Burada da hiç merak etmeyeceğiniz fotoğraflar paylaşıyorum

Instagram

Sunday, March 16, 2014

Bahar gelince ben "Amelie" olurum




..

Hani kendinizi kötü hissettiğiniz anda iyi şeyler oluverir ya.Süngerbob un hayatı yaşama enerjisine sahip olursunuz birden.Klavyede kullandığınız "a" harfi kadar önemli hissedersiniz kendinizi.Donuklaşmış bir yüz ifadesiyle dağ tırmanırcasına çıktığınız metroda akordiyon sesi duyarsınız aniden.Para atarsınız.Yürürken topuklarınızı Peter Pan gibi birbirine vurup havalanmak istersiniz.

Okuduğunuz bölümün, her sabah yolunu tuttuğunuz okulun pek de bir önemi kalmaz sizin için.Okulda ki kocaman yalnızlığa siktir çekersiniz.Yalnız ve güçlü kalarak etrafa gülümsemek sizi hayatta kılar.-40 derece suda bile yüzebilirsiniz.Bütün bu ekstrem olayları gerçekleştirmek sizin için mümkündür bazı dönemler.Sahil boyu dalağınız şişene kadar koşmak, güneşe elinizi uzatmak istersiniz.İşte bütün bunlar "bahar" geldiğinde başlar ya da siz böyle olduğunuz için bahar'dır.

Hayatınızın fon müziğine akordiyon sesini kopyalayıp yapıştırın.Sizi harekete geçirir.Çünkü hayat buna değer.Güzel günler göreceğiz.Ötekileştirdiklerimizden kurtulmaya yaz kadar yakınız.Şimdi o kış uykumuzdan uyanıp EVET deme vakti, sokaklara dökülme vakti.Bakış açımızı değiştirdiğimiz zaman hayat gerçekten yaşanabilir kıvamda.






Monday, March 10, 2014

21. yaşım

Alan dışı yaşamak enerjini çok fazla alıyor.Sokağa çıkmak için yemek yapmak için hatta okula gitmek için bile tek bir nedenin kalmıyor.Aktif olduğun online sayfalarda online bile olamıyorsun konuşmaya ve anlatmaya üşeniyorsun.Bir arkadaşım biz senin yanında mutlu oluyoruz bizimle ol,çık gez demişti.Önce çıkmak için hazırlanmaya üşeniyorsun duşunu alıp çıkıyorsun üzerine hemen sokak kokusu siniyor, kirlendiğini düşünüyorsun.Kendini kirli hissetmek seni sokaklardan ve sokakları dolduran kalabalıktan soyutluyor.Eve geri dönmek istiyorsun ama çıktın artık.Bu kez beklediğin otobüs gelmiyor.Dakikalarca bekliyorsun tam sikerler diyip eve geri dönmek istiyorsun ama o kadar bekledin artık dönemiyorsun durakta öldürdüğün vakite kıyamıyorsun.Otobüste ayakta kalıyorsun kendini 70 yaşından hallice hissediyorsun.Her şey ve herkes gözüne batıyor işte bu tam da katil olmanın taslağı aslına bakılırsa.Gözünün dönmesi.

Ruhunu ele geçirmiş temizlik ve düzen hastalığı elma gibi içinden çürümüş.Tezgahta on gündür duruyor bardaklar tabaklar ev soğuk bahenen o.Oda değiştirmiyorsun.Tuvalet refleksin bile ortadan kayboluyor.Unutuyorsun işemeyi.Bilindik davranışları yabancılaştırıyorsun kendine.Eskiden boş kaldıkça kendi kendimin fotografını çekerdim şimdi onun adına selfie koydular onu da hepiniz yapıyorsunuz diye yapmak içimden gelmiyor objektifte çıkan hallerimi kendime beğendiremez oldum.

Bir sevgilim olsun diyorum.Sinirimi stresimi ondan çıkarayım diye.Sonra bencilce geliveriyor vazgeçiyorum hemen.Seviliyorum, sevmesinler istiyorum.Beş yaş ruhum hemen kaçıyor oradan.Radyatörü üşüyüp çalıştıryorum elektrik faturası aklıma geliyor kapatıveriyorum birden sonra titriyor dizlerim ellerim oyunadığım oyunda ölüveriyorum hemen.Takılıyorum işte..

