Burada da hiç merak etmeyeceğiniz fotoğraflar paylaşıyorum

Instagram

Friday, December 27, 2013

Yine kafama dank etti



“Aslında çok önce fark etmiştim bunu ama insanın elinde anlatacağı gerçek bir hikaye olmadan konuya girilmiyor. Girsen de kimselerin dikkatini çekemiyorsun.”
Hayatta tek bir şey üzerine çok fazla odaklanırsan, onu eline yüzüne bulaştıracağını öğrenerek gelmiyorsun maalesef dünyaya. Genelde eline yüzüne bulaştırdıktan sonra fark edip “Bir dahaki sefere bunu yapmayayım artık” diyorsun ve öğrensen de uygulamaya koyamıyorsun.
Yani hayattan sadece tek bir şeyi, tek bir kişiyi, tek bir aşkı istemenin en nihayetinde “istemek” fiilinden uzaklaşıp hırs kisvesine bürüneceğini, “Çok istersen, olmaz” demeyi çok sonra idrak ediyorsun.
Mesela çocukken duvarları boyamaya gelen Hüseyin Usta senden bir bardak su istediğinde, annenin doldurduğu su bardağını taşırmadan getirmeye çalışırken ustanın “Ama gözlerini bardaktan ayırmazsan ellerin titrer, suyu dökersin” demesinden hiçbir şey öğrenmiyorsun. Onun yerine yaşın 5 olmasına rağmen “Ama bakmazsam dökülür” diyor ve yıllar sonra bu olaydaki inanılmaz mantık hatasını anlıyorsun.
Çok istemek çok itiyor. Çok istememek, sevmekten kaçınmaya çalışmak insanları çıkarcı yapıyor. Kafan karışıyor, “Eğer buysa, istemiyorum” diyerek köşende oturmak istiyorsun. İnanırsan olmuyor. Sadece onu istersen olmuyor. Onu istememek istiyorsun lakin sırf bu çaba bile senin ondan hep bir şeyleri istediğini ifade ediyor.
Yoksa manyak mısın canım, sen de biliyorsun “Boşver artık, başka şeyler düşün” deyip evrenin sen bakarken soyunamadığı gerçeğini anlatmaya çalışan arkadaşlarının haklı olduğunu ama bazen gidişata engel olamıyorsun. Düşünmemek isterken bile düşünüyorsun ve artık evrene “Gözümü ayıramıyorum, ya kötü şeyler olursa” diyorsun.
İnsan en çok umursamamaya çalışırken umursamaz mı zaten?
Hayatını bir süreliğine donduruyorsun. Her şey gitgide kötüleşirken “umursamak” adı altında bütün gidişatı izliyorsun, tıpkı çocukken bardaktaki suyun elinin titremesi yüzünden dökülmesine tanık olman gibi. 
Çok küçükken çıkaramadığın o ders yüzünden. Bardağa bakmasaydın elin titremeyecekti, su dökülmeyecekti, o kadar yavaş yürümeyecektin; zaman boşuna geçmeyecekti.

Thursday, December 26, 2013

T cetveli.



insanların yanındayken genellikle daha kolay, rol yapıyorsun, birilerini inandırmaya çalışıyorsun. ama tek başına olduğunda ve kandıracak kimse kalmadığında, gerçekten ne hissettiğinle yüzleşiyorsun. zaten işte o anlarda karar veriyor insan, artık yaşanacak bir şey kalıp kalmadığına. 

..

Kendi arkadaslarıma o kadar alışmışım ki social skilllerim tamamen olmuş.geçen kimseyi tanımadığım sınıfta bi kızla arkadaş olmaya çalıştım ve kendimi mal gibi kızın moralini bozup 
ağzına sıçarken buldum niye böyle olduk

..

Muhtemelen iyi hissettiğim zamanlar da olmuştu. Gökyüzüne bakıp ne kadar çok olasılığın olduğunu düşünmüştüm ve o sonsuzluğun ortasında bile olmak istediğim tek yeri bulmuştum
Ama bir yerlere ait olmak için umutsuzca uğraşan birine ev olamazsınız. Ve hayatında her şeyi zaten eksiksiz olan birini kendinize ev yapamazsınız. Şimdi hangi anıya tutunmaya çalışsam elimde kalıyor.

..

Konuşacak kimsem olmadığını söyleyemem. Konuşmak istediğim kimse olmadığını da. Ama bir süre sonra bu eylemin faydasızlığı üzerime gelmeye başladi. Her şeyin düzgün olması için kendi payıma düşeni yapmadım ve şimdi her şey yolunda gitsin istiyorum. İnsanın kendinden başka suçlayacak birini bulamaması çok acı oluyor. Ama en kötüsüde de bunca zaman boyunca kendimi kandırdığımı fark etmem oldu. Bu defa belki farklı olur düşüncesiyle yaptığım her şey, tam da öncekilerin aynısı oldu. Ve ben hala vazgeçmem gereken noktayı öğrenemedim.

..

şimdi annemi arayıp ağlasaydım, en azından mesajlarına cevap atan insanlar için ağla derdi.annem mantıklıdır çünkü. ve her mantıklı insan bilir ki mesajlarına cevap bile atmayan insanlara ağlanmaz. 
bilerek ve isteyerek seni görmezden gelmeyi seçen birinden hiçbir şey umulmaz

yani sözüm size benden bir şeyler ummayın.


'bir adam' gitti bir çocuk gelsin, seninle büyüsün ve adam olsun diye

ama "bir adam" bilemedi yerinin dolamayacağını

çünkü o-

Babaydı.

Tuesday, December 24, 2013




Özledim kelimesinin hakkını en çok sevdiklerinin üstüne toprak atanlar veriyor.
Nasıl eksik kaldım hala tarif edemiyorum
Sensiz kalışımın her sabahında bir öncekinden farklı hissediyorum yokluğunu
Ben senin yokluğunda yuvarlanıp giderken, sen benim varlığımı görüyor musun ki?
Gitmeseydin olmaz mıydı?
Hiçbir şeyden memnun değildin, kimseleri sevmezdin evet ama,
Ben de mi hiç kimseydim senin için?
Keşke beni yarım bırakmasaydın.
En basitinden telefon rehberini her açtığımda son aramalarda adını görememek bana koyuyor.
Bir telefon uzağında olmakla, bir dua yakınında olmak çok ayrı şeyler!
Sahip olduğun bütün güçleri öylece bana bırakıp gitmen ağır geldi
Sen gittikten sonra bana dinlenme hakkı vermediler
Yaşamın “durdur” tuşunu kullandım sen gidince.
giden biri varsa kalana güçlü ol derler
Güçlü olmak sabit olmak değil midir?
sabit kalınca paslanmaz mısın ?
sen sanki hiç var olmamış gibi kaybolmadın
kaybın hep var kıldı seni.
Birilerinin gitmesine, birilerinin de yokluğuna alışmak gerek. Oysa her seferinde biraz daha zor oluyormuş gibi geliyor. Hani, bir daha mı aynı şeyi yaşıyorum diye düşünüyorsun. Yanlış.
Senden sonra birilerini bırakmak daha kolaylaşıyor, biri gidince herkes gidebilir gerçeği 
dank ediyor
zaten sen gittikten sonra güneş sabahı pek getirmedi


düşünürsün..

Ertesi sabah gireceğin sınavda bile düşünürsün. Boş kağıt verirsin mesela. 
O kadar düşünürsün ki beynin uyuşur hücrelerin el vermez yapamazsın..
bazı zamanlar hayatıma neden pozitif enerji salgılamıyor bu gidişin

ama yinede her şey güzel , üzülmek için hiç bir neden yok der gülümserim kendi kendime. Belki beş , belki on dakika sürer bu gülümseme. Sonra gülümsediğimi sanan gözlerimden yavaş yavaş akmaya başlar yaşlar. Ve anlarım aslında kendimi kandırdığımı.  Tutamam gözyaşlarımı , ağlarım ben.
 Çok ağlarım. Ağlarmışım ben. Çok..
ağlamak için illa gözden yaş akması gerekmez
üzülmekte.

 Herkes O’nun sebep olduğunu düşünür benim bu ağlayışlarıma. Oysa O sadece bir bahanedir buna.
Bilirim , nedir beni acıtan ya da gülümseten..  Acıtan şey O degil , O’nun yokluğudur aslında. Her gözyaşım onsuzlukdur. Sesinden , teninden , O’ndan uzak , çok uzak oluşumdur. Gülüşlerim ise onun bir yerlerde var olduğunu bilmektir. Elbet bir gün onu görebilecek  , sesini duyabilecek , yeniden sarılabilecek olduğuma inanmaktır yüzümdeki o küçük gülücük.
Bir de uykularım var tabi . Onu yanımda hissedebildiğim tek yer, rüyalarım.
Beni uyurken görenler hep uykumda gülümsediğimi söylerler. Doğru . Gülümserim. Yanımdadır O. Elimi tutar , sımsıkı sarılır , varlığını hissettirir çünkü. Ve dediğim gibi , uyanıp aslında yapayalnız olduğumu fark ettiğimde o küçük masum gülücük ,nefret dolu bir gözyaşıdır 
Yoktur O artık , gitmiştir yine ait olduğu yere . 
Uzaklaşmıştır benden yine , bir şeylerden kaçarcasına.

