Burada da hiç merak etmeyeceğiniz fotoğraflar paylaşıyorum

Instagram

Wednesday, August 28, 2013

"Seni sevdiğime değmez gibisin"



Ait olamamak..Ne bir yere ne de bir insana.Öyle boş kalıyorsun ki buna yalnızlık bile diyemezsin. Kendini bir şeye ait hissedememek omurgasız yaşamaya benzer.Bireyler doğduğu andan itibaren yalnızdır.Terk ettiği şehirler, terkettiği insanlar, bıraktığı eller bütün bunlar yalnızlığın yıldız anahtarlarıdır."Hisler" sayesinde birbirimize ait olup bütün haline geliriz zamanla..Bu olgunun getirdiği güven ise hayatı yaşanabilir kılar !

yeni bir sabaha gözlerini açtğında ,kalkıp yüzünü yıkadığında güneşi görmeye katlanamıyorsan
hiç ait olamamışsın sen..
O kapının kilidini hiç açmak istemezsin, yatağını arkanda bırakıp gitmek sana koyar
çünkü sen yatağına, yatağın sana aittir
Paylaştığın biri varsa şanslısındır sen..


Hiç tanıdığın yüzlerden gizlendiğin oldu mu? Sende kaçar mısın çoğu zaman?
Sana nasıl olduğunu sorarlar; kimileri alışkanlık olduğu için, kimileri ise gerçekten her sabah senin nasıl olduğunu merak ettikleri için bunu sana sorarlar..
Sen onlara her defasında "iyiyim" dersin, yani seni iyi bilirler..
Dünyanın en kötü insanı bile hayata veda ederken son kez sorarlar,
"nasıl bilirdiniz.."
"iyi bilirdik.."
Yani sen ne durumda olursan ol diğerleri seni hep "iyi bilirler.."

   Aşktan, aile olmaktan bahsetmiyorum size.Herhangi bir şeye ait olabilirsin.Küçük bir çocuğun iki ayrı dünyası vardır.İlki şartlı olarak başına gelir, diğeri ise kendine kurduğu mutlu olduğu oyun dünyası.Mutludur çünkü çocuk aklı ve ruhu oraya aittir.İstediği her şeyi o planlar. Bedenin kemikleşmeye başladıkça planlar tutmamaya başlıyor ve sen kendini hiçbir yere ait hissetmiyor, gözün kapalı kendini emanet edemiyorsun 
hepsi bu..


Gerçekten mutsuzluğun dibine vurmuş insanlar oradan çıktıktan sonra mutsuzluklarından bahsetmezler. Kendilerini bu hale sokan insanlardan intikam almayı, duruma küfürler savurmayı düşünmezler. Üstelik bunu korktukları ya da yetersiz oldukları için değil, gerçekten boş verdikleri için yaparlar. Size saf bir üzüntü, insanların yanında gizlemeyi başarabildiğiniz bir mutsuzluk ya da aşk acısından bahsetmiyorum. Hayatında en az bir kez hayatın ayaklarının altından çekildiğini hisseden insan, onu ucundan kıyısından yakalayıp etrafını yeniden kara parçalarıyla doldurabildiğinde, kendini bu hale getiren insana karşı biriken öfkeyi içinde yok olmuş bulur. Bir duvar kenarında yumruklama isteği mesela. Zaman geçip şartlar değiştiği için değil, sonunda iyi hissedebildiği dakikaların bir saniyesini bile kendisini takıntılı bir mutsuzluğa itelemiş olaylardan ayırmak için. Yaptıkları yanına kar mı kalır, kalmaz mı düşünmez bile. Hayatta kaybedilen zamanın telafisini alamayacağını ama daha fazla düşünmeyerek ve enerji harcamayarak önüne bakması gerektiğini anlar. Tekrar etmekte fayda var, bu bahsettiğim düz bir üzüntü değil hani fark etmeden gözünüzden yaş şeklinde düşüverenlerden; kastettiğim kalp çarpıntılarını, korkuları ve gizleyemediğiniz fizyolojik etkileri içeriyor. [Daha fazlasını anlatmıyorum.] Hayatın ayaklarının altından çekildiğini hisseden, daha önce nereye bastığını hatırlayamayan; ve yaşayabilen herkese gıptayla bakan bir insan burdan kurtulmayı başardığında her şeyi unutur.