Okula gidiyorum kalabalıktan kaçıyorum sonra canım sıkılıyor yalnızlıktan.İçlerine karışıyorum ama sadece bedenim orda kalıveriyor.Muhabbetiniz hiç sarmıyor.Alnımda ne düşünüyorsam yazsın istiyorum.Dile getirmek çok yorucu ben her şeye çok üşeniyorum.Ben ne ara böyle oldum..



Wednesday, March 5, 2014

Anjelik

1999, Gün ağarırken düştüğüm yollarda görüp peşine düştüğüm buz kristalleri dediğim henüz yoğuşma ve kırağı teorisinde olmadığım anasınıfı bilincinde kafamın en huzurlu döneminde sevdiğim en güzel sevdiğimdi, okula her sabah gitmeme sebepti.Karnemde ki iki tane eksik kalmış yıldızımın baş kahramanıydı.Bir tanesi uyku diğeri ise yemekti.Uykularımdan feragat edip iştahımı kesiyordu.Minicik kalbimi beslediğini düşünüp huzur dolu kafamın altına koyduğum yastığımdı.O birinci sınıftı ben ise ana kucağı.Onu görmek için zil çalmaya yakın ellerimi uhuya bulayıp Atike Öğretmenimden tuvalete gitmek için zin alırdım.O ise her seferinde onu bıraktığım yerde su şisesi kapağıyla futbol maçı yapardı koridorda.Kışı seviyordum o zamanlar çünkü o bahçeye çıkmıyordu..

2000, Okumayı ve çarpım tablosunu yaşıtlarımdan önce öğrenmiştim.Çünkü o ikinci sınıftı, o ne biliyorsa ben de bilmek istiyordum o albeni yiyorken ben annemin her gün verdiği 50 bin ile simit ayran değil albeni alıyordum.O kantin sırasında boy gösterirdi ben ise onu izlerken ezilirdim.Onunla aynı kulubü seçmek için sınıf kapılarını aralayıp onu izledim.Spor kulubüne üye oldum onun sayesinde.Beş yaşından beri cimnastik yapıyor ve onu gördüğümde bütün tecrübelerimi unutup kalbimi elastiğe bağlıyordum..

2001, Laylalaylay sınıfımızda ki kahramanı geç farkettim.Saçımı her defasında çekmesine, sırt çantamdan bastırıp beni düşürmeye çalışmasına her defasında kızıyor ve ondan nefret ediyordum.O zamanlar Rosalinda vardı her okul çıkışımda koşarak izlemeye giderdim.Rosalinda izlemek için son ders ödevlerimi okulda bitirirdim.O benim Fernandom idi, ben ise güzel Rosalinda.Onunla her sabah birlikteydim her okul çıkışı çoğu akşam yemeklerinde.Yanına gitmeden önce annemin makyaj malzemelerini kullanıp parfümüyle onu büyülemeyi düşünecek kadar sevdim sadece onu..

2002, Tudem ve Bilgi başarı sınavlarında gösterdiğim büyük başarılarımın sonucunda onu hep geride bırakıyordum.Derslere olan hırsım ona olan sevgimden daima fazlaydı.Bingo ! sonunda bize ders çalışmaya gelmeye başladı.Ona matematik anlatmak inan bana Tomorrowland kadar heycan vericiydi.2 kere 2 dört
ise seninle ben de bir elmanın iki yarısıydık işte..

2003, Aynı sevda son sürat devam ediyordu.Monopoly başında, Need for Speed hızında, Age of Empires tadında, Thief kadar aksiyon dolu.

2004, Şeker Portakalı 
           Ey büyüleyici kadının güzel görüntüsü
           Ah, bir mihrap dikebilsem adına.
           Işığımsın, düşlerimsin
           Biricik sevgilimsin benim...
Milli takım maçlarında bile düşündüğüm gönlümün efendisi, en yakınıma karaları kalpleri bağlamıştı.Bana gelip onu anlatıyor, onun sevdiği şeyleri öğrenmek istiyor,arabulucu yapıveriyordu beni.Ben de o mutlu olsun diye ne derse yapıyordum.Bir gün onu kokulu ve kalp şeklinde bir silgi verirken gördüm.Hem zaten sevmek nedir Simge nedir ki? Sıcak,sade ama biraz kuşkuluydum giderken.Gittim..