Eminim , sadece ben değilim bunları yasayan. Sizlerde çok iyi biliyorsunuz neden bahsettiğimi.. 
Yaşıyoruz hepimiz aynı şeyleri

Biz güçlü olduğumuzu kanıtlamaya çalışırız hep . Başarırız da aslında. İnanırlar .Güçlü olduğumuzu , mutlu olduğumuzu sanarlar. Bizim istediğimiz de bu değil midir zaten.
Çoğu sinirlenir buna. Çünkü bilirler onlar olmadan acı çekeceğimizi . Terk ederler . Bir sure kendimizi toparlamaya çalıştığımızın farkındadırlar. Ve içten içe sevinirler aslında. Acı çekiyoruzdur onlar için çünkü . Ne zaman inanırlar ki biz unuttuk onları , iste o zaman baslar onlar için her şey. Üstümüze düşmeye başlarlar. Korkuyorlardır aslında bizi kaybetmekten , ve yine korkuyorlardır korktuklarını kabul etmekten. 
ihtiyaçları vardır çünkü bize , bunu bilmeseler de.  
Biz bütün acımızı saklar , mutlu gözükürüz onlara. 




Dünya çok daha hızlı dönsün, günler çok daha kısa olsun, saatler çok daha hızlı geçsin 
ve ben bir an önce O’na sarılayım istiyorum.



Wednesday, December 18, 2013

Herkesin farklı farklı bahanelerle bir eli tutmaya ihtiyacı var



Normale dönmek, sadece normal olmayı istemek, herkes gibi birçok şey isteyebilirim ben de; kenarda durmama, yok istemiyorum ben yerimde böylece durayım dememe gerek yok. İyi oldu, ruh sağlığa kavuşuyor. Tüm o kayıp duyguların nereye gittiğini buldum. (Sevgi nereye gitti?) Korkunun olduğu yerde sevgi olmaz.

Garip şeyler oldu,  bunların sebebi sadece üzüntü olamaz. Vücudun kimyası bozulmuştur. (Baba akşam eve geliyor musun bana kinder getiriyor musun?) Yaşadığın şey depresyon bile değil, durmadan çaba göstermek bir şeylere,normal bir şekilde yaşamaya.Canhıraş düzgün nefes almaya çalışmak. Yalnızken onu bile beceremiyorum. Bedenle ruh arasındaki bağın aleyhine işlemesi (Çok kötüyüm-yemek yiyemem, Yemek yiyemiyorum-hala iyi değilim.) Beyin bende çapraz yapıyor. Yalnızım yemeliyim daha çok yemeliyim. Gidip buzdolabına sarılmalıyım.Bu sessizlik çok fazla bu sessizlik çok karanlık.

Düzelmiyor… (Baba balıkyağını 4’ten 2’ye indireyim mi?)

Ruh halleri kötüye giden insanlara davrandığınız biçimlerden nefret ediyorum. Kendimden bahsetmiyorum benim umrumda değildi. Sevmiyorsunuz. Daha kötüsü saygı duymuyorsunuz. Ama sizi bile affediyorum. Ruh halleri kötüye giden insanlara "Bunu böyle düşünme" diyorsunuz, bu insanların düşüncelerinin sağlıklı işlemediğini göremiyorsunuz. (Anneler bu cümleme dahil değil, Annelerinize üzgün görünmemek için her şeyi yapın.) Nasıl ki sen miden bulandığı için düzgün yaşayamıyorsun, bu tip sorunları yaşayan insanlar da evden çıkmayıp yatakta yatmak istiyorlar. Üstelik bunun nasıl geçeceğini bilmiyorlar, mide bulantısı ya da karın ağrısı değil ki geçsin, tarif edilmesi zor bir şey. Düşüncelerinle düşüncelerine müdahale etmen, kısır döngüden çıkman gerekiyor ama korkudan önünü göremiyor, yaşadığın günleri unutuyorsun. Ötesini düşünmek kendini boğmakla eşdeğer. Korkunç bir umutsuzluk. Kendini bir fanusun içinde hissediyorsun, duvara karşı oturduğunda boğulacak gibi hissediyorsun, metroya binmek istemiyorsun.Otobüste elini nereye koyacağını sapıtıyorsun.Vapurda soluduğun hava ciğerine batıyor ve martı sesleri seni huzursuz ediyor. Geleceğini düşünürken bir fanusun içindesin, çünkü ötesi yok biliyorsun. Tüm bunların saçmalığının farkındasın ama sağlıklı olmayan düşünce yapını kullanarak düşüncelerinden çıkmanı bekliyorlar. Bunları yaşama olur  mu?

En iyi olarak bu tip insanlar bilir dışarıdan gelecek müdahalelerin insanı ne kadar kurtarabileceğini. (Bu kimyasal bir hastalık, haklısın baba. Bunu bilmek beni rahatlatıyor, yoksa bunun içinden çıkamayabilirdim.)

Ve insanın kendi içine düşmesi mümkün.

Ve insanın iyi hissetmesi de mümkün. (Yaşamak için ve annem için yaptım ben.)

Şimdi güzel zamanlara geldik, ruhumu saldım yalnız kaldım ama olsun. (Nefes al-ver. Derin nefes al-ver! Şimdi sınava girmeye hazırım. Şimdi karşılaşacağım şeylere hazırım / Kalbim küt küt atmıyor, normal tepkiler verebiliyorum. Geçtiyse demek ki…)

Bunları anlamaktan aciz sevgililer ve arkadaşlar başka bir yana geçip orada yaşayabilir.



                                       
                                      


Aşkın ne çok yüzü var
Her yüzüde güzel değil ama
Bazen çok karanlık..Gri..

Hepsinin adı aşk mı sanki
-değil..

Ama herkesin birine ihtiyacı var
Herkesin farklı farklı bahanelerle bir eli tutmaya ihtiyacı var
Bazen kaybetmekten korktuğu için,
Bazen günahı en büyük kelepçesi olduğu için,
Başladığı noktaya geri dönmemek için,
Yalnız kalmamak için,

Aslında yalnız olduğumuzu bildiğimiz için.
Aslında ben de korkuyorum yalnız kalmaktan 
ikinci şansımı kaybetmekten

-o zaman elimi hiç bırakma!...


Ait olamamak..Ne bir yere ne de bir insana.Öyle boş kalıyorsun ki buna yalnızlık bile diyemezsin. Kendini bir şeye ait hissedememek omurgasız yaşamaya benzer.Bireyler doğduğu andan itibaren yalnızdır.Terk ettiği şehirler, terkettiği insanlar, bıraktığı eller bütün bunlar yalnızlığın yıldız anahtarlarıdır."Hisler" sayesinde birbirimize ait olup bütün haline geliriz zamanla..Bu olgunun getirdiği güven ise hayatı yaşanabilir kılar !

üç yıl oldu, sadece 156 hafta. Ve ben bir kaç aydır bu şehirde, kendi başıma ne yapacağımı ve zamanı nasıl akıtacağımı düşünerek dolaşıyorum. Mutsuz değilim. Suratımı asmıyor, somurtmuyor ya da ağlamıyorum. Geri dönmek mi ? Hayır Burada kalmak, bu güzel şehirde yaşamak istiyorum. Sadece özlüyorum, hepsi bu. 

Okula gideriz mesela. Daha önce pek yapmadık, derslerimize şimdi çalışırız. Tutunacak çok şey var illa eller değil tuttuğumuz. Müzik dinleriz hep. Bazen keyifli şarkılarda hayaller kurar, bazen anısı olanlarla geçmişe döneriz. Mesela spor yaparız. Biraz da kendimize vakit ayırırız. Yeni insanlar tanırız belki. Başka insanlar, kültürler, yaşam tarzları görür, yeni anılar yaratırız birbirimize anlatmak için. Başka yalnızlıklara tanık olup içten içte şükrederiz yakındığımız yalnızlığımıza. Filmler izleriz kendi başımıza kalınca. Her karakteri tanıdık birine benzetir kendi kendimize güleriz. Belki uyuyamadığımız gecelerden birinde sahilde yürüyüşe çıkarız. Sen uzaklara bakarken burayı ben uzaklara bakarken orayı düşünürüm. Fark etmeden yine aynı şeyleri yaparız farklı ülkelerde. Annelerimizle dertleşiriz zaman zaman. Onlara da vakit ayırmak gerek ne de olsa. Ikimizde boş vakit bulur telefonlaşırız bazen. bazen olur da işin düşer ararsın beni.. Kameranın karşısına geçer birbirimizi görürüz. Yine bakışlarımızdan anlarız başımızdan neler gectigini. Ağlarız sonra bilgisayar başında. Olsun, ordan da avuturuz biz birbirimizi. Yaparız be arkadaşım Yine yaparız. Gün de sayarız belki. Birbirimize çaktırrmadan aldigimiz hediyeleri vermek için sabırsızlanırız
 Plan yaparız mesela, birlikte yapacaklarimizin hayalini kurarız.

Belki her şey boş gelir coğu zaman. Ama unutma, sana olan bana, bana olan sana olur. Ne yaşıyorsak birlikte, ne hissediyorsak beraber hissederiz. Ne bir insanın, ne okyanusun, ne kıtaların ne de aramızdaki saat farkinin, farkli gündüzlerin, farklı güneşlerin gücü yetebilir ayırmaya bizi.



