..



Friday, December 14, 2012

Bugün KFC’de ketçabın paketini açamayınca yalnız başıma yemek yediğimi anladım



Burger King’e Börgır, McDonalds’a Mek demeye başladığımız gün büyüdüğümüzü zannettik. Milli Egitim (!) sınavlarından çıkıp arkadaşlarımızla yeni yeni takılmaya başladığımız günler “Burgera gittik” deyip her yerde anlatmak başlıca hava atma sebeplerimizdi. 5. sınıftaydım. Kuzenime “Arkadaşımın sevgilisi varmış” dediğimde - ki kuzenim benden 5 yaş büyük ve erkek- “Napıyolarmış hamburgeciye mi gidiyolarmış beraber” demişti. Bu lafın anlamını uzun yıllar sonra anladım. * *

Hamburgercilerimiz önemliydi bizim için. Sonra büyüdük. Kafelere, barlara gittik. Bunu reklam bile etmez olduk. Şimdilerde KFC, Pizza Hut gibi fast foodçularımız da var ama Burger ve Mc’in yeri ayrıdır. Ne bileyim, bizdendir onlar. Evet hala Burger ve Mc diyorum çünkü öyle alıştım!

Şöyle bir şey de var: Burger’ın hamburgeri iyidir, Mc’in patatesi. Burger’ın patatesi çok iyi değildir mesela. KFC’nin patatesi ise hiç iyi değildir.

Burgerda “McRoyal” istemiştim bir keresinde. Hayat çok fastfood

şarkının tam şurasındayım şura -----I go tit for tat with anybody who's talking this shit that shit


DİŞİME TAKTIĞIM ŞU PLAKTA İKİDE BİR DİLİME TAKILIP BENİ PELTEK YAPMASA KEŞKE

terkedildim.. hahahahahhahahahahah !

Köşe yazısı gibi: Bir cümle ve enter.

Hani kendinizi kötü hissettiğiniz anda iyi şeyler oluverir ya.


Derste dizinize koyduğunuz telefondan mesaj titreşimi gelmezken, “Zaten ben de malım” diye düşünürken sınıfta söylediğiniz öylesine bir söze herkes güler. (Bir de o durumda sizin gülmemeniz gerekiyor. Herkes kıkır kıkır iken siz ciddiyetinizi korumakla mesul olmalısınız. Pek çaktırmamalısınız ki insanları güldürmeniz bir hobi olarak düşünülsün)

Dışardan geldiğimde cıvıl cıvıl ev arkadaşlarımı görmek bütün moralimi sikip atar birden

Donuklaşmış bir yüz ifadesiyle dağ tırmanırcasına çıktığınız metroda akordiyon sesi duyarsınız birden. Para atarsınız.

Yorgunluktan ölürken, güzergahı dogrultusunda sizi her zaman uzakta bırakan dolmuş bu kez dolu trafikten ötürü evinize 50 adım kadar yakın bir mesafede bırakmıştır sizi.

Bir üzüntüyle gelip burada içinizden geçenleri öylesine bir dille anlatırsınız da insanların sizinle ilgilendiklerini görürsünüz ya. “Üzmesinler seni, döverim onları” diyordur birileri hatta.

GÜLÜMSERSİNİZ. o çok hoş.

Arkadaşınızla kavga ettiğiniz sırada quizden 96 alırsınız.

Hayat çok. Çok işte



Süngerbob’un hayatı yaşama enerjisine hayranlık duyarım.

Ya q harfi yerine a kopsaydı klavyeden?

“Kurduğun cümlelerdeki a harfi kadar gerekli olsaydım sana, şimdi yan yana olurduk”  Teşbih sanatını abartmak istedi canım.

Ben de bazen “Beni bıraktın! Beni beni simge’ni?” demek istiyorum ona.

Biraz dikkatle düşünün: Onunla hep gittiğiniz yere onsuzken gidince canınız pek acımaz da onunla sadece bir kez gittiğiniz yerden geçince içiniz paramparça olur: O mekana ikinizden çok fazla anı bırakamamışsınızdır.

Kendimi yeterince tanımadıgımı yeni bir okula başladığımda “Hadi kendinizi tanıtan bir yazı yazın” dediklerinde anlarım.

Şarkılarda ne dediğini anlayamazdım eskiden, ama anlamazken daha güzellerdi. Babama sorardım: “Baba ‘-40 derecede bile yüzebilirim’ ne demek ki?”


cut.

Thursday, December 13, 2012

Tanıdık Hikaye


Şarkıda diyordu ki: “Farklı hayatlar seçmemişken durdurmadık, durduramadık zamanı”

Sustuğumun farkına varılması için haykırmak istiyorum bazen.

NEDEN SUSTUM
KÖŞEME ÇEKİLDİM
sorgulanmasını istiyorum.

Yani imkanımız varken, hala telefon numaralarımız duruyorken birbirimizde, çok az kişiye bahsetmişken ayrı olduğumuzdan, alışmamışken daha o yeni düzenimize; durduramadık bu gidişatı.
Hala aynı şehirde yaşarken, birbirimizin kapısını çalma imkanımız varken, hayat bizi henüz çok farklı yerlere sürüklememişken.
Yollarımız hala kesişirken, alışkanlıklarımızı tanımaya başlamışken, kelimelerimiz hala birbirinin aynıyken; engel olamadık bu sona. birbirimizden ‘o kadar da’ ayrı düşmemişken, yitirmemişken her şeyi; olmadı.
Yani bana hiçbir bahane bırakmamışken.
Bizi haklı çıkaracak, mazur görecek, “Yapmak zorundaydık” dedirtecek hiçbir dış mihrakın etkisi yokken. Mesela sen farklı bir şehre taşınmamışken, ben başka bir ülkeye okumaya gitmemişken, aramıza yaz tatili, mesafeler falan girmemişken. Aileler işin içinde yokken, arkadaşlarımız bize uzakken, çevrenin hiçbir müdahelesi olmamışken… Bizi bizden başka ayıran hiçbir şeyin olmadığını idrak ettim ben.
Yani anlamışken ben sevgimizin yetmediğini, birbirimizden sadece ‘bık’tığımızı ve bu yüzden hayatlarımızdan çıktığımızı; bir bahane bulamadım bize.
Bilirsin insan hep çevre faktörünü suçlamak ister ama sorun ilişkimizin genetiğindeymiş.
Hayatlarımız hala birbirine benzerken bi “dur” diyemedik bu gidişe.
Yani ben çok sonra anlatırken bizi diğer insanlara, “Hayatlarımız çok farklılaşmıştı ondan yapamadık” diyemeyecekken, birbirimizin gözünün içine baka baka  ayrıldığımızı insanlardan saklayacakken
yani o şarkıda “durdurmadık”tan sonra tamamen nezaketen “durduramadık”denmişken
Yani durdurabilecekken bu gidişi, durdurmadık bu gidişi.