2005, Dershaneyi burslu kazandın sims harikasın şu hayatta tek başarabildiğin şey Basketbol ve derslerdi.Hem benim üzerine mangal kokusu sinmiş bir babam vardı karabiberim diye hitap ettiği Simgesi oldukça güçlü ve şıpsevdi olmaktan halliceydi.En çok babasını sevdi.Ama hiçbir zaman babasına aşık olan kızlardan olmadı.Dershanede bir çocuk sevdim.Mehmetçik İlköğretim okuluna gidiyordu.Onu annem neye benziyor dediğinde kuşa benziyor diye betimlemişitim.Artık her okul çıkışı etüt yollarına düşüp onun gelmesini bekliyordum.O horoz olsun ben tavuk öyle yakışalım yuvamız kurulsun istiyordum.Ama o beni görmüyordu bile..
 Üç yakın arkadaş beni sevdi, ben birisini sevdim sadece o birisi ise ben dahil bütün kızları seviyormuş meğerse.Bir gün bu üç silahsörlerden birisi geldi bana okul bahçesinde bir kolye getirdi. "yarısı alınmış kalp"  dilimden hepsi grubunun bütün şarkıları dökülüyordu.Antremanım vardı arka bahçeye doğru ilerlerken bir yakın kız arkadaşımı gördüm Simge bak bana X kolye vermiş arkadaşıyla gönderdi dedi.Kıza kolyenin yarısının bende olduğu söyledim ve boynumda takılı olan kolyeyi gösterdim.Kız güçlerimizi birleştirerek X çocugunu bulup kolyeleri boynumuzdan kopartarak X çocugunun suratına fırlattık.(Filmlerde böyle oluyordu çünkü) Sonra o X çocugu benimle çok uğraştı ama nafileydi.Affetmem üzdün bir kere sloganımı iyi bilirsiniz.Bisikletle her gün bizim ordan geçer dururdu, zilimize basardı kaçıp giderdi ama çocukluk işte.
Altıncı sınıfta bir erkek için ilk göz yaşımı akıttım ergen ruhumun beni hapsettiği o dönemlerde üç silahsörlerin birisine vuruldum.B sınıfındaydı o.X çocugunun ise en yakın arkadaşı.Ben X çocuğu ile altıncı sınıfta aynı sınıfa düşüverdim.Gerilim adlı filmim...B sınıfının kara çocuğu artık beni sevmiyordu anlaşılan.Bu konu ayrıca bir yazı olur size fakat özeti ilk defa acı çektim.

2006 ve 2007 , bundan size daha önce bahsetmiştim 
Gazi Mustafa Kemal İ.Ö.O

Green Day , McFly dinlediğimiz hareketli punk-rock dünlerimiz..

7. sınıftaydım. o zamanlar haliyle kankalarım bilir ki GMKİÖO da okuyordum.  Uşak ta en başarılı okullardan biriydi bu yüzden çok kalabalık sınıflar ve şubeler vardı. 7A, 7B, 7C, 7D diye 4 şube ve her şubede en az 30 kişi vardı. Bizim sınıf 7-C idi, 33 kişiydi. sınıf öğretmenimiz Türkçe öğretmenimiz Tuncer Ayaz dı. Oldukca ilginç bir lugatı vardı. Timberland botların, George hogg'ların, balina yağı kokan iğrenç
Barbourların en popüler olduğu zamanlardı.............

8B vardı. GERÇEKTEN VARDI. Bizim blokta değildi o yıl sekizinci sınıflar, onlar ayrı bir bloktalardı ve sadece sekizinci sınıflar vardı hemen çaprazımızdaydı. diğer 8A'dakilerle iyi anlaşırdım, tanırdım. Kızlar garipti ,benim bir tane arkadaşım vardı Mehmet diye üst sınıfta ki kızlar hep ona aşıktı.Onu görmek için bizim sınıfa gelirler mehmet in masasına süt koyarlardı. Mehmet i severdik , severlerdi hala öyle.