Bunlar hiç anlaşılmamasını dilediğim hisler.


Berkun buna "Bu yaşanılanlar başka bir boyuta geçmek değil de nedir?" demişti.
 Ben de hayattan çıkıp hayatı tekrar bulmak değil mi diyorum.


..

Aslında her şey ne kadar farklı olabilirdi kafası insanı yavaş öldüren bi şey galiba.
Hatalar yapıyorum, yanlış anlaşılıyorum
sevemiyorum, sevilmek istediklerim tarafından sevilemiyorum
tam da bugün 
buldum diyorum tutuyorum ellerinden
Ona ulaştım sanıyorum ama fark ediyorum ki yaklaşamamışım bile.. Sırtımı yaslamak istiyorum. İşte bu istek tamda ait olma ihtiyacı.. Bazen yakınında bile değilim, dokunamıyorum, iyi gelmiyorum. Bazense kendi geliyor, ben tam yokluğuna alışıyorken, böyle bir şey mümkünse eğer. Yoruluyorum, pes ediyorum, ağlıyorum. Sonra yine üzülürken buluyorum kendimi. 

Ölüceksin gibi geliyor. Ama sonra bir bakıyorsun yaşayabiliyormuşsun.

Olmayınca olduramıyorsun.

Onsuz gülmek zor diyorsun. Sonra arkadaşlarının yanında manzarayı dondurup bakıyorsun kendine: Gülüyorsun

Kurduğun planlardan çıkartıyorsun onu önce. “onsuz ne yaparım” desen de kendine yapacak yeni şeyler buluyorsun.

Onun başkalarıyla olması canını acıtıyor. Ama en nihayetinde aklından silmeyi başaracaksın. Bunu başardığında artık eve koşa koşa gelip onu kolaçan etmediğinde..Rahatlayacaksın. Önce ona ulaşamamak koyacak. Sonra gözlerin artık onu aramayacak.

“O bile….” diye başlayıp kurduğun tüm cümlelerden vazgeçeceksin sonra. Bile bağlacını kullanmayacaksın Onun için.”O bile gitti” değil, “O gitti” çünkü

Sen yine kapı eşiğinde kaldın. Peşinden gitsen sokakta kalırsın. içeri girsen gözün arkada ha bir de içinde ukte kalır HAZMEDEMEZSİN.

Numarasını, fotoğraflarını sileceksin telefondan. Hatta hattını bile değiştirebileceksin

Bir bakacaksın bir gece uyurken onu değil de başkasını düşünüyorsun.


Kızmayacaksın sonra Ona. Seni terk etmesini bile hazmedebileceksin. Belki uzun zaman sonra, ama başarıcaksın. Sonraki mutluluğu hayal et..




bunu seviyorum, her düşüşümde dinliyorum
anlıyacağınız ben yine düştüm..


    

Saturday, August 24, 2013

Special K.



Kötü olan şeylerden biri de insanın kendisini eski sevgilisiyle kıyaslamasıdır. O tatile gitmiş, ben hala İzmir’deyim. O şunlarla konuşmuş, hadi ben de twitterdan erkek arkadaşlarıma yazıp kıskandırayım. Profil resmini değiştirmiş ben de hemen yeni bir resim koyayım. Ne zaman onu görsem gülüyor oluyor,
 ben de sahte de olsa eğleniyor gibi görüneyim...