Olmamış bu hikaye. Bazı şeyler var benimle ilgili tamamen bana ait, bazı şeyler var asla yaklaşmadığın tamamen sana ait. 

Hikayenin sonu hep aynı

Birden en çok konuştuğun adam daha sonra hiç konuşmadığın oluyor işte




                                                            JJ- My Life


Saturday, December 8, 2012

Ne olur gittigi yer beni unutturmasın



                                                                                                                                   8 Aralık, 02:22

 Yollarda yürüdüm. Günler öncesinde çok uzak yerlere attım kendimi. Hala uzaklardayım, karın burnuma değdiği gecelerde asfaltlarda seni gördüm ben. Buralar soğuk. Kafamı dinlemek istedim sadece ama beyin hücrelerim üşüdü. Senli günlerim ise hala sıcak ve canlı..

 Aslında yollar benimdi, ben ellerim daha sıcak olsun diye yanımda onu istedim. Doğrusunu söylemek gerekirse bu yazı hiçbir yere gitmeyecek. Aklımda bir hikaye yok. Zira, ben tuhaf bir insanım. Aklıma “hikaye ilk cümlelerigelir, beynimde yankılanır. Ama devam edince saçmalama olasılığım vardır. “Yollarda yürüdüm” de güzel bir başlangıç gibi geldi bana.


Telefonumda ki şarkı listemden sıkıldığımı farkettim ve radyoyu açtım. Şarkı başlamak üzereydi belli ki beni üzecek bir şeydi her notasında yeniden içime aldım seni. Gökhan Tepe - Tanrım Dert Vermesin , yeni-imiş. Çok sevimli bir şarkı.

“Biraz yorgunuz belki olsun sarılır dinleniriz aşka

Bırakıpta gidemediğim birini düşünürken kendime “Neden bitiremedim” sorusunu sormuştum, çünkü kendimi sevmeme noktasına gelmiştim artık. Bir arkadaşım imdadıma yetişmişti. Bir söz paylaşmıştı benimle: “Başkalarının alacağından korkmasak çoktan bırakacağımız bir sürü şeyimiz var.”

Sonunu sevmeyeceğimi bile bile bırakabilecek kadar cesur biri olamadım maalesef .Sonundan çok korktum. Çünkü sonu hep aynı. Bu yüzden hep kendi inimde yalnızları oynadım. Kaçmışım ben. Korkmuşum. Birisiyle hayatımı paylaşmaktan korkmuşum ben !

Nitekim devamında, “Biraz kırgınız belki, olsun döneriz en başına aşk bu zaten kim çözmüş”  gibi çok can acıtıcı sorular yöneltilmiş. Başka yerlere, başka insanlara gitmesin diye bırakmadığımız insanlar var hayatlarımızda.

Çünkü bu sorular muhakkak geliyor akla. Şey diyor insan içinden, ‘Benim olmadığım bir yer onun için güzel olmamalı, mesela tatile gidip denize girse bile bensiz oldugu için keyifsiz gibi gelmeli ona her şey. Başkasıyla beraber olsa bile sık sık beni anmalı, “O beni böyle üzmezdi, o beni daha mutlu ederdi” demeli. Bu kadarına hakkım var bence.’

Çünkü “Git” diyebilecek kadar cesur olsanız da o kişinin gittiği yerin sizi unutturacak kadar uzak ve güzel bir yer olmasını istemiyorsunuz. Hep kıymetli, hep hatırlanan olmak istiyorsunuz.


“Dönecek elbet yüzünün rengi karartma bizi…






ha başka bir şarkıda da diyordu ki

"Elden gittiği gibi kolay gitmiyormuş ki kalpten"

Ne sandın çiçeğim?


Saturday, December 1, 2012

YORULMUYORUM ama nefesim çekiliyor bazen


Seni sev-iyorum derdi ya bana

Araya bir M harfi girmiş

Kızgınım ona.

Aynıydık biz. N ve R harfi yer değiştirmiş

AYRIYMIŞIZ biz

Tuesday, November 27, 2012


Hani gözlerimizi kapatıp Onunla aynı şeyi hissettiğimizi zannederiz ya. Ya da hissettiklerini içimizde duyduğumuzu, aramızda bir bağ olduğunu düşünürüz. Belki de O her şeyden habersiz oralarda bir yerde duruyordur. Bir de haberi olursa bunlardan vay halimize!  Duyduklarımızdan utanırız. Utanç ne ağır bir kelime o hisler için

O kuvvetli(!) 6.hissimize inanırız bir de. “Bitmedi, bu sonumuz değil bizim, içime doğuyor” deriz. Zannederiz ki içimize doğan gerçeklerdir. Halbuki doğan şey umuttur. Bizse umutların gerçek olacağından çok eminizdir: “6.hissim kuvvetlidir, bilirim.”

Tuhaf bir sürecin analizi

Sunday, November 25, 2012

“sana rağmen” seni yine severdim




Sevdiğimiz kişiler aynı kalmazlar. Bir gün uyandıklarında sevmiyor olabilirler bizi, bu beraberinde kötü sonuçları getirir; nefret, kıskançlık, ayrılık. Karşımızdakinin değişimini izleriz- ki çoğunlukla gözyaşları eşlik eder buna. Giderler ve hatta ağzımıza sıçarlar. O değişen sevgiliyi izleriz, karşılarında sabitçe duruveririz. Neden bir türlü kopartamayız onları taa şuradan?

Kötü şeyler söylerler, ağlarız, nefret ettiğimizi söyleriz ama bir türlü sevmekten vazgeçemeyiz. Ya da öyle sanarız. Neden onlar değişirken biz böyle kalırız? Neden onlar sevmezken artık, biz hala aşktan ölürüz? O kadar kötü davranmalarına rağmen gözümüzde hala en birincidirler! Neden?

