Burada da hiç merak etmeyeceğiniz fotoğraflar paylaşıyorum

Instagram

Thursday, September 24, 2015

Sahiden mi "İYİ BAYRAMLAR"

"Nerede o eski bayramlar?" diye sorduğumuz sorunun cevabını ben kendi adıma cevaplayabiliyorum,
güzel olan o bayramlar çocukluğumda güzeldi, farkındalığımın başlamadığı günlerde
eski bayram derken çocukluğumun eskidiğini gördüm.
Belki bir çoğunuza göre çok uzak bir geçmiş değildi fakat yinede yıllar önceydi.
Tek derdimin bayramlık olduğu heyecanlı günlerim.
Bayramı bayram olduğu için değil kalabalık ailemi bir arada gördüğüm için seviyormuşum meğerse.
Dünya üzerinde yaşanan gerçeklere karşı perdeli olan gözlerimle baktığım için güzeldi o bayramlar
Savaşın olduğu, adeletsizliğin kimlikleştiği, açlığın sürdüğü, birileri gülerken birilerinin boynunu büktüğü 
bayramlar hep vardı , yeni olan bir şey değil.
Sadece farketmem , farketmemiz zaman aldı.
Ben büyüdüm ve arkamdan gelen çocukların hiç haketmedikleri hayatlarda bayramın ne olduğunu bilmediklerini gördüm.Bayramı bırakın bugün günlerden ne onu bile bilmiyorlar.
Yaşadıkları hayatlardan başka bir şekilde hayat olduğunu bile bilmiyorlar çoğu.
Yıl boyunca dilediğimiz zaman dilediğimizi yiyebiliyoruz,
Dört günlük kurban bayramında yoksul bir ailenin bir yıl boyunca bırakın yemeyi hayatı boyunca göremeyeceği kadar et tüketiyoruz.Bu kimsenin suçu değil düzen böyle fakat bazı şeyleri göstere göstere yaşamak bizim suçumuz.Kurban kesilmesine karşı değilim ama kesilen kurbanın sadece bir kapıdan girmesine karşıyım. Allah'a şükür et yemeyen, görmeyen insanlar değiliz/değilsiniz dilediğimiz zaman gidip bir yerde tüketebilme şansımız varken tamamını bağışlamak olmasa bile paylaşmak ne güzel bir duygu oysa ki.O kadarı sizi aşıyorsa bir çocuğa bayramlık giyme duygusunu yaşatmak bile onun için mutluluktur.
O çocukların da gönülden gülen gözlerle "iyi bayramlar" demesine sebep olmak asıl bayramdır.Kuru kuru sosyal medyadan birbirimize iyi bayramlar dileyerek vicdanımızı rahatlatamayız.Bayramı yaşamanın değil yaşatmanın sevabı daha çok sanki.Umarım hepimizin aynı  şartlarda aynı anda mutlu olabildiği iyi bayramlara uyanacağımız günler gelir.

Sevdiklerinizle birlikte "iyi" bayramlar geçirmeniz dileğiyle..










Tuesday, September 22, 2015

Çocukluğumun Hatrına




Hiç unutamadığım, dün gibi her ayrıntıyı hatırladığım geçmişimden yine bir gün yedi yaşındayım gece-gündüz son ses t.A.T.u- all the thing she said dinleyip, uydurma kelimelerle şarkının cümlelerini bağırarak söylediğim, henüz homoseksüellik hakkında bir fikre sahip değilken klipteki kızların niye birbirlerini öpüp "will I ever be free?" diye haykırırken neden özgür olmak istediklerini kavrayamadığım günler evet tam da o zamanlarım

Eve gelince Rosalinda izleyebilmek için okulun son ders saatinde tüm ödevlerimi bitirmek için kafamı sıradan kaldırmadığım, izlerken Rosalinda ve Fernando öpüştüğünde gözlerimi kapattığım eskitme günlerim..

"Gitmek" eyleminin sadece eve gelen misafirlerin -geç oldu artık biz gidelim- dedikten sonra bana koyduğu, gitmesinler anne diye ağladığım akşamlarım..Giden birinin Mustafa Sandal'a , Gidenlerden diye muazzam bir şarkı yazdırdığı fakat benim idrak edemediğim çocukluğum..