Yapmayalım arkadaşlar. İnadına yapılan her şey üzerimizde sırıtan bir kıyafet gibi duracağı gibi kendimize olan saygımızdan, sevgimizden de kaybederiz. Üstelik boşunadır bu, çabaları karşı taraf kesinlikle fark etmez. Sen kendini bir noktayla karşılaştırıyorsun ve o noktanın bundan haberi yok, o noktayı görmezden gelmek de mümkün ama. Farklı bir bakış açısı geliştirerek, yeni insanlar tanıyarak, kendimize iyi gelecek aktiviteler yaparak. Sen o noktasız da yaşarsın artık, bir zamanlar çok fazla ortak şey yapıyor olmanız şu an paralel giden iki doğru gibi olmanızı da gerektirmiyor. Bir grafikte aynı noktadan başlayıp farklı noktalara yönelmiş doğrular düşünün. Bu birinizin yukarı, birinizin aşağı gittiği manasına da gelmez. Sadece farklı yerlerdesiniz. İki farklı noktasınız, artık yakın değilsiniz aranıza başka şeyler girmiş. Hala bir bağ kurmaya çalışıyorsun, ip ortadaki şeylere dolanıyor. Gözlerin arkalarda kalmış, ilerlemekte zorlanıyorsun. Halbuki o bağı ortadan kaldırmak ve kendini başka yönlere salıvermen mümkün. Özgürlük… İnsana en büyük mutluluğu veren şeylerden biridir ilerlemek, ve gerilemek gerideki şeyleri çok fazla düşünmekle gelebilen bir duygu. Üstelik düşünerek değiştirebildiğimiz şeyleri göz önünde bulundurursak, geriye bakmamamız gerektiğini anlarız. Her zaman söylerim, internette eski sevgili stalklamanın tek bir faydalı yanı yok, insana zarardan başka bir şey vermiyor. Çok merak ediyorsan aradan zaman geçtikten sonra, duyguların köreldiğinde bir göz gezdirirsin. Neden senden sonra kimlerle konuştuğu, kimlerle çıkıp nerelere gittiği etkilesin seni; önemli mi bu sence, bu senin kendini kimseyle kıyaslamadan huzurlu bir şekilde yaşamandan kıymetli mi? Mutluluğun önündeki en büyük ketlerden biridir kendini başkalarıyla kıyaslamak, kaldı ki bu kişiler eski sevgilileriniz olsun. O bağın kopması şart yani. O paralelitenin gittiğini, artık başka yönlere yol aldığınızı ve bunun aslında kötü bir şey olmadığını kabul etmek en önemli adım. 

Geçmişi düşünürken yaşayamadığınız şeyleri düşünün. 
Ona veda edin, iki ayrı insan olduğunuzu ve ortak paydanızın artık sizden bağımsız şeyler olduğunu kabul edin. Sıradan güzel günlerimize haksızlık etmeyelim hiçbirimiz.

Friday, August 23, 2013

Giden Biri*




Okuldan, her zaman içinde bulunduğu yerden ne kadar arkadaşın, tanıdığın varsa o kadar iyidir. Ben çoğunlukla bu konuda sınıfta kalırım. Lise sona kadar sınıfımı sevmemiştim, insanları sevmemeye bahaneler aramıştım. Üstelik 3 yıldır aynı sınıftaydım, FEN sınıfıydık biz. Beni pek sevmiyorlardır diye sınıfımdakilerle fazla muhattap olmamaya okuldaki en yakın iki arkadaşımla takılmaya çalıştım hep. Üstelik bundan garip bir gurur duyarak. Olduğum yerlerin dışında bir kurtuluş arıyordum hep. Sanırım kolay olan buydu. Başka yerlerden en yakın arkadaşlar ya da sevgililer, her zaman bulunduğun yerde yalnız hissetmene çözüm olamayabiliyorlar.

Lise sınıfımı çok sevmem lise son yılıma denk gelir. Bir gün beraber aslında 38 kişilik bir aile olduğumuzu farkettim çok gülüp eğlenmiştik. Tahtaya çıkıp onlar ders çalışırken yaptığım salaklıklara nefes almadan güldüler bazen kalem fırlattılar. Sonra onları hep sevmeye bahaneler aradım. Beni hep güldürdüler. Ben onları hep güldürdüm.Mutlu bir sınıftık. Her telden kafa yapısı vardı. Ben okula sivil gelirdim tartışırdık hocanın önünde hoca bizi müdüre yolardı. Derslerden kafaya göre çıkar giderdik. Sınıfta 4 kişi aynı anda terk edilmiştik. Arkadaşım diğer arkadaşıma sandalye fırlatmıştı. Sonra ağlamaya başlamıştı. Ama sinir bozucu şekilde komiktik. Sınıfın arkasına kafe kurmuştuk, gerçi dağıttılar sonra. İpodlardan birini takardık sınıftaki hoparlöre, müziğimiz eksik olmazdı hiç. Seksi danslardan bahsetmiyorum bile. Peki ya İsmail YK.. Kimseyi düşünmeden ve kendini yakıştararak dans etmek de önemli, o konuya da gelelim sonra.