Felsefedeki idealizm akımına göre zihnimizde mükemmel ve tek kavramlar vardır: idealar. Örneğin ağaç zihinde hep aynıdır. Kişi hayatı boyunca kaç ağaç görürse görsün, aklına hep o ilk, bildiği, “mükemmel” görüntü gelir.

Sevilen kişi de o “mükemmel ve tek” idea, diye düşünüyorum. Sonraları ne yaparlarsa yapsınlar, zihnimizde kalan son görüntüler hep o mükemmel, bildiğimiz halleri… Ne yaparsak yapalım, içimizdeki varlığına zarar vermemizin bu kadar zor olmasının başka bir açıklaması olamaz sanırım. Bizi ağlatan kişi değildir de üşüdüğümüzde ellerimizi ısıtan kişidir, sevgili. Neden? Hepsi zihnimizdeki o mükemmel yerleri yüzünden

Sevdiğimiz artık “O” değildir, “Onun mükemmelliği”dir. Yoksa nasıl severiz onlara rağmen onları? Belki de aşktan çektiğimiz acıların sebebi “idealist”liğimizdir.

Wednesday, November 21, 2012

Bir gün seni ankesörlü telefondan çaldıracağım ki aradığında beni bulamayasın




  • Belki de okulu, kariyeri, her şeyi bırakıp bir sabah programı yapmalıyım. Ya da Ayna programını sunan o çok lisanlı adamı bir şekilde işinden edip tek bir lisanımla yerine geçmeliyim.Hem türkçeyi yaygınlaştırmış olurum fena mı. 

  • 2.sınıfta falan “Şarkıcı olmak istiyoruuum” şeklindeki söylemlere sahiptim. Odayı loş yapar, duvarın karşısına geçerdim. Gölgemi izleyebilmek için. Dans ederdim, elimi mikrofon yapıp şarkı söylerdim gölgemin karşısında. Ama ismimin şarkıcı ismine benzemediğini düşündüğüm için “İsmimi Simayfer diye değiştirsem mi?” diye düşündüm uzun süre.
  • Mikrofon demişken, ilkokuldayken mikrofona aşıktım. Sırf mikrofonu kullanacağım diye andımızı okumaya çıkardım.Dayımın düğün salonuna kaçar kaçar sarkıcılık oynardım. Şarkıcılara çok özenirdim ellerinde mikrofon var diye.

Düşlediğim hayat bana düşündürülenden daha başka bir hayat. bütün üniversite, kariyer, not ortalaması, iş imkanları, başlı başına beynimde oynattığım planlarım, ödevler, paperlar, okumalar, yazmalar, şunlar bunlar hepsi elimin tersine bakıyor. hepsini itip bambaşka bir şeyler yaşayabilirim. doğduğum andan itibaren bana aşılanan ve dikte edilen her duygu ve düşünceyi boşverebilirim, vermek istiyorum. hayal ettiğim şey çok başka. öylesi daha iyi olacak diyemiyorum, bilmiyorum ama mesela ben hayal ettiğim gibi yaşayamayacağımı biliyorum. sanırım "fak dı sistım" tam olarak burada söylenmesi gereken bir öbek. evet, fak dı sistım.

mesela ne istediğimi buraya yazsam bana şımarık derler. yazmam. söylemem de.
ama şu var; sonsuza kadar sadece kendi gönlümü yapmak için uğraşmak isterim.
düşündüm de, hayatımda en mutlu olduğum anlardan bir tanesi, ada' da kaybolduğum zamandı. nasıl olsa kayboldum diye her ara sokağa korkusuzca girip çıktığım ve kendi kendime yolumu öğrendiğim zamandı. birisiyle tanışmak da böyle bir şey olmalı ve işte tam olarak burada eksik bir şeyler var. ama neyin eksik olduğunu bilmiyorum. bu yüzden de bir yerlerde kaybolsam hiç de fena olmaz diye düşünüyorum.

  • Yıllar önce yine bir keresinde mikrofon tutacağım diye kafayı yemiştim. Sabah okula gidiyorum, 10 Kasımdı sanırım. “Neden bugün şiir okumayayım ki?”dedim ve yol boyunca ŞİİR YAZDIM KAFAMDAN. Kağıt kalem kullanmadan kafiyeli bir şiir yazdım, utanmadan şiir okuyacakların yanına geçtim. Öğretmenlerden biri hic unutmam o kadını ATİKE.. “Kızım sen daha geçen hafta çıktın, olmaz” diyene kadar, unutup unutmayacagımın belli olmadığı bir şiiri okumaya çıkacaktım. Özgüvene gel. Şu an imrenerek bakıyorum. Gerçekten imreniyorum.


Velhasıl, işin bir de bambaşka bir boyutu var. nedense tüm bunlardan bağımsız ve aşırı alakasız olarak 5 sene aileden uzak yaşamanın bir getirisi olarak içimde gördüğüm aşırı bir olgunluk hissi var. sanki ben bildiğin çekip çeviririm bir evi. güzel de para kazanırım, süper de bir hayatım olurmuş gibi geliyor. ama bu güzel hayata giden yol nereden geçiyor bilemiyorum. kimseye de sormam ki. gıcık oluyorum çünkü. sanırım birazdan ağlayacağım. Yarın önemli sınavım var sınavlarım var kendimi içdış etmek istiyorum. birisi bacaklarımdan tutup aşağı doğru silkelesin beni istiyorum. içime oturan öküz azcık kalkıp iki tur atsın istiyorum. beni baskımın üzerinden ütülemesinler istiyorum. 30 derecede narin çamaşırlarla durulamaya girmek istiyorum. sonra da askıya asın beni güneşle kuruyayım istiyorum! 

Sunday, November 18, 2012

HOŞGELDİN AŞK , beklemiyorduk


  Birilerinden vazgeçemediğinizi sandığınızda birileri gelir her şeyi vazgeçilir kılar. Gözünüzde büyüttüğünüz ne varsa minicik olur birden. Kendi kendinize çektiğiniz acılar biter. Öyle çok acı çekersiniz ki artık küçücük mutluluklar sizin hazinelerinizdir.

 Öyle çok tüketmişsinizdir ki “Seni seviyorum” cümlesini, anlamını unutmuşsunuzdur. Öyle çok duymuş ve duyurmuşsunuzdur ki şimdi bu sessizlik o cümlenin kıymetini yeniden artırmıştır. Şimdi onu tekrar duymak bir yerden, ne büyük mutluluk !