Ben ergenliğe çok geç girdim. Memelerim çıkmaya başladığında çok utanmıştım. Sürekli bol şeyler giyiyordum gizlemek için. Meme utanç vericiydi. Reddetmiştim memeleri. Regl de olmayacaktım. Hatta bi arkadaşımın regl olduğunu öğrendiğimde ondan soğumuştum. neden bilmiyorum ama ona uzak davranmaya başlamıştım. Sanki o elini kana bulamış bir canavardı.

Erkek arkadaşlarımla hep çok iyi anlaştım. O zamanlar bu düşüncemi kötüye çekmeye çalışan içi dışı gözü gönlü fesat insanlar artık neden kimle iyi kimle kötü anlaştığımı anlamışlardır umarım. Birincisi kızlar çok salaktı, ikincisi kızlar yine çok salaktı..Kadim erkek arkadaşlarım saçımı çekerler kovalarlar kenyalı-simit derler tekme atarlardı yakınsak olanlar, ıraksakları boşverelim. Özellikle Hilmi vardı , yani hala varda..vardı işte..O bana kömür derdi ben ona hindi derdim sabahtan akşama kadar aslında kedi-köpek gibiydik. (he klişe he) ilkokulda kızlar haftasonu gitar kursunu tercih etmişlerdi ama ben futbol oynayacaktım. çünkü bizim oğlanlarla çok eğleniyorduk. ilköğretim hayatın boyunca ne yaptın diye sorarsan, "koştum" derim. çünkü tenefüslerde bahçeye inip kafayı geriye atarak deli manyak gibi koşuyorduk sağ sola. başka bir bok hatırlamıyorum. bi de biz 8 yıl aynı insanlarla okuduk. sınıf arkadaşlarımız hep aynıydı. birlikte büyüdük.

Efendim işte durumlar böyleydi. ben erkek arkadaşlarımın yanında hiçbir konuda utanmayacak kadar cinsiyet rollerinden habersizdim. Onlar erkek değil, arkadaştı işte. Tek fark, onların oturmadan işeyebilecek bir uzuvlarının olmasıydı ve başka bir yerde işemeleriydi. Bu da gerçekten büyük bir sorun değildi.

Sanırım o zamana kadar hiç aşık olmamıştım. Bana , maziye kalsa hala olmadım da..da işte.. Belki de bu yüzden karşı cinse karşı bu kadar hissizdim. Keremcem i saymazsak tabii. kendisi ilk aşkım olur ne yazık ki :p evde hala ona yazdığım aşk mektupları duruyor.

Her şey böyle güllük gülistanlık devam ederken, ben memelerden utanıp bol tarza geçiş yapmışken günü bir gün, bir öğle teneffüsünde camdan aşağıyı izliyordum. muhabbet ediyorduk bilirsiniz ki muhabbet yerleri okulda ya sınıfın kapısı ya koridor ya da sınıfın penceresi.. haberi gelmişti. 8B nin aşağıda beden eğitimi dersi vardı yani bu demek oluyor ki 8B oğlanları aşağıda futbol oynuyor..Kızlar sarı bir ay parçasından bahsediyorlardı, ay gibi bir çocuk kaleciydi. Kafamı ona doğru yöneltmemle arkadan haberi geldi..
-Güneş onun adı..

Bir başka kız duvar kenarından çığım çığım çığırıyordu -yeni gelen çocuk var mııııaaa?
Lan bacım sen ki tüm okul günü boyunca o köşene çekilir kıçını kaldırmazsın, yeni gelen kim, çocuk kim, sen kimsin di mi? her neyse..
Bizim okul dedim ya çok kişiydi ve popiliydi.. kim gelse gitse hemen haberimiz olurdu. işte biri gelmişti, ne bileyim.