Saturday, November 30, 2013

‘’Kuşlar hem bir dala konmak, hem de 
kanatları olduğu için uçmak isterler’’

Thursday, November 28, 2013

böylesi icab etti



İnadına yapıldığı belli olan her şey insanın üzerinde eğreti durur. Eğreti durma ihtimali olan şeyler bile olmasın dedim. O yüzden uzun bir süre sustum. Ya da az hareket ettim. Ya da “Bu sefer de konuşmayayım, bu sefer de söyleyecek lafım olmasın” dedim. Bu kez de merak etsinler. Bu kez uzaktan bakıp bir şey bulamasınlar. Bir kez de sen kendini onların gözünden görmeyi bırak dedim çünkü görmüyorlar. Kendimi göstermekten vazgeçtim. Üzüntümü dışarıdan göstermekten vazgeçtim. Mutlu olduğum zamanları sergilemekten vazgeçtim. Kendime huzurlu bir an bulduğumda bunun fotoğrafını çektim mental olarak, kendim için. Ama kimse için değil, çünkü o kıyas içine girmek istemiyorum. Kendime ayıp etmek gibi geliyor.

Sonraları bir kıyas içine girdim gibi yine ama dedim ki ben bu yarışın içinde değilim çünkü kendimi kimseye oldugumdan farklı göstermeye, hatta bu sefer kendimi göstermeye bile çalışmadım. Kendimi, görmek istemediğim insanların gözlerinden görmeyene kadar. Peki artık kendini öyle görmeyince ne olacak? Bir sayfa daha kapanacak ama öyle böyle bir kapanma değil. İçinde kızgınlığın, kırgınlığın, en ufak bir umursamanın dahi kalmadığı günler bekleyecek seni. (Peki sonra yeniden seni kıracak insanlar bulur musun? Bu konunun da icabına bak yoksa yıllar boyu aynı şeyleri yaşar durursun.)

Her şey bir yana, geçmişe takılmadan sadece bugünü düşünerek yaşayabildiğin günler. Şahane değil mi? Enerjimizin büyük bir kısmını geçmişe takılı kalan konularımızda harcıyoruz. Kendini kimseye kanıtlama ihtiyacı duymayınca kendine bir huzur temeli atıyorsun.

Tekerleme gibi yazı oldu dimi?

Sunday, November 24, 2013

sizler bilmezsiniz



IRON & WINE

Bir gün arabam olursa diye güzergahlara playlistler diziyorum. Mesela Cinder and Smoke’u Göztepeden Sahil Evlerine inerken dinleriz diyorum. Sonra albüm yarım bırakılmaz der, Urlaya kadar süreriz. Gelmişken Çeşmeye de gidelim der biri de mutlaka, 
tekrar On Your Wings’e geri döneriz.

Güzel albümsün sen Our Endless Numbered Days, bi de arabamız olsaydı…



bazı insanları özlüyorum diyelim, gidip onlarla görüşmek yerine kafamda diyaloglar yazıp ya da bi süreliğine sanki yanımda sessizce yaşıyolarmış gibi davranıp o ihtiyacımı gideriyorum. sonra aramadın sormadın oluyo. ya valla öyle değil, dün burdaydın.

Thursday, November 21, 2013

kışı bile Temmuz




Bi insan ölünce ona dair her şeyin ölmesi çok büyük haksızlık. O kişi gidiyor, tamam bunu kabul etmek çok da zor değil ama o kişiyle beraber o kişinin sesi de gidiyor mesela. Onun bir daha konuşamayacak olduğunu çabucak kabulleniyorsun. Ne de olsa “Ölüler konuşamaz” ama onun sesini bir daha duymayacağını kabullenemiyorsun. İkisinin sonucu aynı olsa da sebep seni hep huzursuz ediyor. Çünkü biri çok mantıklıyken öbürü oldukça saçma.
Mesela gidenin sana bir daha sarılamayacağını biliyorsun. Bunu kabullenmek kolay çünkü "Ölüler sarılamaz" ama senin ona bir daha sarılamayacağını kabullenemiyorsun. Bunu yapmak için elinde yeterli güç olmasına rağmen bunu yapamamayı, hayatın sana imkansızları öğretmesini kabullenemiyorsun.
Bir kişiyi gömdüğün zaman onun yaptığı yemekleri, mırıldandığı şarkıları, komik bir olay karşısında birden yükselen kahkahasını, dehşet içeren haberleri görünce ağzını kapayıp bir yandan da üzülmesini, gazetesini okuyuşunu, kapıyı açışını, gözlüklerini kenara koyuşunu, kumandayı nereye koyduğunu unutuşunu, kızdığı zaman yükselen sesini, kalbini kırdıkları zaman içerleyip susuşunu da onunla birlikte gömüyorsun.

Bir de utanmadan ölüleri eşyalarıyla gömen eski Mısırlılarla dalga geçiyorsun.

Arka sokaklarımdın ben hep kuytularımda 
En güzel günlerimdin isaretledim duvarlara 

Arka sokaklarimdin ben hep kuytularimda 
En güzel günlerimdin isaretledim duvarlara 

Artik çok geç ama 

Ben bilemedim o günlerin degerini 
Ittim günün birinde senin bile ellerini 
Neden dur demedin anlatmadin bedelini
Sen içimdeyken yaktim kendi evimi 

Göz kapaklarimdin bölünmüs uykularimda 
En güzel yillarimdin anlamazdim gençtim daha 

Göz kapaklarimdin bölünmüs uykularimda 
En güzel yillarimdin anlamazdim gençtim daha 
Çok geç ama 

Ben bilemedim o günlerin degerini 
Ittim günün birinde senin bile ellerini 
Neden dur demedim anlatmadin bedelini 
Sen içimdeyken yaktim kendi evimi

Yine söze nerden başlayacağımı bilmiyorum ama buraya geldim. Uykulari artırdım yine, uyuyamiyorum ama yine de işte. Kendimi defterlere ders kitaplarına vurdum.Yoğunlaştığım şeyler var gönül koyduğum çocuklarım var bir kere..Onlarla vakit geçirmenin bana verdiği huzur beni gökyüzüne çıkartıyor.Çocuklar saf biz büyüdük. Kendimden bahsetmeyeceğim. Ya da biraz bahsedeyim sonra kapatırız konuyu. Nasılım bu ara? İyiyim, baya baya iyiyim de o bir yana farklıyım. Kendimi yukarıdan görmeye çalışıyorum. Büyük resmi görmeye çalışmıyorum. Bazen de hiçbir şeyi görmeye çalışıyorum, günlük yapılacak işlerimi bitirip yatmaya gidiyorum sadece. Ama güzel şeyler de var, dersler sonrası arkadaşlarınla oturup çay içiyorsun, yemek yiyorsun. Annenle konuşuyorsun telefonda, babişko kaydı resmen silindi çaldırmak istiyorsun bazen darda kaldığında imdat tuşun olsun istiyorsun ama sadece acil aramaların 112 ile kayıtlı kalmış yine de mutlu oluyorsun -ve annenin mutluluğu çok önemli bir mutluluk yüzdesini doldurur bunu konuşmuştuk. İşlerin bitince dizi açıyorsun. Gece playlistini dinliyorsun. İyi şeyler bunlar. Diyorum ya kendime yukarıdan bakıyorum, yine de yanlış yerlerden bakmamak lazım. İnsanın kendini yanlış yorumlaması diye bir olay var, çok fena o.

İnsan bazen mağdur hissetmeyi seviyor olmalı, diyelim ki hiçbir arkadaşı yemeğe gelmiyor, önceden yemişler yani ya da ders çalışıyorlar. İçinden alınıyorsun buna, halbuki mantıklı bir açıklama var ama o an her şeyi bırakıp bulundugun ortamı terk etmek istiyorsun. Bir şeylerin değişmesi lazım ama. Kendine baktıgın nokta yanlış, bilmiyorum doğruca yorumlayıp çıkmak lazım oralardan. Kendini dışarıya karşı yaralanmaya açık bırakmaman lazım. Ben bunları içimden daha güzel anlatmıştım.

Bir de şu var, kendimizi sıfırlayıp başlayamıyoruz ki yeni şeylere. Beni duraklatan da o. Ben eski şeyleri hatırlatacaklarsa yeni şeyleri neden yaşayayım? Neden yaşayayım yeniden, unutmak istediğim taraflarımı? Kendimi tabii ki seviyorum, neden bahsettiğimi biliyorsunuz. Her durumda farklı insanlarız biz, bazı durumlar bizi istemediğimiz hallere soktu, iyi ki çıktık oralardan. Ama ben yeniden aynı kişiliğe bürüneceksem neden yerimde durmayayım?

Ama galiba hep aynı şeyler olmuyor, sadece ben eskiden olan şeyleri hatırlıyorum. Duygularla ilgili hafızamız çok güçlü; mesela reddedilmenin, hayal kırıklığına uğramanın, bırakılmanın verdiği hisler hep eskileri hatırlatıyor; o eski günlere bir katkı ve “biliyorum ben zaten hep bunları yaşarım” diye hissetmek- ama bir şeyler değişik. Bütün o tesadüfi olayların hepsini kafada bir şemaya oturtmaya çalışmak, “Zaten ben sevilmem”, “Şaşırmadım bunun da böyle olmasına”, işte bunların değişmesi lazım. Kötü anıları unutup temiz olmamız lazım. Eskiler yorgunluk bindirmesin üzerine. Eski sevgiliden bahsetmiyorum. Eski kötü duygulardan. Kötü duygular unutuluyorlar ama hatırlanıyorlar. Umutlu oldugun zamanlarda hayal kırıklığı yaşadığında o eski duygular çağrışım yapıyor. Bilmem, insanlar eski yaşantıların verdiği hisleri unutabiliyorlar mı?