  Şimdi bir başkası kalbinizin çarpmasına, yanaklarınızın kızarmasına neden oluyor. Öyle yakın olmuşsunuzdur ki birilerine, şimdi yanlışlıkla elinizin “O başkası”na çarpması bile sizin en büyük mutluluğunuz olmuştur. Elim üşüyor dediğinizde soğuk mu değil mi bakmak için tutuvermiştir belki elinizden.
  
Mutluluğun tanımı orada koşa koşa gitmektir belki Onunla..


Zordum kolaylaştım çünkü sende en az benim kadar zordun, aşkta iki bilinmeyenli denklem olmak yorucu. ikimiz adına ben kolay olmak istedim x in adına AŞK koydum.

Hem fedakarlıklar çok tatlıdır..


Ay unutmadan !

"Bir dost gibi davran bana herkes bizi öyle bilsin,
   bugün burada bütün olanlar
   SAKLI GİZLİ SÜRÜP GİTSİN"

Saturday, November 17, 2012

Özeleştirimi yaptım. Uzun oldu.



Ahkam kesicek değilim elbette. Çok mutlu bir insan değilim. Mutsuz da değilim. Naber denildiğinde “iyiyim” diyen ama aslında “eh” vaziyetinde olan ortalama mutlu biriyim

O halde bu yazıya neden ve hangi sıfatla başladığımı anlatayım. Eski anılarım beynimde sık sık tekerür eder. 3-4 yıl öncesine kadar kendimi nasıl gereksiz dramlara soktuğumu görürüm. Daha küçüktüm tabi o zamanlar. Yaş 14-15’ti ve ben en ufak bir sıkıntıda kendimi yerlere atıyordum. Şimdi durum değişse de anafikir hala aynı: Olayları dramatize etmeye bayılırım !

Mutluluk üzerine yıllardır düşünürüm. 3 yıl önce, mutluluk benim için ”Ay kendime şunu aldım bunu aldım” ,yok efendim “Bu beni sevmiyo o bana gıcık şu bana aşık” gibi gerçekten basit sebeplerle değişebilen bir tanımmış. Şimdi gülerek anlıyorum bunları. “Hahaha ben çok büyüdüm süper bir insanım” falan demek için yazmıyorum bu yazıyı. Öyle olmadı. Anlatacaklarım farklı

O cümlelerin köküne indiğimde mutluluğumun hep “birilerine bağımlı” olduğunu gördüm. O terk etti diye yıkılmışım, o gelmezse mutsuz kalacağıma inanmışım. Bu geldi diye mutlu olmuşum ve hep böyle kalacağıma inanmışım. Bağımlıymışım ben. Kendi kendime mutlu olmayı beceremeyen ve mutlu olmak için başkalarına fazlasıyla ihtiyaç duyan biriymişim.

İnsanlar yalnız başına mutlu olamazlar. Mutlu olmayı bırakalım, yalnız yapamazlar da. Ama hayatımızı o birilerinin üzerine kurduğumuz vakit mutluluğumuzu riske atıyoruz. Mutluluğumun o kadar değişken olmasını istemedim ben. Birileri hayatımızdan girip çıkacak, delgeç olacağız biz, ve başımız dönecek öyle mi?

Mutluluğumu ya da mutsuzluğumu birilerine bağlamaktan bıktım. Bunu belirleyen ben oldum.

Hayatım boyunca hayran kaldım, her şeye rağmen gülebilen insanlara. Bende hep gülüyorum evet ama sadece fiziksel bir davranış benimkisi. Gülmeyi içimde hissedemiyorum, o şekil işte. Mutlu olmak için çaba harcayan kişilere imrendim. Mutlu olmak kolay değilken mutsuz olmak basittir çünkü. Mutsuzluk bir kendini koyverme biçimi olabilir yeri geldiğinde. Tabi ki arada mutsuz olacağız ama bunu kronikleştirmişsek, kusura bakmayın ama bu bizim hatamızdır. Bir zamandan sonra, mutsuz olmak artık bizim suçumuzdur

Hayatta yaşama amacımızın mutlu olmak olduğuna inanırım. Bir kitapta okumuştum: “Sıradan bir günüm için minnettar olmayı öğrenmeliyim” O hayran kaldığım, hep mutlu olmaya çabalayan insanlardan biri değilim. Ama en azından bu yolda ilerlemek istiyorum. Ben mutlu olmak için mutluluğumu birilerine “bağımlı” hale getirmekten vazgeçtim- dikkat edin seçtiğim kelime bağlı değil. Çünkü hayata net bakmıyorum.

“Ben sabit bir insanım, kimse beni etkileyemez” falan demiyorum elbette. Ama en azından artık ağızlarının içinden çıkan tek bir kelimeye bakmıyorum. Benim de bir söz hakkım var. Onlara bağımlı olmayınca kendimi dinliyorum. Onlar da beni dinliyor. Ben mutlu oluyorum

Eğer yazıyı buraya kadar okuduysanız fark etmişsinizdir ki yazıyı bir yere bağlamadım. Mutlu olmanın sırrını keşfetmiş değilim ki yazıyı güzelce noktalayayım. Ben artık kaptırıp koyvermiyorum kendimi. Ağlıyorsam gülmeye çalışıyorum. Mutsuz olmamın alabildiğine kolay olduğu şu günlerde mutlu olmaya çalışıyorum hepsi bu

“Mutsuz olmamak mutlu olmak için yeterli değildir.

Mutlu olmak için nedenler aramalısınız”

Mesela yeniden en baştan sevmek gibi..




Wednesday, November 14, 2012

Seviyorum ben galiba ya. Böyle baya bildiğin. Bütün iç organların ağzına çıkarmış da sonra küt küt diye tek tek aşağı düşermiş gibi.

Saturday, November 10, 2012

Aşık olmak , onu istemek ?