Camdan sarkerken kırmızı ayakkabılarıyla futbol oynayan bi çocuk gördüm. Daha evvel hiç görmemiştim onu. hemen Merveyi çağırdım. Merve koş yeni çocuk bu mu dedim. geldi, baktı, yok dedi, gitti. teneffüs 10 dakikaydı. 10 dakika boyunca onu izledim. 10 dakikanın sonunda aşık olmuştum. yani bunu sonradan fark edecektim...

zil çaldı. ben o gün nöbetçiydim. herkesi sınıfa topladım. öğretmen zilinden evvel tahtaya ders ve konuyu yazacaktım. yazdım. beklemeye başladım. yerime oturmam gerekiyordu. düşünmem gerekiyordu. öğretmen bir an evvel gelmeliydi. çünkü ben terliyordum. kalbim pıt pıt atıyordu, midem bulanıyordu ve bu ilk kez oluyordu. bana ne olduğunu bilmek istiyordum.

öğretmen geldi. yerime oturdum ve düşünmeye başladım. bana ne olduğunu anlayamadım. izin alıp tuvalete gittim. dönüşte 8B'nin önünden yavaş yavaş geçiyordum dersleri bitmişti bir grup kızarmış ve ter akan suratlar heycanlı bir şekilde sınıfa doğru geliyordu..Kalbim yerinden çıkıcak gibiydi.oradaydı. kırmızı ayakkabılarından tanımıştım. Mutlaka bilirsiniz o dönemler çok meşhurdu -Nike Total 90 lar dandı.
İtiraf ediyim benimde vardı..Neyse.

kimse beni görmeden doğruca sınıfıma geri döndüm. öğretmen bana kızdı geç kaldığım için. bi şey demeden geçtim yerime oturdum. günüm çok kötü geçiyordu... kendimdeki değişikliği algılayamıyordum. ama tuhaf bir şekilde de iyi hissediyordum.

ertesi gün 8A'daki en yakın arkadaşımın yanına gidip o çocuğu sordum. adı ne dedim. melih cansu
, merih de olabilir hala ikisi arasında kaldım  ee? dedi. hiiiç dedim, bak şu da okula yeni gelmiş dedi. niye dedim, eski okulundan kovulmuş ama bizim okul kabul etmiş dedi. neden kovulmuş dedim, bilmiyorum dedi. banane, adı melih cansu' ymuş. sınıfa koşup bahçede top oynayan melih cansu yu izlemeye başladım. Her teneffüs top oynamaya iniyordu çok nadir iki ellerini gri okul pantalonun ceplerine sokup bahçede dolanıyordu. Hep erkeklerle takılıyordu. O günlerde benim için bir bebek kadar masumdu. Gülmesenizeee :( onu bir türlü yakından görüp inceleyememiştim.

zil çaldığında merdivenlerin başındaydım. oradan geçecekti. ben de ona bakacaktım. melih cansu koşa koşa merdivenlerden çıkıyordu arkadaşlarıyla. seviyorlardı onu. çok tatlı.

önümden hızlıca geçti. inceleyemedim. sınıfa koştum. ders ve konuyu yazdım tahtaya.

...

-öğretmenim tuvalete gidebilir miyim?
-senin bu tuvalete gitmelerin de çok oluyor Simge, hayırdır?
-öğretmenim şş..şeeyyy ı işte şş.
-git gel hemen.
-teşekkürler!

benim bu tuvalete gitmelerim harbiden çok oluyordu. her ders, ama her ders en az bir kere tuvalete gitmek için izin alıyor, dönüşte de 8B'nın kapısından kafamı uzatıp melih cansu'a bakıyordum. Onu gülerken görmüştüm. aman tanrım, çok zayıf bir çocuktu. incecik böyle. ayağında tarçın rengi timberland botlar vardı. melih düpedüz çirkindi amk. fare gibi çocuktu. ama aşk çok başka bir şey. zerre umrumda değildi.

 Akşam eve gidip babamı BABA NOLUR BANA TIMBERLAND BOT ALALIM YALVARIYORUM, ALMAMIZ LAZIM, HERKESTE VAR Bİ TEK BENİM YOK diye darlayacaktım. şans bu ya, daha o hafta deneme sınavında okulda ilde iyi bir sıralamaya girmiştim ,bir hediyeyi hak ediyordum doğrusu. 2 gün sonra melih cansunun botlarının aynısından bende de vardı. bu harika bir histi.