En büyük heyecanımın zillere basıp kaçmak, sapanla komşuların camlarına sakız yapıştırmak ya da ev telefonundan herhangi bir numarayı tuşlayıp işletmek olduğu sabun kokulu günlerim..

Kendime dedemden daha yakın hissettiğim Yalvaç Urallı , Hugo oynamak için ananemin çevirmeli telefonundan aradığım Tolga Abili , ölmenin ne demek olduğunu ilk Barış Manço öldüğünde anladığım ve ağladığım *hala ne zaman Gül Bebeğim şarkısını duysam salya sümük ağlarım*, pazar akşamları banyo yaptıktan sonra şahane pazar izlediğim, en büyük amacımın Mario nun ateşli bölümünü geçmek olduğu, büyüyünce ne olacaksın dediklerinde sırf babamı spor haberleri izlerken gördüğüm için spor spikeri olmak istiyorum dediğim, kendimi en çok okulda öğlenci olduğum zaman şanslı hissettiğim, elime mikrofon niyetine annemden gizlice salondan aldığım şamdanla "sen sus hiç bir şey söyleme sen sus da gözlerin konuşsun" diye aynanın karşısına geçip saatlerce Deli Divane şarkısında dans ettiğim, mahalle maçından sonra kan ter içinde musluğa ağzımı dayayıp dakikalarca su içtiğim, meybuzun boyalı kısmını bitirip buz kısmının çöpe attığım, tatil günlerinde sırf çizgi film izlemek için sabah dokuzda uyandığım, kahvaltıdan sonra öğlen sıcağında sokağa inip akşam ezanına kadar oynayıp ezanla birlikte yankılanan annemin balkondan "simgeeeeee baban geldi yemek hazır" diye bağırmasıyla eve gitmenin verdiği hüzünlü ifademin hemen ardından gelen "ya anne of biraz daha"agresifliğim , Sega ile tanışıp Street Fighter ı saatlerce oynayıp uyuduktan sonra Ryu'nun beni öptüğü en güzel rüyalarım, Sonic kastığım saatlerim, tasolarımı hile yaparak üttü diye "bak onları geri vermezsen tekme atarım" diye tehdit ettiğim taze sünnetli çocuğun sözümü dinlemeyince salladığım tekmenin tam yasak bölgeye geldiği ve niye o kadar acı çektiğini idrak edemediğim toy beynim, saçımı çeken çocuğun kafasında çim adamı patlattığım, power rangers hiç bitmesin diye dua ettiğim, bisikletimin zinciri attığında* zincirden bulaşan yağı hiç umursamadan üzerime sürdüğüm, geceleri saklambaç oynamayı çok önemli ve heyecanlı bir şey sandığım, ev ortamında sinirlenince kendimi charizard sanıp ağzımdan saçma salak efektler çıkartarak koltuktan koltuğa uçtuğum, en büyük jimnastik hareketimin kapı pervazlarına tırmanmak olduğu, kendimi itfaiyeci sanıp kalorifer borularına tırmandığım, merdivenlerden beşer altışar atlamanın süper bir güç olduğunu düşündüğüm, power rangerscılık(!) oynamadan önce pembe rangers ben olacağım diye inatlaştığım, cipslerin içinde taso var mı yok mu diye anlamak için yoklarken bakkal tarafından en sonunda kovalandığım, mahallede ki tüm arkadaşlarıma oyuncak kukla alıp "parasını akşam babam gelince verecek" diye sıyrılıp babama o zaman ki değerle 15 milyon geçirdiğim, zararlı dedikleri ne varsa hunharca yediğim ve hala sapasağlam hayatta olduğum gerçeği, top oynarken susadığımda eve gitmeye üşenip komşu teyzenin bardağından iğrenmeden su içtiğim, gıcık olduğum kızlar bir şeyler sorduğunda ya da söylediğinde sanane/banane demekten zevk aldığım, Serdar Ortaç'ın Karabiberim şarkısını bana yazdığını zannetiğim özgüvenim, 25 binlik cinonun en sevdiğim çikolata olduğu, anneme bana bir şey