 


  Hiçbir şeyi “çok istemek” istemiyorum, beklentiler duygu durumumu, hayatımla ve kişilerle ilgili görüşlerimi değiştiriyor. İstemek oldukça paradoksal bir kavram bende. Bir şeyi istemek, onu çok beklemek istemiyorum, beklediğim şey olunca onu gerçekten istediğimden emin olamıyorum sonra. O kadar çok istiyorum ki, kimseye değil ama sadece kendime kanıtlayabileceğim bir hesap kitaba dönüşüyor isteğim galiba. Saflığını, doğallığını kaybediyor. Ben hırs, oflayıp poflamalar, bir şeyleri uzun uzun izleyip sonucunda gelecek bir mutsuzluk istemiyorum ki, içimde basit bir istek olsun istiyorum sadece. Hayatımı istediklerimden daha çok seviyorum çünkü. O daha elimde çünkü. Çok istemek istemiyorum hiçbir şeyi;
bu bir kişi de olsa, yer de olsa, durum da olsa ama şimdiye gelecek olursak,şimdi bunu bir kişi için yazdım.



Öylesine istiyorum ki, elimden tutsa attığımız her adımda geriye dönüp asla bakmam.

Önemsiyorum, önemsenmek derdinde bile olmadan. 

İstediği her şey tek bir bakışına bakar.

İstediğim herşey belki bir duaya, belkide zamana bakar.







                                                                 PNAU - EVERYBODY



Friday, November 9, 2012

hiçbirinizle hayatımın hiçbir döneminde arkadaş olmasaydım acaba n'olurdu diye bir düşündüm."keşke olmasaydım ya" dedim. böylece 150 sene yaşardım. belki de yaşamazdım ama 150 sene yaşamak istediğim bir gerçek.

Wednesday, November 7, 2012


“Hiç ayrılmayalım”

İki taraf da çok sevmiştir birbirini, sözler verilmiştir.

Düşünsene. Tek bir arkadaşın bile kalmamış mesela. “Olsun canım, o zaten hep yanımda olacak” deyip arkadaşlıklarını atmışsın kenara. “Hiç ayrılmayalım” lafına hiç inanmazken “Aslında neden olmasın” der olmuşsun. Planlar yapmışsın. Gitmek istediğin şehirlere onunla gitmek istemişsin. Hiç ayrılmayacağınızı sandığın için yaptıklarının çoğuna göz yummuşsun. Sana hakaret bile etmiş, susmuşsun.

Bitmiş sonra.

Tüm o güzel sözler gelir o an aklına.Ve en acısı: “Verdiğin sözleri tutmadın”

Tabii ki. Aynı nehirde iki kez yıkanılmayacağını söylemişti Herakleitos. Kimseyi bugunkü gibi sevmeyeceksin zaten. Diyelim bugün çok seviyorsun onu. Yarın onun yanına gittiğinde belki daha az belki daha çok sevecektin ama aynı değil. Yani değişecektiniz zaten

Verdiğiniz sözleri tutamadınız. Neden olduğunu söyleyeyim mi? Sabit kalamadınız. Sen değiştin. O değişti. Ya da ilişkiniz değişti. Sen değişmesen o değişecekti ya da o değişmese sen. Bir şeyler değişince sözler, sevgiler de değişti.

Hata söz vermekti.

Ben çok kızmıştım. “Hani?” ile başlayan binbeşyüz tane cümle kurmuştum en az ama nedenini çok net biliyordum. Değişmiştim. Değişmişti. Sabit kalabilmemiz için plastik olmamız gerekirdi

Keşke. Keşke sözler vereceğimize o anın tadını çıkarabilmeyi bilseymişiz. Hep aynı bokluğu yapıyoruz.

Şu ana sahip olamadan geleceğe sahip olmaya çalışıyoruz.

“Hiç ayrılmayalım” sadece bir umut cümlesidir. Hep ayrılınır


Monday, November 5, 2012


İnsanları unutma başarım sadece onları görmememe, onlarla hiç konuşmamama baglı.
Unutmak inat isi degildir.
Şanslıyım, unutmam gereken insanlar okul gibi her gün görebileceğim yerlerden olmadı.
O yüzden şaşırıyorum ya sınıftan tanıdıgınız biriyle nasıl çıkabiliyosunuz? İnsanları gözlerinin içine baka baka nasıl unutabiliyosunuz?
Benim unutma anlayışım yokluğuna alışma- beyinden yavaşça silinme- bitme şeklindeyken, her gün karşılaştığınız insanları nasıl unutabiliyosunuz?
Ama arkadaşım demişti, “Oluyo Simge, hem de öyle bi oluyo ki..” Ben de ona hak verdim,hayatta kalmamız için bizi üzen şeyleri yaşamımızdan elememiz gerek. Beynimiz buna yardımcı oluyordur. Gerçekten görmezden gelebiliyoruzdur. Aynı masaya oturup görmeyebiliyoruzdur.
Hatta belki “Bir gün karşılaşır mıyız?” ihtimali unutmaya zorlaştırabilir bile. Sonuçta “Bir gün ararsa ona bi daha beni arama diycem” deyip onun aramasının hayalini kuran insanlarız. Ama her gün gözünün önünde olunca yaşamak için alışmak zorundayız.
Sizi üzen şeyleri göz ardı edebilmeniz dileğiyle.

Velhasil
Yillardan sonra yollardan sonra yeniden yanyana onlar
http://fizy.com/#s/1aiy0p



Saturday, November 3, 2012

E S H O T U M BITINCE


bugüne kadar hiçbir zaman, bir kerecik bile olsun, başvurulara yetişemedim. onu geçtim gidip kendim çıkarmaya dahi üşendim. erteledim. Üniversitedeki ikinci seneme girerken, " her şey için çok geç kaldı bu aciz beden" dememek için, bu dönem kentkart başvurusu yapmaya ve şehiriçinde indirimli seyahat etmeye and içtim. Fakat bu kayıttaki asıl meselemiz bu değil. Ben çok önemli bir noktaya parmak basmak istiyorum...ESHOT SESİ VE BU SESTEKİ AYRILIKÇI HEDEF. Evet. toplu taşıma araçlarını kullananların olmazsa olmazı eshot, nam-ı diğer akıllı bilet. nasıl ki ters hilal şeklinde bıyığı olanları ülkücü diye, fırça bıyıklıları akepeli diye yaftalabiliyorsak, kişinin kullandığı eshotla, hatta eshot sesine göre de bir takım "sığ" tahliller yapmamız mümkün.