En kötü zamanlarımda bile sınıfın o ailevi havasına sığındığım günleri düşününce, onları sevmeye neden bu kadar geç kaldım diye kızmıştım kendime. Çünkü rahat olan buydu, içinde bulunduğun yerin güzelliklerini fark edebilmek. Sadece insanları sevmek de değil bu, bir zamanı sevmekmiş. Kaçmakmış daha önce yaptığım, anlıyorum.

Üniversiteye başladığımda da aynısı oldu. Hazırlık okuldaki arkadaşlarım için şu anki arkadaşlarının %75ini edinme yeriyken benim için pek öyle olmadı. Gerçi en sağlam dostluklarım o günlerden kalma. Ama ben hep bu tarz olayların gerisinde kaldım. Başka bahanelerim oldu. Uzun kalamadım, kulüplere takılamadım, okul dışından sevdiğim biri vardı hep onun yanına gitmeye çabaladım. Şehri sevmedim , onun yaşadığı şehri sevdim. Üstelik denizi bile yoktu..Hep filmi başa sarıp onun yanına gitmeyi istedim, ama hep bir dalga çıktı karşıma.bana kalırsa yine kolayına kaçtım. Daha doğrusu, bulunduğum yeri sevmeme olayından garip bir gurur duydum. Okul dışındaki arkadaşlarımla görüştüm, onların çok daha iyi olduğunu, üniversitenin yeterince sevimli bir ortam olmadığını söyledim hep. Halbuki orada durmalı ve daha fazla arkadaş edinmeliydim. Ders erken bitince insanlarla bir kahve içmek en doğrusuydu. Ben kaçtım

Sonra zaman geçti, bu sevdiğim insandan kesin olarak vazgeçme(!) kararım beni geçen yıl okulla daha fazla ilgili olmaya iten şey oldu. Tabii ki geç kalmıştım, bahsedilen birçok insanı tanımıyordum. Arkadaşlarımın yanındakileri muhakkak tanıtmaları gerekiyordu. Ama çok daha iyi oldu. Herkesle yakın arkadaş olunamayacağının farkındayım ama olabildiğince çok insan tanımanın zararlı bir tarafı yok. Onlar sana bulunduğun yeri yaşanır kılıyor. Canın sıkkın bir şekilde girdiysen içeri, onları görmek yüzünü güldürüyor, neşe veriyor işte. Zamanının büyük çoğunluğunu geçirdiğin yerin içindeki insanları sevmemeye bahaneler aramak da neyin nesi?

Bunu da okuldan birkaç arkadaşımın Facebook hesabına bakarken fark ettim. Tanıdıklarımın birçoğunu eklememişim bile, nedense okuldan çok fazla insan ekli değil. Demem o ki, bulunduğumuz yeri sevmemiz lazım. Okulun dışındaki en iyi arkadaşlarımız, mükemmel sevgilimiz okuldayken iyi hissetmemizi sağlayamayabiliyor. Az sevilmiş hissettiriyor insana bu. Birileri bir şey anlatıyorlar, çok dahil olamıyorsun. Bu yüzden kütüphaneden çıkıp insanlara yemekte eşlik etmeyi, onlarla kahve içmeyi seviyorum. Akıllarda güzel anılar bırakıyorlar. Bulunduğumuz yerdeki insanlar, bizi sakin tutuyorlar. Her şey daha kolay geliyor. Kolay gülüyor, mutlu oluyoruz. Yani sevin.





Uzaklarda aramayın, çünkü onlar bir tüy gibi en ufak rüzgarda uçup gidiveriyor..