Melih Cansu nun benden asla haberi yoktu. onun için okuldaki herhangi bir öğrenciydim. bunu çok iyi biliyordum. hiç muhabbetimiz olmamıştı. ama ben çok utanmaya başladım. hiç konuşmadığımız göz göze dahi gelmediğimiz halde ondan utanıyordum. onu gördüğüm yerde koşarak bir yerlere kaçıyordum. ve bu arada bana ne olduğunun hala farkında değildim. hiç kimseye söylememiştim Melih Cansu ya olan ilgimi. sadece ben biliyordum.

Onu gördüğüm ilk günden sonraki tüm günlerim onu stalklamakla geçti. duvarların arkasından çıkan, pencerelerden dikiz atan, hayalet gibi çocuğun arkasından dolaşan bir manyağa dönüşmüştüm.

ben arabesk çok severim bilen bilir. tek sebebi de melih cansudur. olum çocuk ağır ibocuydu. Serviste hep en öne binip radyodan iboyu buluyordu. ben de ibocu oldum. net. evde şarkı ezberliyordum. tarzımız yavaştan şekilleniyordu.

Bir haftasonu tripli bir sanat filmindeymişçesine aynanın karşısında kendimi izliyordum. evde annemler yoktu. annemin odasına girip cımbızı aldım ve kaşlarımı almaya başladım. Baya baya yoldum filan incelttim. üstümdeki kuru kafalı bir tişört vardı. Melih Cansu beni kesinlikle böyle beğenmezdi. artık okul gömleğinin içine siyah tişört değil, dekolteli askılı bluzlar giyecektim.. hemen genç bir kız olup aşık olduğumu kabul etmek istiyordum.

koskoca bir sene, melih cansuyla hiç konuşamadan bitti. gerçekten tam bir sene sadece onu düşündüm. ve kimseye bahsetmedim..sadece onu takip ettim. hakkında tuhaf tuhaf bilgiler öğrendim. bunları bir deftere yazıyordum.

Melih Cansu Beşiktaşlıydı..

Okulumuzun dergisi vardı..Bazen sınıfların fotografını çekiyorlardı orda onun küçük yüzünü kesip defterimin arasında saklıyordum..

yıl sonunda 8. sınıflar mezun oldu. Melih Cansu belki liseye de Uşak da devam ederdi. etmedi. ya da etti ben bilmiyorum ama o ilköğretim okulunun kapısından çıktı çıkalı bir daha onu görmedim. Melih Cansu gitmişti. bütün bir yaz tatili benim için işkenceden farksızdı. fakat bunun sonunda yine mutluluk çanları çalmamıştı. Onu bir daha göremeyecektim.

Şu anda düşününce 1 sene boyunca hiç konuşmadığım göz göze bile gelmediğim bir çocuğa nasıl bu kadar aşık kalabildim sıkılmadan bilmiyorum. çok tuhaf. Hatta adının Melih Cansu olduğundan bile emin değilim. Şimdi böyle şeyler için asla gücüm yok. ayrıca gerek de yok. Ona karşı hissettiklerim aşkın en saf hali diyeceğim gülmezseniz :'(

insan çocukken daha güzel seviyor.

Lise sınavlarına hazırlanıyordum. dershaneler sokağındaki keyifin önünden geçiyordum ki Şafak Öncü dershanesine gidiyordum. o hafta sabahçıydım. bok gibi bir deneme sınavından çıkmıştım. kafalar düşmüştü. Bir baktım ki Melih Cansu oturuyordu. tek başına. bir başına. Çok yakışıklı olmuştu. Her zaman yaptığım gibi onu gördüğüm gibi koşarak oradan uzaklaştım. dershaneye geri girdim. sonra lan ben salak mıyım acaba? skerim böyle aşkın ızdırabını gidip konuşacağım diye geri gittim. zaten artık o utangaç kız değildim. derslerden kaçıyordum. neyse, bir hızla ve gazla çıktım dersaneden kafasını kaldırıp gözlerini kısarak bana baktı sonra yanına bir kız geldi. Lafımıda kalbimide aldım yukarı sınıfa çıktım.

git gide büyüyordu içimde bir şeyler. felaket bir his. duvarları yumruklayası geliyor insanın.