Metin Üstündağ demişti ki “Kim olduğun, ne olmak istediğin, hayattan ne beklediğin biraz da sevme şeklinde gizlidir”. Kesinlikle! Sevdiklerimiz, sevgililer hayata bakış açımızı gösteriyorlar. Sevgilinle kavga edip “Bunu bir süre düşünmeyeyim, yatışmasını bekleyeyim” diyebiliyorsan, telefonu kenara koyabiliyorsan sen kaybeden bir insan değilsin. Aksini yaparsan kaybedensin demiyorum, kaybeden derken eziklikten bahsetmiyorum; kaybetmekten bahsediyorum anlıyorsun. Neyi tam bilmiyorum. Zaman olabilir, enerji, belki ilişkideki güç dengesi. O konudan da bahsetmek istiyorum ayrıca, ilişkide güçlü taraf olmaya çalışmalı mı. Bilmiyorum, bugüne kadar taktik yapmamamın bir katkısını görmedim.  Pür sevgiden oluşan bir ilişki pek yürümüyor galiba. İlla taraflardan biri karşısındakinden üstün olmaya çalışıyor. Hala net değilim, birisiyle kavga edip onu düşünmeden duramamak kaybeden olmak mıdır, yoksa sevgiden kaynaklanan bir durum mudur? Karşındaki bunu görmüyor, gözünden düşüyorsun. Anlatamam sana o hayal kırıklıgını, üzerinden atması çok zor. Zar zor birini sevmişsin ve sonra dengeler değişiyor. Ben mi yanlışım, birileri hep daha güçlü mü olmaya çalışıyor, yoksa sevgi adı altında kişi kendi kontrolsüzlüğünü örtbas mı ediyor? Napacağız, ilişkilerde ipleri karşı tarafın eline vermeyip onu korkutacak mıyız, böylece rahat bir nefes mi alacağız? Ya da böyle hesaplar kitaplar olmayacak, saf sevgiden mi ibaret olacak? Belki de çok sevmek ve kendini kontrol etmek bir arada olması gereken şeylerdir.

Fakat şunu biliyorum, bir insan ilişkisinin içinde bunları düşünüyorsa karşı tarafın ona duydugu sevgide bir eksiklik vardır. Biliyorum, çünkü bunları hiç düşünmediğim, sadece sevildiğimi hissettiğim zamanlar var. O zamanlar da bu tarz sorunlar oluyordu ama aklımda kalmıyordu. Anlık oluyor geçiyordu, kronik değildi.

Bize mutsuzluk getiren hiçbir şeye devam etmemeliyiz bu yüzden artık sevgi tükendiyse kötü ilişkileri bitirmeliyiz. Bu yüzden kimin ayrılıp ayrılmadığıyla ilgilenmedim. Bu yüzden ilişkiler biter bitmez olay yerinden çıkıp gittim. “Bu da benim başarmadığım bir şey olsun işte” Bu? Biri tarafından tam manasıyla sevilememek, büyük bir umutla başladığın şeyin sandığın gibi yürümemesi ve bir insanın hayatında o çok güzel yere sahip olamamak. İşte bu yüzden önemsemedim teferruatı, artık çocuk değiliz ayrılık tek taraflı bir eylem değil. Fakat öyle değil be. Cidden değil. Kimin terk edip etmediği önemli değil deme cidden önemli. Belki ilişki açısından ya da karşındaki kişinin sana baktığı yerden değil - ya da olsa da umrunda değil, çünkü bu başaramadığın bir şey ve çıkıp gitmen gerekiyor-  ama senin kendine bakış açın için önemli. Kendine duydugun saygıdan gidiyor, kötü giden bir şeyi bırakma kararı verememek seni daha sonra hayatının çok fazla aşamasında etkiliyor, Zaten üzülmüşsün, bir de çıkıp gidemiyorsun.

Nasıl yapıyorlar? Nasıl karar veriyorlar, “Çok seviyorum ama bitmesi gerekiyor” demenin yolu nedir kendini yapay hissetmeden?  Sevmeyenlerden bahsetmiyorum. Onlar için bir zorluğu yok bunun. Kesinlikle olaylara ya da kendime çok dogru olmayan bir bakış açım var.

Birilerinden hoşlanmak hayatına anlam katan bir şey, bütün gün yaptıklarını bir düzene koyuyor. Sevginin hayatı yaşanır kılmasını seviyorum. Ama hayal kırıklığı devreye girince, üstelik kendine karşı -“Onun yanında daha mutlu hissederim sanmıştım”, yine o sorgulamalar başlıyor. Düzen bozuldu biraz, sorular sormaya başlıyorsun halbuki yüzünde gülümseme içinde heyecanla yaşardın. Diyorum her şey sevgi yüzünden. Sevgi sayesinde. Uzum zaman oldu sevmeyeli sevgisiz kalalı ihtiyacım yoktu. İhtiyacım olmayan bir şeyi gerek görmedim.

YANİ..Yeni şeylere başlamadan evvel eski hayal kırıklıklarının yorgunlugunu atmanın yollarını bulmak lazım. Yoksa yeni şeyleri en ufak bir sıkıntıda bırakıp gideceğiz ya. Aslında nerdeyse bağımsız sayılırlar. Aradaki bağı kuran düşünceler duygular değişirse daha iyi oluruz gibi. 

Hepinize iyi geceler.

Thursday, November 14, 2013

meşguliyetin ardından










bu sabah yine yanlış şehirde yanlış bir bölümde yanlış insanların arasında olduğumu farkettim















ve bunun asla bir telafisi olmayacağını...

Friday, September 27, 2013

hiç yeşillenmeyen kırmızı ışık

Büyük fırtınaların gelişinden haberdar olunduğunda birbirimize karşı söyleyecek sözlerimiz, son kez yapmamız gerekenler, veda etmemiz gereken yüzler vardır.Gerekçeler doğrultusunda yaşıyoruz.Güzel günler göreceğiz diyerek ayağımızı bir kez daha yere basmaya çalışıyoruz, ya tutarsa..

Her konuda durmaya, hareket etmemeye, hissetmemeye o kadar alıştım ki artık ne yapacağımı bilemez hale geldim. Hayatımda ilk defa gerçekten aşırı derece sıradan olmak istedim. O normalliğiyle dalga geçtiğim insanlar gibi olmak istedim. Yanlış anlama farklı olduğumu iddia etmiyorum. Pek çok ortamda sivrilmem bile. Ama bu sefer en ufak bi pürüz bile istemedim. Beden derslerinde durduğumuz gibi tek kol hizaya geçip kaybolmak istedim herkesin içinde.
Aynı olmak istedim ama sadece durdum.

Mesela herkes eski güzel anılarını anlattı, ben durdum. 
Herkes tekrar iletişime geçme çabalarını anlattı, ben durdum. Herkes özleminden bahsetti, ben durdum. 
Herkes yaşadığının gerçekliğini hissettiği dakikaları anlattı, ben durdum.

Biliyo musun, bi insanın elinden üzülme hakkı alınmamalı.
İnsan ağladığı için suçlu hissetmemeli yani kendini. Ya da üzüldükten sonra “Hayır, hayır ona üzülmüyorum” şeklinde açıklama yapmak zorunda kalmamalı. Herkesin güzel anısı olan konuları aklına bile getirmemek için kendine baskı yapmamalı. Bi insan durmaya zorlanmamalı.
Ama ben durdum.
O kadar uzun süre durdum ki bi zaman sonra hareketsizlik tek hareketim oldu. Bana ait olan, benim olan tek şey hissizliğim oldu. Kendimi sabitledim. Hiçbir şeyi özlemez oldum mesela. Gittiğim hiçbir yerde “Evimi özledim” demedim en basitinden. Çünkü her yer evimdi, aynı zamanda hiçbir yer evim değildi. Hâlâ da kendimi evimde hissediyor değilim. Daha çok ‘eşyalarımın daha fazla olduğu yer’deyim. Arkadaşım bana yaşadığı en duygusal anı anlatırken içimde en ufak bir kıpırtı olmadan ona oynadığım oyunla ilgili sorular sordum mesela. Yani insanlar için güzel bir şeyler olması beni sevindirse de, o sevinci içimde yaşayamadım. İşte dedim ya durmaya alıştım.
Ben durdum ama hiçbir şey durmadı benden başka.

Herkes bi şekilde yaşamaya devam etti. Ben de ettim tabi şimdi burada sadece yakınıp kendini sıfır gösteren insan olmak amacında değilim. Ben de ettim lakin bir farklı oldu her şey. Heyecanlanma hissimi de kaybettim mesela. Ne kadar çok istediğim şeyleri yaptım ama içimde en ufak bir heyecan kırıntısı yoktu. Yani o dakika onu yapmam lazımdı ve yaptım. Oraya gitmem lazımdı ve gittim. Eğlenmem lazımdı ve eğlendim.
Her şeyin kendiliğinden olmasını bekledim.