Hayatımın koskoca üç yılını varlığıyla yokluğu arasında kaldığım bir insan harcamıştım
Hayatımın en deli , aşk ve gelecek kapısı en açık yıllarında tüm yollarım ona çıktı
Gelen her mutluluğu itekledim
Onunla gelebilecek tüm mutsuzluklara razıydım
Her gece
Her nefes alışımda
onu anmıştım
..

Başka yüzler denedim başka kokular çekmek istedim içime, içim onları almadı
Üzdüm, hiç üzmek istemezdim. Benimseyemedim yanı başımda olanı beni mutlu edeni
Sorana "yok ya benim sevmelerle işim olmaz" dedim
Onun üzerine kurduğum hayalleri bi başkasında nasıl yaşabilirdim ??
Dostum,Babam,Abim,Kardeşim,Ruhum dediğim insanı siliyordum ama izi kalıyordu sayfalarda
Sonra üzerinde geçiyordum pişman olup, böylece daha çok kazındı ruhuma
Giden biri *  canınızı yakmasın.. 
İnanılmaz acıtıyor, nefes alışların göğüs kafesini iğneliyor


..
Zorla bir yerlere götürülmekten nefret ediyorum ama başka çarem de yoktu. Apar topar girdim odaya. Kızgın olduğunu tahmin ettiğim birinin saatlerce azarlamasını bekliyordum. Olmadı. 
İlk sorduğu, ‘neden’ oldu. Aslında bütün gün sorduğu tek şey buydu. Eninde sonunda olacaktı dedim, bunu sen de biliyordun. Hayır dedi, ben bunun asla olmayacağı günü umuyordun sen dedi. 
Birilerini hayal kırıklığına uğratmaya alışıksanız, o sitemkar konuşmaya da alışıksınız demektir. Bütün konuşma boyunca önümdeki sehpayı inceledim. Aynı odada yüzlerce defa konuşmuş olmalıyız, sehpayı köşesindeki çatlaklardan bir ayağının boyasının diğerlerine göre silinmiş olduğunu bilecek kadar iyi tanıyordum. Bana devamlı anlamaya çalışarak neden diye soran biri vardi karşımda ve o gece neden onu aramadığımı soruyordu. Bu sorunun cevabını bilmiyordum, hala da bilmiyorum.
NEDEN sürekli NEDEN sorusunun cevabını bekleklerler..
 Herhangi birinin yardım edebileceğini düşünmemiştim sanırım.
 Her şey uzun zamandır olmadığı kadar netti kafamda ve kimsenin bunu değiştirmesini istemedim. 
Kaçmak her zaman için büyük bir hobim olduğundan, baş etme konusunda iyi olduğumu düşünmüşümdür. Neyde iyi olmadığın onu yaşarken anlıyormuşsun oysa. 
O gün de işte, her şey en başından oluyor gibi gelmişti
Ne kadar çok ağladığımı hatırlıyorum. Ne kadar çok küstüğümü hatırlıyorum. Ne kadar çok yorgun olduğumu, ne kadar sinirli olduğumu, ne kadar pişman, ne kadar umutsuz, ne kadar mutsuz. Ama bunların hiçbiri ne kadar yalnız olduğumu anladığım an kadar koymamıştı bana. O- bana büyük şehrin korkularını unutturuyordu.. Bir sabah uyandım ve hayatımın en kötü gecesini anlatmak istediğim tek kişinin artık konuşamayacağım tek kişi olduğu gerçeğiyle yüzleştim. Bu, her şeyin ne kadar kötü hale geldiğinin tek simgesiydi, kulağımdaki sesle beraber; ONA GİTMEDİN ve 
hayatta en değer verdiğin şeyi mahvettin.

O zamana kadar o sehpayı devirip odadan hışımla çıkmayı hayal etmemiştim hiç. Hiçbir mesajım cevapsız kalmamıştı bugüne dek..Ben ilgilenmez cevapsız çağrılar mesajlar bırakıp karşımdakine ayıp ederdim..Başıma geldi. Onun yerine cevabı ben verdim kendime
" Bundan sonra böyle olacak, seninle benim aramda olduğuna inandığım o güzel iletişim, bitti."