almasını söyleyince "ama param yetmez" dediğinde "tamam önce parayı satın alıp buraya geri gelelim" diyen ekonomi kafam, magnum dondurmayı sadece yetişkin insanların yiyebildiğini zannettiğim, anlam veremediğim bir şekilde simiiiiiit* oynadığım, çarşaflardan ve minderlerden kendime çadır yapıp saatlerce hiçbir şey yapmadan orda oturduğum güvenli ve gizemli yerim, sanki hiç bulamayacaklarmış sandığım evin kuytu bir yerine saklanıp saatlerce annemlerin beni aramasını beklemeye başlayıp sıkılınca ben nerdeydim bilin bakalım diye ortaya çıkıp kendimi ifşa ettiğim, lego ve knex de yaratıcılıkta sınır tanımadığım, ekmek almaya gittiğimde kalan para üstüyle sulu göz aldığım, kız arkadaşlarımla saatlerce kasetten asereje açıp dansını yaptığım, okula giderken sadece 1 simit 1 ayran parası (50 bin) harçlık alıp o parayla albeni yediğim, babamın omzuna binip lunaparka gittiğim, İlhan Mansız'ı 2002 dünya kupasında tanıyıp suratımı kırmızı beyaz boyadığım, hamburger yemenin bana lüks kaldığı, Heathcliff başlarken jeneriğine eşlik edip, "Heathcliff, Heathcliff, no one should" cümlesini "hiçıs viçıs biyonçus" diye söylediğim, pazar kahvaltılarında salçalı ekmek kastığım, sarellenin o plastik kutusunu kaşıkladığım, boncuklu tabanca ile komşumuzun dudağını patlattığım *tabancayı ağzına dayayıp seni vurucam derken tetiği bir anlık boşlukla çekmiştim,sonu topuk., sakızlı sigara alıp annemleri sigara içiyorum diye kandırdığım, ışıklı ya da o zamanların modası mp marka 10 cm topuklu spor ayakkabılarım ile andımızda sıra olunca boyumdan dolayı en arkaya geçtiğim, nike ile basketbola ilk başladığımda tanıştığım, en çok Tarkan ile büyüdüğüm, sabun tadındaki pezleri bayılarak yediğim, yolda yürürken bankamatik tuşlarına hunharca bastığım, telefon kulübelerine girip "Mert Ekren - Alo Orda Mısın Rahatta mısın?" şarkısını söylediğim, pembe renkli civcivim pembe sıçmaya başlayıp ölünce mikroskobumla incelemeye çalıştığım annemin son anda müdahele ettiği mucit aklım, kakasını yaparken izlemekten zevk aldığım japon balığımı daha çok kaka yapsın diye aşırı yem vermekten patlattığım, okul pikniğine gidince dereden balık diye 2.5 litrelik kola şişesine kurbağa lavrası doldurup eve getirdiğim tabiatcı tavrım, sürekli mataramı kırdığım, silgimi kaybettiğim, monami pastel boyasını itinayla kırdığım, resim yapmamı istediklerinde dere-ev-ağaç-dağ-güneş figürlerinden başka bir şey yapmadığım, öğretmen kitap özeti istediğinde kitabın başından ortasından ve sonundan cümleler alıp yazıp götürdüğüm, anaokulunda babamı kaymakam sanıp öğretmenime babam kaymakam dediğim, Almanyadan gelen çikolataları en sevdiğim arkadaşlarımla paylaşmak için onları gizli bir yere götürmem *herkes görürse bana kalmazdı çünkü!, top bulamadığımda su şişesinin içine taş doldurup maç yaptığım, "ben kızım neden barbie oynuyorum" diye kendimi sorgulayıp action man oynamaya yöneldiğim ilk dişilik hesaplamalarım, utanarak ve gizleyerek uzaktan uzağa sevdiğim en temiz çocukluk aşklarım, babamın kucağında ilk direksiyon ve araba tecrübem, sanki ailemi hiç kaybetmeyecekmiş gibi, büyüyünce her şey çok güzel olacakmış gibi sandığım toz pembe hayal dünyam daha fazlası ve çocuk kalbim..