Tam eshot sesi dıı-rıııı şeklindeyken, yarım eshottan (yani öğrenci eshotundan); dırırı diye diğerinden daha kısa olduğunu söyleyebileceğimiz bir ses çıkıyor. Buna hiç dikkat etmemiş olmamalısınız. Her neyse, geçen gün kendimden son derece emin bir şekilde, ucunda 20 liraya aldığım gerizekalı bir peluş bulunan anahtarlığıma takılı olan eshotumu çıkarıp, eshot basma düğmeciğine bastım. bu sırada da nereye geçeceğimi seçiyordum gözümle. tabi bunlar saniyeler içinde oluyor. alıştığım dııı-rııı sesi yerine, DARA-RAA, DAARAA RAAAA BA KI YE NIZ YE TER SIZ  sesini duymamla göz bebeklerimin büyüdüğünü hissetmem bir oldu. ilk anda ne olduğunu anlayamadımsa da, eshotumun içinde yeteri kadar para kalmadığını farketmem pek de zaman almadı...evet, konaka gidecek kadar bile param yoktu biletimde.
Bu sırada bütün otobüs bana bakıyordu. Gördüm... Beyaz gömlekli kadın, yanında oturan kızın kulağına eğilip, "eshotu bitmiş..." dedi. Yaşlı bir teyzenin "vah vah vah yavrıım" larını duymamak için sağır olmak gerekirdi. Onlara, "bana acımayın!" dercesine elimi çantama atıp cüzdanımı çıkardım.gecici bilet almam gerek caresi yok. bozuk para gözünden yeteri kadar para çıkmayınca bende mecbur 50 lira vermek zorunda kaldım otobüscu amcaya...Amca sinirlendi." nası bozcam ben bunu ya" dedi. Bu sefer de paramla rezil oluyordum... Sevgilimden yemediğim binbir triple parayı alıp bir şekilde bozup, para üstünü bana uzattı. paramı alıp cüzdanıma koydum ve ilerledim. Yer yoktu. tam "mecbur ayakta seyahat edeceğim" diye düşünuyordum ki, başında dikildiğim adam kalktı. Etrafta yaşlı, hasta, gazi, hamile, malül filan var mı diye bakmadan hemen yerleştim koltuğa. Bindiğim otobüs, her durakta durup, normalde 10 dakika olan mesafeyi, 45 dakikaya kadar uzatma konusunda eşsiz özelliklere sahip bir otobüstü. "la havle vela kuvveten illa billah" diye iç geçirmekten, avuçlarımın arasında kendiliğinden tesbih oluşmaya başlamıştı...Çok sıkılıyordum.

Yaşadığım eshot olayının etkisini üzerimden hala atamamıştım. Üstelik otobüsün gittiği yöne sırtımı dönmüş bir şekilde, geri geri gidiyordum. Biteceğine dair tüm inançlarımın azalmaya başladığı otobüs yolculuğumu bir nebze de olsun neşelendirmek için kendime bir oyun yarattım. "Eshot sesinden insan tahmin etmece". Her durakta nerden baksan 7-8 kişi biniyordu. Aynı sayıda insanın inmediğine dair kanıtlardan birisi, başımda dikilen kadının, ağzıma girmek üzere olan çantasıydı. huzursuzca yüzüne baktığımda," napiyim arkadan sıkıştırıyollar" der gibi bakmıştı bana...

Neyse, otobüse binen insanları tahlil etmeye başlamıştım. Bu kişiler her şeyden önce, genellikle orta-alt sınıfa mensup yolculardı. zira ben üst sınıfın otobüs kullandığını ne gördüm ne işittim. Hayır, bizim de paramız var yani allaaamabinşükür, yanlış anlaşılmasın. ben orta-alt sınıfım diye otobüse binmiyorum. ulan yurdumun önünden 1.5 liraya konak a gitmek varken neden taksiye 20 tl vereyim acelem yoksa? mantığına sahip olduğum ve toplu taşımayı desteklediğim için kullanıyorum. (mesajlı) Neyse, devam ediyorum, eshot sesi yarım çıkan kişiler, öğrenciler ki işgünlerinde genelde tinaztepe dokuzcesmeler kampüsünde iniyorlar, tam basanlar ise genelde yaşlı ve hasta, ya da çocuklu kişiler oluyorlardı. Çünkü onlar da, genelde eğitim ve araştırma hastanesi durağında iniyorlar. Genelin dışındaki diğer yarım eshotlular ya alsancaka gezmeye gidiyorlar, ya dershaneye, ya da karşıya geçmek için rıhtıma iniyorlardı. Genelin dışındaki diğer tam eshotlular ise, ya bostanliya gezmeye, ya bostanliya gidene dek herhangi bi yerde oturan komşularına, akranlarına, ahbaplarına ya da günlük işlerini halletmeye gidiyorlardı. Sesinden tanıyabildiğim yarım eshotlunun çok büyük ihtimalle öğrenci olduğunu anlamak çok da zor değil. Bunu düşününce bir an sinirlendim ve, "otobüstekilerin benim öğrenci olduğumu bilmesine ne gerek var lan?" dedim içimden, anlamsızca. Akabinde de DARAA RA DARAAA RAAA sesinin ne kadar korkunç olduğunu düşünmeye koyuldum.

Bana kalırsa bu ses dünyanın en aşağılayıcı, en insanlık dışı, insanı resmen toplum içinde rezil etmeye yönelik bir ses.

bütün otobüsün bakiyenin bittiğini görmesine ne gerek var? bu zalimlik niye ? NEDEN? eshot resmen ağlıyor arkadaşlar. resmen! DARAA RAA-DAARAA RAAA yani; POROM BÖTTÖÖ, POROOM BÖTTÖÖÖ ya da BÖN FÖKÖRÖM BÖNÖM POROM YOÖK diye bağırıyor bu allahsız. rencide ediyor kişiyi. rencide oluyorum. rencide! yukarıda da bahsettiğim gibi otobüste de tam para çıkarıp vermek, ayrı bir problem zaten. 50 lirayı uzatırken sağa sola, küstahça bir tebessüm ettiğimi düşünün, içimden, "siz bu kadar parayı bir arada gördünüz mü zavallı yoksullar hahaha?" diyormuşum gibi düşünün. bir de gıcır 50liğinizin üstü olan bol bozuk paraları avucunuzun içinde birarada tutup, yere düşürmeden cüzdanınıza tıkmaya çalışırken ki acizliğinizi... Tüm bunlar her gün her dakika yaşanıyor arkadaşlar. Türkiyemiz bu eshot sesine ve komple otobüste ücret ödeme olayına müdahale edip, eshot daha barışçıl, daha masum, daha bütünleştirici sesler koymadıkları müddetçe otobüslerde sinirler gerilecek... Söylemedi demeyin.