Ve bu düzene alıştım. Artık bütün düşüncelerim aynı kapıya çıkıyor. “Amaan düşününce çözülüyo sanki, hiç kafama takamam bundan sonra. Ne gelirse onu yaşarım.” kapısı. Sanırım buna akışına bırakmak falan da diyorlar. İlk defa gerçekten hiçbir şey için çaba sarf etmek istemiyorum.

Ben suda yatar gibi beklemek istiyorum. 
Her şey kendiliğinden olsun. 
Hayattan en büyük beklentim bu.

Saturday, September 21, 2013

yani diyeceğim o ki bey oğlu...

Bir ara çevremdeki her şey fazla hızlı gitmiş, yetişememişim.

"Hani bi insanın üzüntüleriyle başa çıkma modeli vardır ya, ne bileyim müzik dinler, sakin bir yerde oturur, arkadaşlarıyla konuşur, hatta 1 kilo dondurma yer; ne bileyim biriyle tartıştıysa bir süre konuşmaz sakinleşmeyi bekler ya… İşte o model bende iflas etti bir ara." Durmadan bunu söylüyordum. "Üzüntülerimle başa çıkma modelim iflas etti."

Keşke 1 kilo dondurma yemek mutlu etseydi beni o dönem. Tam tersi eksilere gidiyordum. İnsan gibi üzülmeyi bırakmıştım ben artık. Birisiyle kavga ettiğim anda, daha arkamı dönmeye karar verdiğim anda gözüme geliyordu tüm basamaklar: bir süre konuşmıycaz, sonra görücem gıcık olucam, o bana gelmiycek, çok üzülücem kafaya takıcam, yine gidip ben konuşucam…

Hemen dönüp konuşuyordum. Bu pes etme beni gerilere atıyordu. Umutsuzluğu hissetmeye başladıgım dönemlerdi ama o kadar korkunç değildi.

Sonrasında çok hızlı değişti her şey. Şaşırdım, yetişemedim.

Kendimi bir gün eski doktoruma mail atarken buldum.
 “Ben artık üzüntülerimle tek başıma başa çıkacak güce sahip değilim.”

Farkında bile değildim, şaşırıyorum şimdi. O kararı vermek büyük bir şeymiş. 
En azından yardım istemek falan.

Hani insanlar iradesiyle çözer ya her şeyi, ben yapamıyordum. Düşüncelerimdi sağlıklı olmayan, neyi çözecektim? Tam tersi mahvediyordum.

Dışarı çıkmıyordum, zorlanıyordum. Düşünmemek için durmadan uyumak istiyordum
Yatağa girdiğim an dünya mutlusuydum. Uyandığım anda düşüncelerimin ağırlığı oturuyordu kalbime. Kapkaranlık oluyordu.

Bu öyle sandığınız gibi değildi.

Mesela sevgilinden ayrıldıktan sonraki ilk sabahta, bunun bir rüya olduğunu ve her şeyin eskisi gibi oldugunu sanırsın ama aslında değildir ve bunun farkına varmak içini karartır ya; bu normaldir. Geçeceğini bildiğin için bu dönemleri atlatmaya çalışırsın. İçersin, gülmeye çalışırsın. Ama geçicidir.

Bendeyse hep kalacak bir şeyler vardı sanki. Kabullenmek de değildi bu. Eksilere gidiyordum. Bildiğim hayatın dışına itilmiştim. Dizi açıp izliyordum. Kendime çıkış yolu bulamıyordum. Eksilerdeydim

Annem sabah gazete getiriyordu, öğlen 3 gibi uyandığımda masanın üzerinde kullanılıp atılmış durumda buluyordum, dışarıda hayat devam ediyordu ben duruyordum.

O kısacık sürenin izlerini üzerimde uzun aylar taşıdım. O günler geçti, o günlerin geçmesine yardımcı olan herkesin, her şeyin ömür boyu başımın üzerinde yeri var. O günleri hatırlamak beni strese soktu yine sonraları. Ama geçeceğini biliyorum.

Normalleşiyor her şey.

Ben ki durmadan “Tek istediğim şey dümdüz olmak” diyordum o zamanlar. Beni üzen şeylere karşı bağırmak istiyordum: tek istediğim şey dümdüz olmak, tamam siz kazanın ben sadece iyi olmak istiyorum. Gerekirse sevgilim olmaz, arkadaşım olmaz. Eve kapanırım diyordum.

Lüks şeyler istemiyordum. Rahat bir nefes almak.

Ama abartmışım. Vazgeçiyordum birçok şeyden, arkadaşlarımın yanına gitmekten falan. İnsan nasıl durmadan “tek istediğim şey dümdüz olmak” der? 

Ben kendimi affettim. Kıyamadım kendime ne bileyim. O en kötü zamanlarımda bile kendimi hep korumuşum. Yanlış bir düşünce yapısıyla da olsa. Yardım almayı bilmişim. Asla hata yapıp zarar vermedim

"İçine atmanı istemiyorum, istiyorsan ağla. Ama kendine üzülmeni istemiyorum." Annem demişti bunu. Bir de insan en çok bu zamanlar anlıyor anne ne demek. Bu yüzden beni mutlu eden şeyler listemde büyük harflerle ANNE yazıyor. Ağlamakla kendine üzülmek arasındaki ince çizgi.

Size naçizane önerim, yardım almayı bilin yani kabul edin yardıma ihtiyacınız olduğunu. Sebebi ne olursa olsun. Ve ağlamanızı yargılamayın. Ağlamak ve rahatlamak iyi şeylerdir. Yorum yapmayın bu duruma.

Duygularınızı denetlemeye çalışmayın. Ağlayın ve geçmesine izin verin, içinize atmayın.

Derslerde ya da metroda “Sakin duramıyorum. İçimden bağırmak ya da ağlamak geçiyo. Nasıl tutucam kendimi? İnsan nasıl sakin durur?” diye düşünmekten alıkoyamadığım günlerden bu günlere geldim ben eheh. Siz beni merak etmeyin, ben iyiye doğru giderim hep.

İnsan tutunacak hiçbir yer görmediğinde bile kendini bir yere tutunurken hayal etmeli, sonra yere basıyor zaten. 

Bir de hep iyi insanlarla durun, hayatı unuttuğunuzda hayatı hatırlatıyorlar.

bir de evli evine köylü köyüne demesini bilin

şimdi sen evine ben köyüme, herkesin bir yaşam haddi var çünkü

Sunday, September 15, 2013

biz aşık değil, muhtaç oluruz.





Her zaman bırakmak konusunda birtakım sıkıntılarım olmuştur. Bunları anlatmanın ne faydası var?
Ben bunları anlatmayacaktım. Ama önemi yok.
Artık hiçbir sözüm kalmıyor, uçuyor. Uçsun ben de yorulmuştum büyük laflardan.
Eskilerini merak etmiyorsan bir adım daha mutlusun.
Kafalarını hiçbir şeye takmayan insanlar mutludurlar
Yani gerektiğinden fazla takmayan, mesela bir konu hakkında hak ettiği kadar üzülüp, ya da sevinip, ya da sebep olabileceği ihtimalleri çok fazla düşünmeyip bir kenara koyabilenler.
Aslında bunları size anlatmamın bir önemi yok siz böyle değilsiniz.
Yine de insanın daha kötüsünü düşünmesinin bir anlamı yok. “Bunu yapamayacağım” demenin ne manası var? Bunu yapabilirim dediğimde sakinim.
Neyse ki kafamın içindekilerle hayat farklı gidiyor çoğu sefer. “Ooooo life is bigger, it’s bigger than you” diyen benim, bu sefer, kendime karşı.
akşamları düşünüyorum bazen. yani ayrık parçaları bir araya toplamaya çalışıyorum ama öyle takıntılı bir şekilde değil. Yaşadıklarımdan illa anlamlı bir bütün çıkarmama gerek yok, yaşıyorum ya.
Öyle yaşıyorum. Ders çıkarmak şart değil.
Akşam bisikletle dönerken çok güzel oluyor hava.
Bir süredir yüzeydeyim biraz, derinlere gitmeye gerek yok diye düşünüyorum. Oralarda tek kalıyorum, burada bildiklerim, sevdiklerim var.


İyi hissetmeye giden yolda herkesi dikkatle dinliyorsun ya pür dikkat, öyle sadece işin ehillerini değil, ailen, arkadaşların, okuduğun röportajlar, işleyiş düzeni; hatta yeri geliyor Hülya Avşar’ın ettiği bir laf bile kafanda bir ampul yakabiliyor.
Bu yaz hiç vaktim olmadı, yaz bana gelmedi
Tatile bile çıkamadım, en huzursuz tatilimdi. Ama olduğum yerdeydim bir kere yani kafa olarak. Bir yere gitmek istemedim, şurda daha iyi olur muyum diye düşünmedim. Aslında ben artık neredeysem orda iyi olmaya bakıyorum.

Sakinleştim, alkışlar başkalarının olsun. İlginçtir ki yıllardır takip edip gıcık olduğum kız bile attıgı her adımı paylaşmaktan vazgeçti ve sanırım internetten kendini daha havalı göstermenin bi işe yaramadıgını anladı.