Ben o gün aşkın öyle "gelişine" yaşanacak bir şey olmadığını fark ettim. fakat bugün kendimle gurur duyuyorum.

velhasıl-ı kelam, herkes aynı aşık olmuyormuş. herkes başka türlü seviyormuş. öyle aaaaşıkım demek bir sebep olamıyormuş.

niye olmuyormuş?

NİYE?

2008 Büyük Değişim, anladım ki sevmelere ve sevilmeler bana göre değildi çünkü ben en büyük aşkımı kaybettim.

2009 yas

2010 yas

2011, 17 yaşıma geldiğimde, çok sevdiğim bir sevgilim oldu.İlk sevgilim şimdilik ise hala son.. Onun yanı, benim evim gibiydi hatta. O yüzden onun yanında ağlayabildim. O yüzden sevgilimdi daha çok abim en yakın arkadaşım hayatımı düzene koyan rehberimdi. Bu cümleyi kendime tekrar etmemem gerekirdi.Ama öyle.Sevdim desem değil sevmedim desem hiç değil çünkü sevmeseydim giderken sahip olduğum ne varsa götürdü Sil Baştan yaşattı bana.O gün bu gündür sevmiyorum ben de.çünkü hayatımın arka planında comfortably numb çaldığı günleri çok özlemiştim şimdilerde yıllardı bu kafayı yaşıyorum tek başıma.O gittikten sonra Özgür geldi ve ben sonra bütün bu anjeliği yaktım yıktım ve aştım dedim ki ben işte asıl şimdi sevmişim dedim ama öyle olmadı sadece bir kez sarıldım.

 2013, Bekledim. Telefonumun çalmasını bekledim. Tuvalete giderken bile yanıma aldım telefonu, ararsa hemen açmalıydım. o nasıl olsa gelmeyecekti. Sadece ondan minik bir haber istedim. Aramadı.Sevgilisi varmış onu bir daha aramamı söyledi üstelik beni bekle ben geleceğim derken. Hem onu bekledim, hem aramamasını istedim. Gelgitlerimin başlaması o zamana denk geliyordu işte. Beni özlemesini istedim, sonra canın acımasın istedim. Yalandı ama. “Mutlu olsun” dileğim yalandı. Canım yanıyordu ve o bensiz mutlu olmasın istiyordum. Bu tuhaf bir düşünce mi? Aşkın sonunda hep bir bencillik vardır zaten. Mutlu olmasını diliyordum güya ama yalandı işte. O ne kadar mutluysan ters orantılı olarak mutsuzdum ben de. Ve her çektiği acıda biraz daha mutluydum, dahası umutlu. Ne zaman acı çekse bana geleceğini umuyordum.
 Öyle olmadı. Ya acı çekmedin ya da …beni özlemedin. O vakitler bu düşünce nasıl da öldürüyordu beni . Ondan ayrı bir ben, benden ayrı bir o düşünemezdim ki ben. Gelmedi. Hiç gelmedi.
 Bekledim. Onu bekledim, bana “Seni özledim” demesini. Bu sırada geçiyordu zaman. Gelmeyecekti. Bekledim ve gelmedi. Bir de baktım ki, onu beklerken ben ondan ayrıymışım zaten. Birisi bana onu sorduğunda “Yok” der olmuşum. Onsuz da geçiyormuş zamanım. Arkadaşlarımla takılabiliyormuşum mesela ve hatta gülebiliyormuşum.
 Bekledim. Ondan ayrı bir ben olabiliyormuş, beklerken anladım. Onu düşünmeden de olabiliyormuş. Rüyamda görmeden onu yaşayabiliyormuşum.
Onu yanımda istemek, bir buçuk yıllık alışkanlıkmış hepsi bu. Liseden bu yana hicbir erkege bakamaz sevemez olmustum, biliyordu..Bende bildigini biliyordum.