Thursday, November 1, 2012

Ogle yemeklerini birlikte yiyecektik ya, olmadı


Telefonumda son mesaj attığım 10 kişi arasında senin adını göremeyince, 2-3 günde bir temizlediğim whatsapp sayfamda sana ait mesaj kalmayınca, seninle en son konuştuğumuz günü bulamayınca bir şeylerin ters gittiğini anladım.

seninle tercih ettigimiz sarkilari listelerden bile çıkardım.

Hayatımda senin boşluğunu hissettim. Sen olma, senin boşluğun da olmasın istedim. Varken yok olman kötü. Bari yokken yok ol. Tezatlıkları sevmem. Seni özlediğimde bari uzağımda ol istedim.

Seninle bir daha laf dalasina giremeyecegimi inanamıyorum

Bana kardesten daha ote olan varligina bir daha sahip olamamak seni her gordugumde gulen yuzumu dusurmeye basladi (bana kolay gelsin)

..


Senli benli hayatımda hiçbir şey ama hiçbir şey, en kaba tabirle o kadar "koymamıştı".

Şimdi, çok bilindik şeyler yazacağım. Hazır mısınız? Eff peff scroll down.

kusmustuk. daha doğrusu silindim sildim. hala zırıl zırıldım ve hala boşu boşuna bir şeyler kovalıyordum. belki pişman olur, belki vazgeçer, belki de beni deniyordur. ne bileyim.

Ama takmiyorum.

sürekli darlıyor, darlıyordum. o da sürekli beni iteliyordu. kibar olmaya çalışırken bazen dayanamayıp kabalışıyordu. kalbim çok kırılıyordu. gel gelelim hak ediyordum, yalan yok. kibar davrandığında umutlanıp iyice cozutuyordum zira. "sanırım bana gicik oluyordu"

Yanimda not tutmak icin tasidigim deftere ders notu degilde onu bugun gordugume ve hissettigim seylere dair notlar aldim-aliyorum..


"aynı filmlerdeki gibi"

Onun arkadasligi bana ne kazandirdi  ? -Onu sevdim.


Onun farklı bir kimse olduğunu algılayabiliyor, fakat ondan bağımsız kalamıyor ve yaşayamıyordum. ya da öyle zannediyordum. ki kesinlikle öyle zannediyordum.Hicbir durum halimi paylasmadigim DOSTUMdu.


Üstünden uzun zaman geçti. Ama geçmedi.

Onun benden ayrı bir hayatı olduğuna ya da olabileceğine inanmıyor ve kabul edemiyordum. Kendimden ayıramıyordum.

..


"İnsan çok garip."

Oysaki o benim ne sevgilim ne canimin parcasi ne de kardesimdi.


 Gel bugün birazcık dürüst olalım. Çok yorulmuşuz kendimiz de dahil herkese yalan söylemekten. Şimdi canımız mı yanıyor yoksa nefes alışlarımız mı azaldı tam olarak bilemem. Tutunmaya çalıştığımız hayatlarımız var. O kadar uğraştıktan sonra en ufacık şeyde kayıp mı ediyoruz onları? Bir çıkış kapısı mı aradık yine, birazdan gideceğiz ve bitecek bu kabus mu dedik? Ama dışarıda bizi bekleyen mutluluklar kalıcı mı geçici mi diye düşünmeden edemedik.

 Mutluluğun tanımını kim biliyor ki biz bilelim? Gel seninle bir mutluluk kavramı yaratalım sonra da oradan hiç çıkmayalım. Hapsedelim oraya sen ve beni, hiç çıkmasınlar çünkü sen ve benden başka kimse yok. Nolur bu sefer başkalarının hayatıyla kıyaslamayalım kendimizinkileri.Eski sorunlarimizi gundeme getirmeyelim. Mutsuz muyuz sahi? Belki de anlık bir acıdır ne dersin? Vücut alışkın olmadığı reaksiyonlara tepki verir, geçer

 Yapma… Deşmeyelim yaralarımızı. Düşünmemeye çalışırsan biter belki göğüs kafesinde bir yerlerde o büyük ağrı. Aslında ağlamak için gelmiştim yanına.Seninle dost olmaya. Hep yanimda olacagina inandim. Gelme ihtiyacı hissettim buraya, değişince mimiklerim beklemediğim bir anda.

Şimdi bir damla yaş geldi gözümden. Halloween da sacma bir karakter olmusken senin de gözün ıslandı mı?



"Güzel fikirler her zaman saçma sapan zamanlarda aklıma düşer."


 Bir gün şöyle oldu; kendim için bir şeyler satın alırken ve üstelik kendi kendimeyken, onun benden ayrı bir hayatı olabileceğini kabul etmek yerine, benim ondan ayrı bir hayatım olduğunu fark ettim. bu uzun hikayeye bu kadarcık bir son yazabildim.


ve tam bir gerizekalı olduğuma karar verdim.

fakat çok tatlı bir gerizekalı.





Sunday, October 28, 2012

Buluştuk ya hadi fotoğraf çekilelim!!!


Bu hepimizde vardı kabul edin. Haftasonları dizi tekrarları izlemeyi bırakıp yeni yeni dışarıya arkadaşlarla çıkmaya başladığımız vakitler. Büyük ihtimalle Taksimde Alsancakta buluşulur. “ayy ne güzel olmuşsun” -“Tatlım saçlarına bayıldım!!” tadında sözlerle diğer arkadaşlar beklenir. Bu sırada her türlü gürültüyle çevre rahatsız edilir. Sonra hep birlikte gidilen kafede çekilen fotoğraflar akşamında facebook ve türevi sitelere konurdu. Fotoğraf çekmekten eğlenmeye vakit bulunmaz. 3 saat uğraşılır. Fotoğrafların anafikri şudur: “Biz hep böyle arkadaşlarla takılıoorz gençler”



Ve iletilere yazılır. “Yarın Taksim!!” -“Bakırköyde nargile?” - “Kadıköy(H)” - ”Bugün Esra’mla -temsili isim-çok eğlendiiiik!”