Bütün bunları bugün buraya üşenmeden niye yazdım biliyor musun? 
Hatırlanmaya değer tek şeyler olduğu için,
en son gerçekten ne zaman mutlu oldun diye sorduklarında aklımın sadece o günlere gittiğinden, 
geçmişe takılı kalıp şimdiki zamanın hızına yetişemediğim, 
yetişmek istemediğimden, 
2015 model telefon kullanırken içinde sadece doksanlarla dolu bir müzik listem olduğundan,


Ben çocukluğumda takılı kaldım, 

Çocukken beni üzdü sandığım ne kadar acı varsa şimdi yaşadığım en ufak bir mutluluktan daha huzurluydu
Sürekli birilerinin hayatımdan gelip geçmediği, birilerinin yokluğuna alışmak zorunda kalmadığım
Dışarı çıkıp gücümün yettiği yere kadar koşup, aklımı hiçbir şeyin meşgul etmediği,
Aile bağlarının daha kuvvetli olup, dağılmadığı
Arkadaşımla kavga edince annelerimizin "siz kardeşsiniz" dediğinde sarılıp barıştığımız,
Hayata dair bir çok gerçek teoriden bi haber olduğum
Kimsesizliğin, ölümün, açlığın, terörün, aldatmanın, yoksulluğun ne olduğunu bilmediğim
Dilenciden korkup kaçtığım
Beni üzen şeylerde, tüm kalbimle üzüldüğüm günlerde,
her şeyden uzak çocukluğumu daha güçlü hatırlamak istiyorum 
çünkü rahat nefes almamı sağlıyor
geçmişi unutursam tamamen kaybolacakmışım gibi ne acı..





Sunday, September 20, 2015



"üzgünüm sana ayırmadığım saatlere
üzgünüm sana uğramadığım günlere
kırgınım eline dökmediğim güllere
kırgınım yüzüne bakmadığım dünlere"




ah be baba..

Saturday, September 19, 2015

5491.6 mil, 127 saat







İstikrarlı düşüşlerimin sonu nerede biter bilmiyorum ama artık sokaklarım denizlere çıkmıyor.
Kalbime hükmederken, beynim sözümden çıkıyor
Hayata dair her şeyi şansa bıraktım, her şeyi..
Ölmek, hayatta kalmak, okulu bitirmek, var olma uğraşı…
Plansız,hayalsiz,beklentisiz nefes almaya başlıyorum

Buralarda olmanın dayanılmaz ağırlığı ile
yokluğumun dayanılır hafifliğini takas etmeye karar verdim.
Ben gittiğimde belki geride kalan her şey birilerinde bir kaç damla yaş olur. 
Bir şekilde bunu umut ederek gitmek, karanlıkta sessizce oturup beklemekten daha kolay
Daha fazla düşünmek istemiyorum

O kilometrelerce uzakta beni bekleyen yeni bir hayattan artık kaçmıyorum
Korkularımın üzerine yürüyorum
Kalmam için tek bir nedenim bile olsa
Görmezden geleceğim
365 gün sonra tanıdığım bütün yüzlerden ,
gittiğim bütün şehirlerden,
selam verdiğim esnaftan,
annemden,


en önemlisi geçmişten en uzaklarda olacağım
siz uyurken ben uyanmış olacağım
daha güzel ne olabilir?




Friday, September 18, 2015

Küçük bir yaz masalı

Ben kendimi yeryüzünde ki herkese ve her şeye anlattım.Menekşeler dinledi, dalgalar sırtımı sıvazladı, güneş her sabah elinden geldiği kadarıyla motive etti, klarnetler dokundu kulağıma, rüzgarlar geçti ruhumdan sırf ben daha iyi olayım diye.Ben hayatımdan gelip geçen kimseyi yeryüzüne anlatmadım, anlatamadım.Bir tek seni anlattım rengi atan zakkumlara, durgun sulara, batan güneşe, akoru bozuk bir gitara, dokuz ayda bir karaya vuran naif meltemlere..
Yaz boyunca ben seni en çok babama anlattım.Senden bahsederken adını hiç kullanmadım.Seni anlattığımı belli eden cümlelerde, adın hiç olmadı..Anlatmaya doyduktan sonra senden bahsettiğim ne varsa kimseler seni bilmesin diye denize fırlattım.Çünkü biliyordum seni, benim anlatmam haddim değildi.Bu duyguyu en çok batan güneşe anlatması zor oldu.Tam senli cümlelerimin en güzel yerine geldiğimde beni dinlemekten bıkıp bir anda batıyordu, yine yarım kalıyordum.Ben seninle ilgili tek bir cümle üstünde saatlerce duruyordum.Seni anlatırken kelimelerin yetersizliğini öğrendim.En çok rengini bilmediğim gözlerini anlattım, bazen ellerini anlattım.Ellerini sevdim, tuttuğunda asla bırakmayacakmış gibi kenetleniyordu ellerime.Senin iştahlı bir şekilde su içmeni sevdim, sanki dünyada kalan tek suyu sen içiyormuşsun gibi çocuksu bakışlarına takılı kaldım.En az kalbinden bahsettim, onu tanımıyordum.İnan kalbini tanısaydım sadece onu anlatırdım.Kalbini ben dahil hiç kimse bilmedi.