Ne güzel mesajlar alıyor insan “Az görüp çok sevdiğim sayılı insanlardansın, hatta okulda sevdiğim nadir insanlardansın.” Gülümseyip çay sözleri vermek..
Çay demişken, kış kapıyı çalmak üzere değil mi?
Neyse ki hayattaki bazı şeyler bitse bile yüreğinde, kafanda güzel bir yerde kalıyor.
İnsanlarda kötü çağrışımlar bırakmamak önemli. Güzel duygulara sebebiyet vermek daha da önemli. Bir insanda güzel duygular bırakmak. Onu hatırlatan şarkıyı duydugunda 4 dakika boyunca gülümsemek.

Neresinden bakarsam bakayım bu yazın en güzel taraflarından biri yalnız kalışlarımdı

                                                            biz aşık değil, muhtaç oluruz.
genellikle de, hiçbir şeye ihtiyacı olmayanlara.
 yani bizimkisi aşk değil tutunma ihtiyacıdır.

Tuesday, September 10, 2013

Sesli bir kış masalı..





  "Anı" kalitesi yüksek kalmış bir "yaşanmışlık" sadece

kalemimden klavyeye giden yolu değiştirdim..







Hiç kimse olmadı diyebilecek kadar cesaretim var.Ben kaçarım,çok güzel kaçarım.Geriye dönüp baktığımda tek bir kişi var iz bırakan bu onu sevmek değil..
Anı kalitesi yüksek kalmış bir "yaşanmışlık" sadece

Kalem tuttuğum sayfalara kimlerin geçtiğini kütüğüne kadar açık bir şekilde yazardım 
ama burda etik olmaz bunu yapamam. Aşkı yaşadım ya da aşık oldum hele hele
bir ilişkim olduğu sanılmasın.Sapmaya çok yakın insanlarsınız zaten.
Bir kaç tane kapı vardı, hepsi de yaşanmadan bitti diyorum ben bu duruma.
Zaten aslına bakarsan bu gönül işlerinden anlamıyorum ben yani diyeceğim şu ki,
Aşk gözlükleriyle değil At gözlükleriyle bakıyorum etrafa..

Mutlu olup, çok mutlu etmek istiyordum.Yaşamak istediğim bir aşk ya da birliktelikten çok
     yaşadığım şehri paylaşmaktı.
Elini tutmak değil de sırtımı yaslamaktı.
"Seni seviyorum" demek değil de "Hep kal!" demekti benim olayım
Biri olsun hep o' olsun istediğim için belki bu kadar 
ince eleyip sık dokuyordum.

Bana kendi rızasıyla geleni asla almak istemedim
"kalp acıyı seviyor ve onu üzene gidiyordu"
Şunu geç de olsa öğrendim,
sevilmek,sevmekten daha önemli..


"tesadufen aynı ortamda bulunma, tek bir konuşma geçmeme 
ve sonunda tesadüfen! onunla tanışma" sorunsalı...

Nerden bulup buluşturuyorum böyle fantastik insanları hala anlamış değilim.
Benimkisi kaşınmak, yaranın kabuğunu her defasında kaldırmak.
Nasıl yaşanırsa bunu her defasında yaşıyor ve hala bu durumun içinden çıkamıyordum
Neden biliyor musunuz?
"Ben ona imkasızım o' bana imkansız"
öyleyse imkansız olan kovalanır çekim gücü bu.
Size sevgiden ya da aşık olmaktan bahsetmiyorum

OLMAYI  'planladım, istedim' ama 'tadı damağımda kaldı'

sosyal paylaşım sitelerinin yaptığı ön ayaklardan tiksiniyorum..
"burda çok kalamıyorum 053x xxx xx xx den yaz" zihniyetinden nefret ediyorum.

Farklıydı, başta aklımın ucundan bile geçmedi onunla olmak onu barındıran hayaller.
Onu umursamıyordum, umursayacak bir kozum yoktu çünkü.
Diğerleri gibi konuşma derdinde olmayan verilen cevaba belki 2 saat 
belki 1 gün sonra karşılık veren biriydi
Sosyal iletişimle alakası olmayan sadece onu bana getiren 
en son 2010 yılında profil fotografı güncellenmiş bir Facebook hesabı vardı..
Onunla aynı ortamda olduğumda da diğerlerinden farklı kılan asilliği dikkatimi çeken tek şeydi
Yani onu farketmemi sağlayan onun kara kaşı kara gözü değildi..
Müthiş bir sakinliği ve inanılmaz temiz bir ruh  hali vardı hepsi bu.
Kaçtığım şehrin insanlarında uzaktı, bana uzak olduğu gibi


ben karşılık beklemeden yazmıştım cevapta gelmedi, vermeside gerekmezdi.Taa kii DÖRT AY
sonrasına kadar.Tanıdık gelmeyen bir isimden arkadaş onayı ve hemen ardından gelen mesaj
inanın tüm samimiyetimle söylüyorum tanıyamadım başta (1 ocak 2013)


"Ben teşekkür etmek için mesaj atcaktım kapalı olduğu için eklemiştim kaldı ki kaç ay geçmiş üzerinden. Özür dilerim ya" AFERİN!


"Bir gün tam tanışırız umarım, ayarlarız müsait olduğumuz bir zamanda
                                         2013' e beni sevindirerek girdin"

Yanına gidiyorum, seminerden çıktım beynim felaket yorgun.
Hiç görüşesim yok, ilklerin getirdiği heycandan gram yok.
Zaten çocugun bende bir yeri de yok..Arabasına yaklaştıkca kasıklarım ağrıyla doldu
Nefesimi  tutuyor, kendime gelmeye çalışıyordum.Arabanın kapısını açtığımda
(7 ocak 18:10)
zaman durdu, ben iptalim. Ama kısa sürede toparlandım.

Marinayı çok seviyor haftasonları orda vakit geçirmeye bayılıyordum.Kendimce aldığım kararların yeri Marinadır. Tesadüfmüş gibi oraya gittik ya da inatmış gibi..Karşıma oturup konuşmaya başladığı an en sevdiğim filmi izliyormuş gibiydim. İzmir e geldiğimden beri bana bir tek O' iyi gelmişti
Huzur koktu masa, olduğum gibi ve güvendeydim.Telefona bir dakika bile bakmak aklıma gelmeden tam dört saat -ee??  bile demeden konuşmuşuz, anlatmışız.
Yıllarca görüşmediğim dostumu bulmuş gibiydim.
Onu bilemem, bilmekte istemem

Odama çıktığımda tam bir Leyla olmanın hakkını veriyordum
"Beklemiyordum tüm bu olanları yeniden neden zaman görüşüyoruz "
dedi.



 BİR  DAHA  ASLA GÖRÜŞEMEDİLER 


ne mi oldu hadi bi hatırlayalım
bahsetmiştim o günleri




o kadar üzdü ki inanın buna hiç hakkı yoktu..

Mehmet Erdem den nefret ediyorum


Wednesday, August 28, 2013

"Seni sevdiğime değmez gibisin"



Ait olamamak..Ne bir yere ne de bir insana.Öyle boş kalıyorsun ki buna yalnızlık bile diyemezsin. Kendini bir şeye ait hissedememek omurgasız yaşamaya benzer.Bireyler doğduğu andan itibaren yalnızdır.Terk ettiği şehirler, terkettiği insanlar, bıraktığı eller bütün bunlar yalnızlığın yıldız anahtarlarıdır."Hisler" sayesinde birbirimize ait olup bütün haline geliriz zamanla..Bu olgunun getirdiği güven ise hayatı yaşanabilir kılar !

yeni bir sabaha gözlerini açtğında ,kalkıp yüzünü yıkadığında güneşi görmeye katlanamıyorsan
hiç ait olamamışsın sen..
O kapının kilidini hiç açmak istemezsin, yatağını arkanda bırakıp gitmek sana koyar
çünkü sen yatağına, yatağın sana aittir
Paylaştığın biri varsa şanslısındır sen..


Hiç tanıdığın yüzlerden gizlendiğin oldu mu? Sende kaçar mısın çoğu zaman?
Sana nasıl olduğunu sorarlar; kimileri alışkanlık olduğu için, kimileri ise gerçekten her sabah senin nasıl olduğunu merak ettikleri için bunu sana sorarlar..
Sen onlara her defasında "iyiyim" dersin, yani seni iyi bilirler..
Dünyanın en kötü insanı bile hayata veda ederken son kez sorarlar,
"nasıl bilirdiniz.."
"iyi bilirdik.."
Yani sen ne durumda olursan ol diğerleri seni hep "iyi bilirler.."

   Aşktan, aile olmaktan bahsetmiyorum size.Herhangi bir şeye ait olabilirsin.Küçük bir çocuğun iki ayrı dünyası vardır.İlki şartlı olarak başına gelir, diğeri ise kendine kurduğu mutlu olduğu oyun dünyası.Mutludur çünkü çocuk aklı ve ruhu oraya aittir.İstediği her şeyi o planlar. Bedenin kemikleşmeye başladıkça planlar tutmamaya başlıyor ve sen kendini hiçbir yere ait hissetmiyor, gözün kapalı kendini emanet edemiyorsun 
hepsi bu..