Amaç reklamdır ve kabul edelim bunu çoğumuz yapıyoduk. Alay etmek gibi bir amacım yok ben de türevlerini yapıyordum çünkü. İletilere yazmazdım ama fotoğraf olayında bizzat vardım.Ama EKLEMEZDIM Çok da abartmıyodum gerçi

Sonra o dönemler geçer. Artık yazılmaz iletilere, fotoğraflar çekilmez. Buluştuğumuzu belli etmek için fotoğraf çekilme huyunu aşalı yıllar oldu çoğumuzda. Hem evde olmak kötü bir şey değil ki. Ne var dizi tekrarı izlemekte? Kompleksleri aştık işte. Bana ne arkadaş ister evde oturur izlerim filmimi ister dışarda fink atarım. Kimse de bunla ilgilenmiyor zaten. Bunu anlamak birkaç yılı alıyor ama neyse

18 yaşa yakın versiyonlarda durum: Gece cluba gittik hemen fotoğraf çekilelim, altta kulübün adı çıksın. Yanıma 2-3 kız alıyım havalı gözükürüm.

Geçecek hepsi.







Biz bu konu disindayiz


                                                                        BITTI

Saturday, October 27, 2012

“Ex aşkım” söz kalıbında geçen ex’in eski anlamına geldiğini zannederdim. Ex olmak, hastanın ölmesi anlamına geliyormuş. Yani aşk bitti, “O benim için ölüp bitmiştir” durumu.
Çok yoruldum. Böyle aşk meşk işleri insanın zihnini çok oyalıyor. Çok glikoz yakıyor, çok enerji emiyor. Harbiden yoruldum. OYNAMIYORUM.

Wednesday, September 26, 2012

Ne ara bozuldu bizim senaryo


”Bu film benim filmim, burda esas kız benim
senaryoda bile yokken bu süslü şıllık da kim?”
Her şey tamam da, şu kendini yaşamın kıyısında kalmış gibi hissetmenin verdiği duygu çok garip.
Başkalarının birçok alanda senden çok daha iyi olduğunu, ne kadar güzel kıyafetler alırsan al onların senden daha güzel olacaklarını, senin saatler harcadığın ödevleri onların yarım saatte bitirdiklerini, onların mutsuzluklarının bile seninkilerden daha tiyatral olduğunu sanmak seni yok yere geri atabilir. Olsa olsa çocukluktan kalma bir alışkanlıktır herhalde bu
Hadi onlar da tamam, sen kendi üzerine gelmelerini bir şekilde örtbas edebilirsin; ama bir gün gelip birileri seni geriye atıyorlar bu yarışta. Gerçekten kıyıda kalıyorsun.“Sen burada yoksun” diyorlar.
Yani dış kapının mandalı olmak.
Örneğin biriyle ilişkin varken, birden bitiveriyor ve sen kapı dışarı ediliyorsun. Buna alışmaya çalışırken, daha alışamamışken sen, birden roller değişiyor, sen o kapının dışından içeriye yeni geleni izliyorsun; perdenin arkasından, Facebook duvarından, ortak arkadaşların söylediklerinden.
Birine aşıkken sen, onun bundan haberi yokken ya da varken ama tepkisiz kalmışken; sen buna alışmaya çalışırken, umutlarını sıfıra indirgemeye çalışırken hiç senin olmayan bir yere geliyor yeni biri, onun yanına. Bu kez kendinde hiçbir hak bulmayarak izliyorsun olanları.
Yani, sen küfürler ediyorsun bütün bunlara; o senin kadar güzel değil bir kere, sen ondan daha zeki, eğlenceli, kültürlü, sadık, aşktan anlayan birisin. Bunu O neden anlamıyor, o neden anlamazdan geliyor, o neden başka birini anlamayı seçiyor?
Bu işte bir yanlışlık mı var, zaman ne ara bu kadar çabuk geçti de sen bu kadar gerilerde kalmışken o bu kadar ilerlemiş? Yani ne ara bozuldu senaryo, yeni oyuncu alacak kadar?
Ne ara unutmuş seni?
Ama en kötüsü hiç hatrına sokmaması.
Sen orada oturmuş arkadaşlarınla beraber hakaretler yağdırmışsın onlara,ayrılmalarını beklemiş, bağırıp çağırmışsın, kafanda bir eksi artı listesi oluşturup kendini çoktan tepelere çıkarmışsın. Sen, eskiden kendini yok yere o yarışın gerilerine atarken; bugün gelmiş birileri sana “Sen burada yoksun” diyor. Resmi açıklamasını yapıyorlar senin bu konuyla alakasızlığının.
Yani sen aptal gibi kalıyorsun.
Seninle beraber onlara küfürler yağdıran arkadaşların susuyorlar, Facebook profillerinden takip etmek yetmiyor, biliyorsun ki orda paylaşılanlardan çok daha fazlası oluyor aralarında; bir gün küsüyorlar, sonra barışıyorlar ve bunun senin hayatında somut hiçbir değişimi olmuyor. Yani sen yoksun. O arkadaşlarından biri gelip “Bu senin harcın değil” demeye getiriyor en nihayetinde. “Sen onların arasında değilsin”
Onların arası kötü de olsa iyi de olsa, o onu sevse de sevmese de; sen yoksun. Ama sen onların hayatını herkesten daha iyi bilmeye çalışıyorsun. Maalesef saçmalıyorsun ama yapılacak ne var başka !
Seni senaryodan atıyorlar. Bir gün oturup “Ben orda yokum” diyorsun. “Ne desem boş, ne yapsalar boş, ne yapsam boş, ne etsem boş”
Her şey tamam da, birilerinin sana senin çocukluk hislerini hatırlatmaları çok kötü. Senin başkası yerine tercih edilmeyeceğini yüzüne bu şekilde vurmaları, çok acımasızca. İçinde olmadığın bir hikayeyi öğrenmeye çalışırken aylar geçiyor, sıfıra sıfır elde var sıfır; ne elde edecektin, ondan ayrılıp sana gelecek ve mutlu mu olacaktınız?
Biliyorsun, bu hep olmuyor ama bazen, bazen çok fena koyuyor, biliyorsun. Esas kızken, kafanda kurdugun o dünyada ya da gerçekte, birisi gelip senin olan/olamayan yerini alıyor; senin esas oğlan elden gidiyor. Sen burda fısıldarken, kimse seni ordan duymuyor. Kıyıda.
Her şey tamam da, iki kişinin ilişkisine uzaktan yorum yapmaya çalışan 3.kişi olmak, bize karşı O olmak; yani dış kapının dış mandalı olmak çok acı.
“Bu rol bana göre miydi?”




küçük simge..