Yine bir gün yeryüzüne seni anlatıyorken, fırtınada bir gemi yalpalandı bana doğru.Önce sana dair kurduğum düşlerim terk etti iskeleyi ardından gerçekler dalgalarla birlikte suratıma bir bir çarptı.Kırılgan, çaresiz çocuklar gibi ısrarla kalbini tanımaya devam ettim.Tanıdıkça başımın üzerine çöken martılar "aldanıyorsun" diye çığlık çığlığa uçuştu.Balıklar sana aldandığımı fark edip karaya vurdu.Ben o gün seni anlatırken yeryüzünü dinlemedim.Meğerse ben senin o sevdiğim ellerini tutup, rengini bilmediğim gözlerinde dalıp giderken ne kadar çok yıkılıp, savrulmuşum.Yalpalanan gemi değil benmişim.Martılar beni senden daha çok sevmiş, balıklar benim için intihar etmiş.İdrak edemedim başta.Kalmaya devam ettim, seni sevmeye kararlıydım.Martılar şehri terketti, insanlar birer birer yok oldu, güneş yerini aya bıraktı.Seninle beni bir an bile olsa biz olarak görmeyi o kadar çok istedim ki sabrettim.O iskele bugün yandı, yanarken karşıdan baktım.Senin beni sevebilme ihtimalin yoktu ama yeryüzü benden yanaydı..Bir adın yoktu demiştim ya artık var.Beni küllerin içinde güç bela aydınlanmaya çalışan karanlıkta bırakıp gittiğin için senin adın Leyla.
Öyle güzel gittin ki bu liman yanarken ben Leylaya Mecnun kalamadım aşkım.

Kış gelirken beraberinde seni de bana getirecek diye ilk defa yaz boyunca kışı beklemiştim.Sen kışla birlikte gelen sevda olmak istemedin, sen bana yazın ortasında kışı yaşattın.Hani yaşanacak aşklarda erkek Mecnun kız Leyla oluyordu? O işler artık nostaljik yürümüyormuş..







Thursday, September 17, 2015

Bak nasıl durulmuşsun, yine mi vuruldun kalbim?

Bazen biri sadece varlığıyla seni tüketiyor.Ben tükendim.Bıkmak anlamında gerçekleşen bir tükenmişlik değil bu kez.Kafada kalan soru işaretlerinden kaynaklı.Temmuzun 13'ünden beri bazen mutluluktan bazen ise ilerisini net görememekten defalarca öldüm. Birbirimizi görmek istemelerden ,görmezden gelmelere hangi ara geçiş yaptık biz?

Hayatım boyunca beni en çok yıpratan durum , bir anda bitiş çizgisine varan bazı yaşanmışlıkların cevabını alamadan karşımdaki kişinin kayıplara karışması olmuştur.E sen şimdi öyle sessizce gittin fakat ben elimde bir avuç acabalarla kaldım? Ölen bir çok insan bile bazen giderken neden-sonuç ilişkisine nokta koyup gözlerini kapatır dünyaya.Ben en çok gitme konusunda kendimi acımasız bulurdum, arkama bakmadan giderdim ama giderken sebebini mutlaka söylerdim o kişiye hatta birkaçına bak ben hayatına geliyorum ama şu sebeplerden dolayı bir anda gidebilirim demişliğim bile oldu.Bilmeye hakları, hakkım var çünkü..

Seninle konuşurken olduğum insandan, iki kelimeyi zor bir araya getiren senden, kısa dönemlerde de olsa yaşadığımız şehirden ve ülkeden, hatta seninle aynı konuştuğumuz dilden bile nefret ediyorum.Neden mi?
Sen olsan söylemezdin ama dur ben söyleyeyim.Nefret ettim çünkü sen yeniden ektiğim hayallerin içinden solarak çıktın.Anlamadın mı? Daha açıklayacı konuşayım, SEN TAM BİR HAYAL KIRIKLIĞISIN.