Noldu dediler, gecistirdim 
 Bazen yalan söyledim. Yalan söylemenin kötü yanı, 
aynı yalanı birkaç defa söylediğinde senin de inanacak duruma gelmen.
Hiçbir sey için geç değil ve her şey için ikinci bir şansa yer vardır diye düşündüm hep. 
Oysa bu iki günü geçirdikten sonra tek düşünebildiğim insanın her şeyi yaşayıp atlatabileceği oluyor. İşin garip tarafı ise gerçekten hiç atlatmaman, bu durumu asla asamaman. Belki böylesi daha iyidir diye düşünüyorum şimdi de, ne kadar canımın acıdığını gördükten sonra 
kimseyi o kadar yaklaştırmamayı öğrenirim diyorum.
Bunu çok iyi başarıyorum
Ama ben asla seni kendimden uzaklaştırmayı öğrenemiyorum.


Eğer beni hala sessizlikte dinliyorsan, yerime geçip ben ol..
Sen yalan söylemezdin
Yanılmıyorsam..Benim her gece hayal ederek tuttuğum o ellerini şuan reelde tutan kişi çözüm değil..


...

Şimdi huzurlu bi şekilde aklımın yüzde doksanını doldurduğum -seni-
Bir gün karşılaşmak dileğiyle rafa kaldırıyorum
Belki tozlanırsın..





Wednesday, August 21, 2013

Dondurucuya attığım duygular

89- klavyemde tam 89 karakter var, daha önce hiç ilgimi çekmedi saymak ama yazmak benim için
çocuk oyuncağı iken saatlerdir yapabildiğim tek şey parmaklarımı tuşların üzerinde gezdirmek oldu. Karakterler bile yanaşmıyor duygularıma.

Kendimi F' komutları gibi hissediyorum..


Fiziksel olarak tatile gidemedim ama en azından ruhumun bir astral seyahat yapmasını tercih edebilirdim. Düşüncelerime dört ayak takıp çıkıp dolaşsınlar istedim. Beni bir an olsun yalnız bırakmadılar. 
Beynim , bedenim , kalbim ilk defa bu kadar yorgun..Güçlü görünmek çok yıpratıcı..

Dün akşam annemle kalabalığın içinden geçerken gözyaşlarımı daha fazla tutamadım
,güçsüz mü kaldım o kadar ?
yoksa çaresiz mi..

Düzenli olarak her gün ağladım.Gözlerim o kadar şişti ki, sabahları açamadım. Sınır koymadım gözyaşlarıma, yeter demedim aksine aksın istedim. Bir kaç ay oldu, sadece bir kaç ay. Ve ben bir kaç aydır bu şehirde, kendi başıma ne yapacağımı ve zamanı nasıl akıtacağımı düşünerek dolaşıyorum. Mutsuz değilim. Suratımı asmıyor, somurtmuyor ya da ağlamıyorum. Geri dönmek mi ? Hayır. Burada kalmak, bu güzel şehirde yaşamak istiyordum. Sadece özlüyordum, hepsi bu. Acıtmıyordu canımı pek, beklendiği kadar ağır gelmeyecekmiş gibiydi.

Öyle olmadı düştüm ağır düştüm yaslandığım omuzlar "Aradığınız kişiye şuan ulaşılamıyor" olmuştu.
"Lütfen sonra tekrar deneyiniz" dedi.. Biraz daha ağladım sonra tekrar denedim yine aynı sesti, telesekretere dur bari sen dinle demek istedim.. 

Tanımadığım bir adamın yatağı bana ortak oldu
 ondan habersiz günlerce uyudum, onun yastığına akıttım gözyaşlarımı 
gidip özür dilemek isterdim 
onun sevebileceği tarzda nevresim takımı alıp ona hediye etmek isterdim
biliyor musun sen yokken yatağın beni yalnız bırakmadı demek isterdim
sadece isterdim..











"Mide ağrıları yerini hayal bozukluklarına bırakırken" ciğerime cuk diye oturan şarkıdan bir kesit..