Gerçekten mutsuzluğun dibine vurmuş insanlar oradan çıktıktan sonra mutsuzluklarından bahsetmezler. Kendilerini bu hale sokan insanlardan intikam almayı, duruma küfürler savurmayı düşünmezler. Üstelik bunu korktukları ya da yetersiz oldukları için değil, gerçekten boş verdikleri için yaparlar. Size saf bir üzüntü, insanların yanında gizlemeyi başarabildiğiniz bir mutsuzluk ya da aşk acısından bahsetmiyorum. Hayatında en az bir kez hayatın ayaklarının altından çekildiğini hisseden insan, onu ucundan kıyısından yakalayıp etrafını yeniden kara parçalarıyla doldurabildiğinde, kendini bu hale getiren insana karşı biriken öfkeyi içinde yok olmuş bulur. Bir duvar kenarında yumruklama isteği mesela. Zaman geçip şartlar değiştiği için değil, sonunda iyi hissedebildiği dakikaların bir saniyesini bile kendisini takıntılı bir mutsuzluğa itelemiş olaylardan ayırmak için. Yaptıkları yanına kar mı kalır, kalmaz mı düşünmez bile. Hayatta kaybedilen zamanın telafisini alamayacağını ama daha fazla düşünmeyerek ve enerji harcamayarak önüne bakması gerektiğini anlar. Tekrar etmekte fayda var, bu bahsettiğim düz bir üzüntü değil hani fark etmeden gözünüzden yaş şeklinde düşüverenlerden; kastettiğim kalp çarpıntılarını, korkuları ve gizleyemediğiniz fizyolojik etkileri içeriyor. [Daha fazlasını anlatmıyorum.] Hayatın ayaklarının altından çekildiğini hisseden, daha önce nereye bastığını hatırlayamayan; ve yaşayabilen herkese gıptayla bakan bir insan burdan kurtulmayı başardığında her şeyi unutur.

Bunlar hiç anlaşılmamasını dilediğim hisler.


Berkun buna "Bu yaşanılanlar başka bir boyuta geçmek değil de nedir?" demişti.
 Ben de hayattan çıkıp hayatı tekrar bulmak değil mi diyorum.


..

Aslında her şey ne kadar farklı olabilirdi kafası insanı yavaş öldüren bi şey galiba.
Hatalar yapıyorum, yanlış anlaşılıyorum
sevemiyorum, sevilmek istediklerim tarafından sevilemiyorum
tam da bugün 
buldum diyorum tutuyorum ellerinden
Ona ulaştım sanıyorum ama fark ediyorum ki yaklaşamamışım bile.. Sırtımı yaslamak istiyorum. İşte bu istek tamda ait olma ihtiyacı.. Bazen yakınında bile değilim, dokunamıyorum, iyi gelmiyorum. Bazense kendi geliyor, ben tam yokluğuna alışıyorken, böyle bir şey mümkünse eğer. Yoruluyorum, pes ediyorum, ağlıyorum. Sonra yine üzülürken buluyorum kendimi. 

Ölüceksin gibi geliyor. Ama sonra bir bakıyorsun yaşayabiliyormuşsun.

Olmayınca olduramıyorsun.

Onsuz gülmek zor diyorsun. Sonra arkadaşlarının yanında manzarayı dondurup bakıyorsun kendine: Gülüyorsun

Kurduğun planlardan çıkartıyorsun onu önce. “onsuz ne yaparım” desen de kendine yapacak yeni şeyler buluyorsun.

Onun başkalarıyla olması canını acıtıyor. Ama en nihayetinde aklından silmeyi başaracaksın. Bunu başardığında artık eve koşa koşa gelip onu kolaçan etmediğinde..Rahatlayacaksın. Önce ona ulaşamamak koyacak. Sonra gözlerin artık onu aramayacak.

“O bile….” diye başlayıp kurduğun tüm cümlelerden vazgeçeceksin sonra. Bile bağlacını kullanmayacaksın Onun için.”O bile gitti” değil, “O gitti” çünkü

Sen yine kapı eşiğinde kaldın. Peşinden gitsen sokakta kalırsın. içeri girsen gözün arkada ha bir de içinde ukte kalır HAZMEDEMEZSİN.

Numarasını, fotoğraflarını sileceksin telefondan. Hatta hattını bile değiştirebileceksin

Bir bakacaksın bir gece uyurken onu değil de başkasını düşünüyorsun.


Kızmayacaksın sonra Ona. Seni terk etmesini bile hazmedebileceksin. Belki uzun zaman sonra, ama başarıcaksın. Sonraki mutluluğu hayal et..




bunu seviyorum, her düşüşümde dinliyorum
anlıyacağınız ben yine düştüm..


    

Saturday, August 24, 2013

Special K.



Kötü olan şeylerden biri de insanın kendisini eski sevgilisiyle kıyaslamasıdır. O tatile gitmiş, ben hala İzmir’deyim. O şunlarla konuşmuş, hadi ben de twitterdan erkek arkadaşlarıma yazıp kıskandırayım. Profil resmini değiştirmiş ben de hemen yeni bir resim koyayım. Ne zaman onu görsem gülüyor oluyor,
 ben de sahte de olsa eğleniyor gibi görüneyim...

Yapmayalım arkadaşlar. İnadına yapılan her şey üzerimizde sırıtan bir kıyafet gibi duracağı gibi kendimize olan saygımızdan, sevgimizden de kaybederiz. Üstelik boşunadır bu, çabaları karşı taraf kesinlikle fark etmez. Sen kendini bir noktayla karşılaştırıyorsun ve o noktanın bundan haberi yok, o noktayı görmezden gelmek de mümkün ama. Farklı bir bakış açısı geliştirerek, yeni insanlar tanıyarak, kendimize iyi gelecek aktiviteler yaparak. Sen o noktasız da yaşarsın artık, bir zamanlar çok fazla ortak şey yapıyor olmanız şu an paralel giden iki doğru gibi olmanızı da gerektirmiyor. Bir grafikte aynı noktadan başlayıp farklı noktalara yönelmiş doğrular düşünün. Bu birinizin yukarı, birinizin aşağı gittiği manasına da gelmez. Sadece farklı yerlerdesiniz. İki farklı noktasınız, artık yakın değilsiniz aranıza başka şeyler girmiş. Hala bir bağ kurmaya çalışıyorsun, ip ortadaki şeylere dolanıyor. Gözlerin arkalarda kalmış, ilerlemekte zorlanıyorsun. Halbuki o bağı ortadan kaldırmak ve kendini başka yönlere salıvermen mümkün. Özgürlük… İnsana en büyük mutluluğu veren şeylerden biridir ilerlemek, ve gerilemek gerideki şeyleri çok fazla düşünmekle gelebilen bir duygu. Üstelik düşünerek değiştirebildiğimiz şeyleri göz önünde bulundurursak, geriye bakmamamız gerektiğini anlarız. Her zaman söylerim, internette eski sevgili stalklamanın tek bir faydalı yanı yok, insana zarardan başka bir şey vermiyor. Çok merak ediyorsan aradan zaman geçtikten sonra, duyguların köreldiğinde bir göz gezdirirsin. Neden senden sonra kimlerle konuştuğu, kimlerle çıkıp nerelere gittiği etkilesin seni; önemli mi bu sence, bu senin kendini kimseyle kıyaslamadan huzurlu bir şekilde yaşamandan kıymetli mi? Mutluluğun önündeki en büyük ketlerden biridir kendini başkalarıyla kıyaslamak, kaldı ki bu kişiler eski sevgilileriniz olsun. O bağın kopması şart yani. O paralelitenin gittiğini, artık başka yönlere yol aldığınızı ve bunun aslında kötü bir şey olmadığını kabul etmek en önemli adım. 

Geçmişi düşünürken yaşayamadığınız şeyleri düşünün. 
Ona veda edin, iki ayrı insan olduğunuzu ve ortak paydanızın artık sizden bağımsız şeyler olduğunu kabul edin. Sıradan güzel günlerimize haksızlık etmeyelim hiçbirimiz.

Friday, August 23, 2013

Giden Biri*




Okuldan, her zaman içinde bulunduğu yerden ne kadar arkadaşın, tanıdığın varsa o kadar iyidir. Ben çoğunlukla bu konuda sınıfta kalırım. Lise sona kadar sınıfımı sevmemiştim, insanları sevmemeye bahaneler aramıştım. Üstelik 3 yıldır aynı sınıftaydım, FEN sınıfıydık biz. Beni pek sevmiyorlardır diye sınıfımdakilerle fazla muhattap olmamaya okuldaki en yakın iki arkadaşımla takılmaya çalıştım hep. Üstelik bundan garip bir gurur duyarak. Olduğum yerlerin dışında bir kurtuluş arıyordum hep. Sanırım kolay olan buydu. Başka yerlerden en yakın arkadaşlar ya da sevgililer, her zaman bulunduğun yerde yalnız hissetmene çözüm olamayabiliyorlar.

Lise sınıfımı çok sevmem lise son yılıma denk gelir. Bir gün beraber aslında 38 kişilik bir aile olduğumuzu farkettim çok gülüp eğlenmiştik. Tahtaya çıkıp onlar ders çalışırken yaptığım salaklıklara nefes almadan güldüler bazen kalem fırlattılar. Sonra onları hep sevmeye bahaneler aradım. Beni hep güldürdüler. Ben onları hep güldürdüm.Mutlu bir sınıftık. Her telden kafa yapısı vardı. Ben okula sivil gelirdim tartışırdık hocanın önünde hoca bizi müdüre yolardı. Derslerden kafaya göre çıkar giderdik. Sınıfta 4 kişi aynı anda terk edilmiştik. Arkadaşım diğer arkadaşıma sandalye fırlatmıştı. Sonra ağlamaya başlamıştı. Ama sinir bozucu şekilde komiktik. Sınıfın arkasına kafe kurmuştuk, gerçi dağıttılar sonra. İpodlardan birini takardık sınıftaki hoparlöre, müziğimiz eksik olmazdı hiç. Seksi danslardan bahsetmiyorum bile. Peki ya İsmail YK.. Kimseyi düşünmeden ve kendini yakıştararak dans etmek de önemli, o konuya da gelelim sonra.