Kırılarak geldiğim bugünlerde hiçbir şeye ve hiçbir insana böylesi kırılmadım.İnsan sevmek istediği, bu kez hayatını ilk defa net bir şekilde paylaşmaya adayacağı insandan bir anda vazgeçer mi,vazgeçiyormuş.Seni sevmeye çalışmam gereken şu vakitlerde senden vazgeçmeyi deniyorum.En az hasarla sen dosyasını nasıl kapatabilirim diye düşünüyorum tam 6 gündür.

Düşünürken uykularımdan oldum,yatağımın yolunu unutmakla birlikte defalarca öldüm.



Şimdi yanıma gelip uzan. Biraz sen öl. Biraz da sen.


Kısık sesle Sarı Odalar dinleriz uzanırken,

şarkı bitince sen öl ben de sessizce kapıdan çıkıp gideyim

bak sana bir güzellik yaptım 
öldükten sonra yerime birini koymana ihtiyacın yok

şarkı bitiyor askım sen beceremezsin şimdi en iyisi ben sana veda edeyim..





Tuesday, September 15, 2015

Bekleme yap, Beklenti yapma

Derler ya “nereden nereye ” hakikatten öyle bir yıl geçirdim.

Eskiden olsa, eski ben olsa yazmanın benim için en sevdiğim şarkıyı aynanın karşısında ezbere söylemek gibi olduğunu söylerdim.Uzun bir süredir benim için iki şey çok zor; nefes almak ve yazmak.Bana yaşam ünitesi olan şeyleri artık başaramıyor olmam ruhumu kuyu dibine çekti.Tıkanmadan yazmayı becerebildiğim zamanlar her şeyin net olduğu zamanlardı, her şey net bir şekilde yaşanıyorken kendimi buralarda ifade etmem su yolu gibiydi yolunu bir şekilde buluyordu.Yazmak için kayda değer bir şey yaşamadım belki de..Kandıramam kendimi, hiçbir şey yaşanmamış olsa bile yaşanmışlıklar yavaş yavaş kazındı, silinip gidenler de oldu elbet ama duygular büyüdü, düşünceler daha gerçekçi hareket etmeye başladı.Şu belirsizlik işi canımı hakikaten çok sıkıyor.Beklentilerle gerçeklerin uyuşmaması sonuçlarına bakıldığında en büyük problemmiş gibi geliyor bana.Her defasında daha fazla beklenti yok diyorum ama yine sonunda kendimi kocaman bir beklenti kördüğümünün içinde buluyorum.

Gerçekten ağlamak istediğin zamanlarda ne için veya hangi birine ağlayacağını bilememek ne zormuş oysa.Uzun zamandır insanlara çok yakın olmamak için uğraşıyorum ve bunu gerçekten başardım da.Ama öyle insanlar var ki, onlardan uzak kalamıyorum, sanırım artık uzak olmak da istemiyorum.Onlara muhtac olduğumu belli etmiyorum, sanki onlardan nefret ediyormuş gibi yaklaşıyorum çoğu zaman, umursamıyormuşum gibisine ama aslı olan onları tüm kalbimle seviyor, sevmiş olmam.Onlarsız iyi de olurum, artık hiç kimse olmasa da iyi olurum, ama onlarla olmak istiyorum.Daha doğrusu onunla olmak istiyorum.Bakın lütfen yanlış anlamayın bu aşk değil.Peki bu aşk değilse ne?

Madem bu denli üzüleceğim, niye seviyorum. Madem aramız bozulacak, niye duygularım o yöne gidiyor? Hani insanlar içten içe kendi çıkarlarını düşünerek davranırlarmış ya, benim çıkarım ne bu işten? Sevdiğimiz kişiler aynı kalmazlar. Bir gün uyandıklarında sevmiyor olabilirler bizi bu işten en az hasarla kurtulmaya bakmam lazım şu sıralar.Yolun başı bile değildi zaten o yola hiç karşılıklı girilmedi bile.Niye kuruldum ki bu kadar?