Dondurulmuş yiyeceklerden dolayı hayata farklı bir umut bağlama hatamızdan daha önce bahsetmiştim. Üretici firmalar bize böyle bir şey vaad etti; “yiyecekleri dondurup tadı bozulmadan istediğin kadar saklamak ve tadını almak istediğin zaman onları çıkarıp yemek”. Ama biz bunu çok yanlış anladık. Sandık ki her yerde yapabiliriz bunu. Hemen duygularımıza uyarladık. 
“Şimdi kötü hissetmeyeyim, daha sonra üzülürüm buna, şu an yoğunum” dedik. 
Ya da sizi bilmem ama ben dedim en azından.
Ben dedim ve hayatıma bir keşke kattım. Şimdi diyorum ki keşke, keşke o zaman üzülseymişim. Keşke bütün derdim oymuş gibi ona üzülseymişim. Keşke şu an başım kalabalık ve daha zor şeyler yaşıyorum buna üzülmeye vaktim yok demeseymişim. Keşke sabah alarmı erteler gibi ertelemeseymişim hislerimi. 
Kötü, çok üzgün, perişan, sürekli düşünen yahut ölecek gibi değilim. Ama zamanında kabullenmeyip dondurucuya attığım duygularım sanırım artık erimeye başlıyor. Hakkında hiçbir şey duymak istemiyorum mesela. Her ne kadar aksini iddia etsem de acıtıyor çünkü. Kendimi suçluyorum. İnsan duygularından ötürü suçlu hissetmeli mi ? Kesinlikle hayır. Kendime bunu anlatmaya çok çalıştım. İçimden çıkıp karşıma oturdum, yapma dedim. Seni senden fazla düşünen yok, sen de kendine haksızlık etme. Bu bir yalnız insan kuralı sanırım. Değiştiremeyeceğin şeyler baş göstermeye başlayınca hayatını gözden geçirip yanlış yaptığın ilk yeri anlamaya çalışıyorsun. Ama hayat bi üniversite öğrencisinin bitirme tezi gibi değil ki. Üstünden geçip hata bulmak amansız bir çaba. Kabul etmek lazım ki o zaman her şey öyle oldu, çünkü öyle yaşanması gerekiyordu. Belki de yarın o gün farkında olmadan yaptığımız bir olay bize bir güzellik getirecek. Bilmiyorum. Açıkçası şu aralar sadece ikilemlerden oluşuyorum.
Hem süper gücüm hem de kriptonitim içimde. Kendime umut inşa edip bir dakika sonra kendi baltamla onu yıkıyorum. Buna herhangi bir isim, bir etiket takmak gerekir mi ondan da emin değilim. Emin olduğum başka bir şey var onun yerine. Artık anlamak yerine yaşamaya odaklanmalıyım. İşte bundan eminim. Sebebe değil sonuca odaklanmalıyım. Hayatın devam ettiği gerçeği başka türlü dank etmiyor insana.
Yine de sizi üzen insanların mutluluğunu görmekten kaçının. Her zaman en iyisi bu. Her işin başı sağlık lafını kullanıyoruz ama ruh sağlığımızı yabana atıyoruz hep.
Dışarıda bir şekilde yaşam devam ediyor. Aslında her şey kendiliğinden oluyor. Zaman bir nehir, akıntının ters yönüne kürek çekip vakit harcamak fizik kuralına aykırılığımız. 
Ters yöne çektiğin kürek seni ne geri götürür, ne kollarının acısını dindirir. Sadece yorar. 
Aynı yerde durduğunu fark edince bir şey yapamazsın.
Oturursun, acını hafifletmek için sabitlersin kendini hayata, ağlarsın. 
Çok ağlarsın

..
Kendime İstiklalde yürümek için bir şarkı seçip kalabalığa karışıp yürümek istiyorum,
Yürürken yabancı omuzlar çarpsın omuzlarıma ardarda çarpışmalar yaşamak istiyorum 
Ziraa tanıdığım omuzlardan biri denk gelir belki..






SON OLARAK,
TEŞEKKÜRLER KAPTAN
Beni dinlemiş kadar oldun
Sen uzaklardayken seni çok iyi tanıdım