Her şey bir yana, artık bir başkası için atabiliyormuş kalbim. Kızarabiliyormuş yanaklarım, heyecanlanabiliyormuşum.
 Onsuzdum ben. Sonra bir de baktım onsuzluk da yok. Sadece ben var. onla veya onsuz olması umrumda değil. Artık öyle sıfatlar yok.
 Ve onun beni özlemesini dileyen ben, şimdi mutlu olmasını, beni özlememesini ve aramamasını diliyorum. Hayatıma girmemesin artık en iyisi. En iyisi buydu, diyorum. Kazandırdıkları kaybettirdiklerinden daha fazla.
Ve o bir başkası dediğim adam var ya… O artık başkası değil.

Başkası olan o. Burada olan Onlar ya da gelicek

ve şimdi uuuupuzuuun bir kalp tatilimin sonuna yaklaşıyorum









Saturday, March 1, 2014

ANNEM




Ben senin nasıl bir anne olduğunu, benim için neler yaptığını ve neler yapmak istediğini, çabalarını, uğraşlarını, emeklerini teker teker sayıp, anlatmaya çalışmayı sevmiyorum. Sevmiyorum çünkü ben ne kadar konuşursam konuşayım, sana sahip olmayan hiç kimse bunu asla anlayamaz. Dışarıdan bakıp ne kadar iyi bir anne olduğundan bahsederler evet, ama sen asla ‘sadece’ iyi bir anne olmadın ki. Iyi olmak da değil aslında, sen hiç bir zaman ‘sadece bir anne’ olmadın bana, bize. Hep fazlasıydın sen, hep fazlasısın. Sadece bir anneden çok daha fazlası. Asla emekli olmayan ögretmensin bazen. Kimi zaman çocukla çocuksun. Diğerlerine ablasın, bazılarına anne.
 Benim en çok da BABAMSIN..Biz seninle bu evin babasıyız, kocasıyız, direğiyiz..
 Herkesin hayalisin sen, sahip olmak istediğisin.




Ama en önemlisi ne biliyor musun ? Arkadaşsın sen, gerçek bir dostsun.

Eğer şu hayatta başıma ”ne gelirse gelsin” koşup gidebileceğim tek bir ”dosta” sahipsem, bu şüphesiz sensin annem. En güzel anımda da sen, en kötü anımda da. Her şeyi unutacak kadar mutluyken de sen, nefessiz kalacak kadar kötü ağlarken de. En saçma anımda da sen, en özel anımda da. Çekinmeden, şüphesizce, korkmadan, tüm kalbimle, güvenle, saygıyla.. Her başarımda ve her hata yapışımda geldiğim ilk ve tek kapısın sen.

Sen her şeysin annem. Yerine geçmek ama asla yetişemeyeceğimi bildiğimsin. Canımsın sen, tek varlığımsın ki. Bak hani kim var bizden başka.. Ve iyi ki yanımdasın. Arkadaşım, dostum, annem olarak iyi ki burdasın.

Biliyorum yetmez, şu üç kelime asla yetmez hakkını ödemeye ama bunu duymayı hakeden insanların en başında geliyorsun.

Bugün senin günün. Bugün benim günüm.

Bugün, senin gibi birine, senin anneliğine, senin sevgin, senin dostluğuna, “annem” dediğim meleğime sahip olduğumu hatırlama, hatırlatma günü.

Senin kızın, senin en değerlin olduğumu; benim canım annem, benim en değerlim olduğunu.. Iyi ki doğduğunu, birlikte nice mutlu ve huzurlu seneler geçireceğimizi ve her şeyin üstünden yine beraber geleceğimizi bir kez daha farkına varma günü bugün.

Bugün yalnızca senin doğum günün değil. Yeğenlerinin , annenin , babamın , kardeşlerinin, dualarla ayakta duran bu evrenin hatta mutluluğun doğum günü..



Bugün, benim en mutlu günüm. Sana sahip olma günüm bugün.. Ne kadar şanslı olduğumu bir kez daha anlama günüm.




                                                                                                                          



Sen, iyi ki benim annem, iyi ki benim en yakın dostumsun.

Canım annem,





                                                                                   SIMGE AYFER