Hissizleşmekle mutluluk arasındaki ince çizgideyim. Hangisine daha yakın olmalıyım bunu biliyorum. Buna göre yaşıyorum artık. Kalbimin atmasını sağladım. Ama sonrası daha zor.Gücüme gidiyor bazen bir zamanlar önemsediğim şeylerin şuan hayatımda hiç bir yeri olmaması.Yeniden hislerimi, tüm kalbimi kullanmak istiyorum ama bu kez o kadar kırgınım ki korkum isteklerimden daha ağır basıyor.Gerisin geriye kaçıyorum.

Sustuğumun farkına varacaksa elbette ben kendimi susmak için zorlayabilirim.


beni tribe sokup yazmama sebep olan bir Fettah Can şarkısıyla birlikte yazıya veda ediyoruz
mutsuz sanmayın beni
her şey yolunda



Sunday, September 13, 2015

tam düş kuracak gibi oluyorum düşüyorum.





Hiç tanımadığım bir insanı hiç bilmediğim bir halde çok yakın,yıllardır tanıyormuşum gibi hissettidiğim bir çok zamanım oldu.bir anda, kendiliğinden gerçekleşti her biri.ikimiz de ekstra bir çaba harcamadık birbirimizi tanımak için.sadece birbirimize ulaşmamızın iyi olacağını düşündüm ve benim açtığım kapılar oldu hepsi bu.Normalde bu benim yeteneğim değildir beceremem bu tarz insan ilişkilerini.belki bilmezsin ama ben ıssızımdır.her şey bir anda oldu bir şekilde.Senin farketmediğin şeylerde oldu sana dair,farkında olmadan sen de bir şeyler yaptın bizim için velhasıl bir bakmışım iki saatlik zaman zarfında kendimde seni, sende kendimi görmeye bayılır olmuşum.Her gece uyumadan önce sana dair, senli-benli hayallerle gözümü kapatıp uykuya dalmışım.İnan bana seni hayal edip uyuması öyle güzel bir duygu ki , bu duyguyu en son babamın sırtımı okşarken beni uyuttuğu zamanlar hissettim.
Aşktı bu diyebilir mi insan? Aşkın,aşka dair olduğunu sen benden bir adım geri gelirken nasıl fark edecektim?Belki bugüne kadar karşımızdaki insandan hep fazla şeyler bekledik. Ondan içimizdeki devasa boşluğu doldurmasını ve bizi sonsuz sevmesini istedik aslına bakarsan iki kişilik bir evren kurmak istiyorduk biz yani ben. Neye göre aşık oluyoruz,ölçütümüz neydi? 40gr güzellik, 20gr iyilik, 30gr güven, 10gr diğer şeyler üzerine mi kurulu aşk terazimiz? Rakamları ne belirler? Biz neye göre aşık oluyoruz? Her insanın bir parçası olduğuna inanılır, birbirine uyan iki yapboz parçası gibi tamamlanırlar birbirlerinde. Ayrı gayrı anlamsızdırlar, etrafa saçılmış anlamsız puzzle parçalarından başka bir şey ifade etmezler. Oysa birleştiklerinde harika görünürler. belki benim aramak istemediğim halde karşıma çıkan o tek parça sensin.Ben aşık olmadım, aşkı da bilmem ama bugüne kadar anlatılara, yazılanlara bakılırsa aşk bütün olmak, tamamlanmak, tekleşmek demek. belki bu yüzden aşık olamıyoruz, çünkü kimseyle tamamlanmıyor; ruhumuz, kalbimiz.İki can aynı kafese giremiyor bir türlü. Ne ben sen olabiliyorum ne de sen ben. Öylece aşık olmayı diliyoruz, aşk üzerine espriler yapıp zaman geçiriyoruz fakat bensiz sen, sensiz benden aşık olmaz.

lütfen benimle daha fazla aynı uslupla konuşma bu gel-gitler beni ya öldürecek ya öldürecek.