En kötü zamanlarımda bile sınıfın o ailevi havasına sığındığım günleri düşününce, onları sevmeye neden bu kadar geç kaldım diye kızmıştım kendime. Çünkü rahat olan buydu, içinde bulunduğun yerin güzelliklerini fark edebilmek. Sadece insanları sevmek de değil bu, bir zamanı sevmekmiş. Kaçmakmış daha önce yaptığım, anlıyorum.

Üniversiteye başladığımda da aynısı oldu. Hazırlık okuldaki arkadaşlarım için şu anki arkadaşlarının %75ini edinme yeriyken benim için pek öyle olmadı. Gerçi en sağlam dostluklarım o günlerden kalma. Ama ben hep bu tarz olayların gerisinde kaldım. Başka bahanelerim oldu. Uzun kalamadım, kulüplere takılamadım, okul dışından sevdiğim biri vardı hep onun yanına gitmeye çabaladım. Şehri sevmedim , onun yaşadığı şehri sevdim. Üstelik denizi bile yoktu..Hep filmi başa sarıp onun yanına gitmeyi istedim, ama hep bir dalga çıktı karşıma.bana kalırsa yine kolayına kaçtım. Daha doğrusu, bulunduğum yeri sevmeme olayından garip bir gurur duydum. Okul dışındaki arkadaşlarımla görüştüm, onların çok daha iyi olduğunu, üniversitenin yeterince sevimli bir ortam olmadığını söyledim hep. Halbuki orada durmalı ve daha fazla arkadaş edinmeliydim. Ders erken bitince insanlarla bir kahve içmek en doğrusuydu. Ben kaçtım

Sonra zaman geçti, bu sevdiğim insandan kesin olarak vazgeçme(!) kararım beni geçen yıl okulla daha fazla ilgili olmaya iten şey oldu. Tabii ki geç kalmıştım, bahsedilen birçok insanı tanımıyordum. Arkadaşlarımın yanındakileri muhakkak tanıtmaları gerekiyordu. Ama çok daha iyi oldu. Herkesle yakın arkadaş olunamayacağının farkındayım ama olabildiğince çok insan tanımanın zararlı bir tarafı yok. Onlar sana bulunduğun yeri yaşanır kılıyor. Canın sıkkın bir şekilde girdiysen içeri, onları görmek yüzünü güldürüyor, neşe veriyor işte. Zamanının büyük çoğunluğunu geçirdiğin yerin içindeki insanları sevmemeye bahaneler aramak da neyin nesi?

Bunu da okuldan birkaç arkadaşımın Facebook hesabına bakarken fark ettim. Tanıdıklarımın birçoğunu eklememişim bile, nedense okuldan çok fazla insan ekli değil. Demem o ki, bulunduğumuz yeri sevmemiz lazım. Okulun dışındaki en iyi arkadaşlarımız, mükemmel sevgilimiz okuldayken iyi hissetmemizi sağlayamayabiliyor. Az sevilmiş hissettiriyor insana bu. Birileri bir şey anlatıyorlar, çok dahil olamıyorsun. Bu yüzden kütüphaneden çıkıp insanlara yemekte eşlik etmeyi, onlarla kahve içmeyi seviyorum. Akıllarda güzel anılar bırakıyorlar. Bulunduğumuz yerdeki insanlar, bizi sakin tutuyorlar. Her şey daha kolay geliyor. Kolay gülüyor, mutlu oluyoruz. Yani sevin.





Uzaklarda aramayın, çünkü onlar bir tüy gibi en ufak rüzgarda uçup gidiveriyor..

Hayatımın koskoca üç yılını varlığıyla yokluğu arasında kaldığım bir insan harcamıştım
Hayatımın en deli , aşk ve gelecek kapısı en açık yıllarında tüm yollarım ona çıktı
Gelen her mutluluğu itekledim
Onunla gelebilecek tüm mutsuzluklara razıydım
Her gece
Her nefes alışımda
onu anmıştım
..

Başka yüzler denedim başka kokular çekmek istedim içime, içim onları almadı
Üzdüm, hiç üzmek istemezdim. Benimseyemedim yanı başımda olanı beni mutlu edeni
Sorana "yok ya benim sevmelerle işim olmaz" dedim
Onun üzerine kurduğum hayalleri bi başkasında nasıl yaşabilirdim ??
Dostum,Babam,Abim,Kardeşim,Ruhum dediğim insanı siliyordum ama izi kalıyordu sayfalarda
Sonra üzerinde geçiyordum pişman olup, böylece daha çok kazındı ruhuma
Giden biri *  canınızı yakmasın.. 
İnanılmaz acıtıyor, nefes alışların göğüs kafesini iğneliyor


..
Zorla bir yerlere götürülmekten nefret ediyorum ama başka çarem de yoktu. Apar topar girdim odaya. Kızgın olduğunu tahmin ettiğim birinin saatlerce azarlamasını bekliyordum. Olmadı. 
İlk sorduğu, ‘neden’ oldu. Aslında bütün gün sorduğu tek şey buydu. Eninde sonunda olacaktı dedim, bunu sen de biliyordun. Hayır dedi, ben bunun asla olmayacağı günü umuyordun sen dedi. 
Birilerini hayal kırıklığına uğratmaya alışıksanız, o sitemkar konuşmaya da alışıksınız demektir. Bütün konuşma boyunca önümdeki sehpayı inceledim. Aynı odada yüzlerce defa konuşmuş olmalıyız, sehpayı köşesindeki çatlaklardan bir ayağının boyasının diğerlerine göre silinmiş olduğunu bilecek kadar iyi tanıyordum. Bana devamlı anlamaya çalışarak neden diye soran biri vardi karşımda ve o gece neden onu aramadığımı soruyordu. Bu sorunun cevabını bilmiyordum, hala da bilmiyorum.
NEDEN sürekli NEDEN sorusunun cevabını bekleklerler..
 Herhangi birinin yardım edebileceğini düşünmemiştim sanırım.
 Her şey uzun zamandır olmadığı kadar netti kafamda ve kimsenin bunu değiştirmesini istemedim. 
Kaçmak her zaman için büyük bir hobim olduğundan, baş etme konusunda iyi olduğumu düşünmüşümdür. Neyde iyi olmadığın onu yaşarken anlıyormuşsun oysa. 
O gün de işte, her şey en başından oluyor gibi gelmişti
Ne kadar çok ağladığımı hatırlıyorum. Ne kadar çok küstüğümü hatırlıyorum. Ne kadar çok yorgun olduğumu, ne kadar sinirli olduğumu, ne kadar pişman, ne kadar umutsuz, ne kadar mutsuz. Ama bunların hiçbiri ne kadar yalnız olduğumu anladığım an kadar koymamıştı bana. O- bana büyük şehrin korkularını unutturuyordu.. Bir sabah uyandım ve hayatımın en kötü gecesini anlatmak istediğim tek kişinin artık konuşamayacağım tek kişi olduğu gerçeğiyle yüzleştim. Bu, her şeyin ne kadar kötü hale geldiğinin tek simgesiydi, kulağımdaki sesle beraber; ONA GİTMEDİN ve 
hayatta en değer verdiğin şeyi mahvettin.

O zamana kadar o sehpayı devirip odadan hışımla çıkmayı hayal etmemiştim hiç. Hiçbir mesajım cevapsız kalmamıştı bugüne dek..Ben ilgilenmez cevapsız çağrılar mesajlar bırakıp karşımdakine ayıp ederdim..Başıma geldi. Onun yerine cevabı ben verdim kendime
" Bundan sonra böyle olacak, seninle benim aramda olduğuna inandığım o güzel iletişim, bitti."

Noldu dediler, gecistirdim 
 Bazen yalan söyledim. Yalan söylemenin kötü yanı, 
aynı yalanı birkaç defa söylediğinde senin de inanacak duruma gelmen.
Hiçbir sey için geç değil ve her şey için ikinci bir şansa yer vardır diye düşündüm hep. 
Oysa bu iki günü geçirdikten sonra tek düşünebildiğim insanın her şeyi yaşayıp atlatabileceği oluyor. İşin garip tarafı ise gerçekten hiç atlatmaman, bu durumu asla asamaman. Belki böylesi daha iyidir diye düşünüyorum şimdi de, ne kadar canımın acıdığını gördükten sonra 
kimseyi o kadar yaklaştırmamayı öğrenirim diyorum.
Bunu çok iyi başarıyorum
Ama ben asla seni kendimden uzaklaştırmayı öğrenemiyorum.


Eğer beni hala sessizlikte dinliyorsan, yerime geçip ben ol..
Sen yalan söylemezdin
Yanılmıyorsam..Benim her gece hayal ederek tuttuğum o ellerini şuan reelde tutan kişi çözüm değil..


...

Şimdi huzurlu bi şekilde aklımın yüzde doksanını doldurduğum -seni-
Bir gün karşılaşmak dileğiyle rafa kaldırıyorum
Belki tozlanırsın..