Tuesday, September 8, 2015

hatırlamam için aklımın köşesinden çıkmış olması gerekir ama bir an olsun çıkmadı.zaman unutturmadı sadece alışmayı öğretti.özlemim her geçen yıl düğüm düğüm oldu.yürüdüğümüz yollar, arabayı park ettiği yer, oturduğu koltuk, dokunduğu dolaplar her şey bıraktığı gibi.
Her şey nasıl bir anda oluverdi? Kendimle uzlaşamadığım sorun bu.Büyüdükçe elimde daha fazla cevapsız sorular kalmaya başladı.Neden ve niçin diye içimde bağırarak isyan ettiğim sorular artmaya başladı.Çok acıtıyor.Dalıp gitmelerim hep ummadığım anda beni vuran o acı sona çıkıyor.Her nefes alışımda yokluğu daha çok batıyor.Gökyüzü bana eskisinden daha yakın.Onu kaybettiğimle artık tamamen yüzleştim.Bu acı gerçekle yaşamayı kolay kolay sindiremiyorum."o artık yok" rüyalarıma bile eskisi kadar uğramıyor.fotograflarını ilk defa daha dikkatli inceliyorum.bu adam benim babamdı, bu adam gitti ve ben yarım kaldım.bir düşün yanındayken değeri bu kadar paha biçilmez miydi? Tabiki de öyleydi. Sadece farketmem zaman aldı.Ah şu elimden kayıp gidince farketmelerim yok mu, işte benim tüm hayatımı götüren tek yanlışım.

Friday, September 4, 2015

Bir cümle Bir Enter Bir İtiraf

Bir insanı çok sevmenin herhangi birine bir faydası yok
Herhangi birini sevdiğimi belli etmemin de gereği yok
Bu beni duygusuz biri yapmaz , duygularım yokmuş gibi gösterir
Eleştirisel ve umursamaz yaklaşımlı tavırlarım nefret belirtisi göstermedi hiçbir zaman, göstermez de
Sevmediğim, ilgi duymadığım kimseyle muhatap olmam.
Bundan sonra benimle nasılsın diye iletişim kurmaya çalışan olmazsa kendimi şanslı hissederim
Çünkü karşılığında benim de onlara nezaketen rol yapıp nasıl olduklarını sormam gerekmeyecek
Kimsenin hiçbir şeyiyle hiç ilgilenmiyorum
Kimin ne yaptığını merak etmiyorum hatta mümkün olsa kendimle de ilgilenmek istemiyorum
Ben sosyal medyalarda ki anasayfa akışını takip etmeyi bırakalı iki yıl oldu
Kendi postumu atıp hesabımdan defolup gidiyorum
Affedersiniz ama ayıp olmasın yüzyüze bakan insanlarız diye geri takip yapıyorum
Velhasıl hayata dair yaptıklarınız, düşündükleriniz beni zerre kadar ilgilendirmiyor
Siz de benim için aynı şeyleri düşünüyorsanız karşılıklı birbirimizden uzaklaşabiliriz
Benim twitterda attığım her 10 tweet den 9 u goygoydur, boşuna dikkate alıyorsunuz
Instagramda görüştüğüm kişilerle, gittiğim yerlerin, yediğim şeylerin fotoğrafını koymayıp sadece kabak gibi kendimi koyma sebebi kendimi çok beğendiğimden, like alıp tatmin olduğumdan da değil bu arada
Benim için ne düşündüğünüzün de bir önemi yok
Kafamın içinde ki yalnızlar ordusunu rahat bırakın yeterli
Beni çok ciddiye almayın, çünkü benim yer yüzünde ciddiye aldığım bir şey yok henüz
Bakın bu 22'nin ergenliği değil, bu ay boyu regl kafası değil, bu asilik değil
Bu doymuşluk ve bir o kadar tükenmişlik
Bazılarının harcadığı tahammül sınırlarımın ceremesini bazıları çekiyor fakat bunun muhatabı ben değilim
Mutsuz insan görmeye hiç tahammülüm yok
Ben artık karşıma geçen herhangi biri ile (arkadaş-akraba) konuşurken gözünün içine bakıp o an ki her şeyi durdurup "ya ben bu insanı acaba ne kadar çok seviyorum" diye düşünüyorum ve beni tatmin etmeyen bir his yakaladığımda o kişiyi ebedi siliyorum.
Çünkü hayatımda kalabalık ediyor.
Birini gerçekten tüm kalbimle sevmeye başladığımda bu sefer yemin ederim ki kimseye en ufak bir şeyden bahsetmeyeceğim çünkü siz nankör, kindar ve bir o kadar da kıskanç insanlarsanız
İnsan ilişkilerimin bokunu çıkartıyorsunuz
Lütfen hayatımla en uzak mesafeden iletişime geçin.