Burada da hiç merak etmeyeceğiniz fotoğraflar paylaşıyorum

Instagram

Tuesday, June 11, 2013

Hayata Yetiş


Biraz kendime terapi uygulamam lazım. Onun için en iyisi yazmak ve net bi şekilde kendime bunları görme imkanı tanımak sanırım.

Önümde belirsizlik var. Beni bekleyen hayata dair hiçbir fikrim yok. Değişmek zorunda olduğumu biliyorum sadece.
Bu çok korkutucu. Işığı kapalı olan bodruma inmek gibi. Ama bazen, her ne kadar karanlık da olsa o merdivenlerden inmek gerekiyor. Çok ürkütse de inip o ışığı açmak gerekiyor işte.
 Çünkü aradığın orada olabiliyor.
Ve ben bunu yapmaya mecburum. Mutluluğu kendime borçluyum. 
Ben bunu hakkettim. 
Hepimiz hakkettik.
Bazen sadece kendi iyiliğin için gemileri yakman gerekiyor.

İnsanların hayatında zor dönemler olur. Bu normaldir. Hiçbirimiz harika yaşamlara sahip değiliz. Herkesin kendince dertleri var. Bir değirmen misali hayatlar yani. Bi yukarıda, bi aşağıda. Böyle olunca konuşmak lazım. Çünkü içine attığın zaman bilinç altın zayıfladığın ilk anda patlıyor, yukarı doğru fışkırtıyor her şeyi. Neyse. Bunun farkındayım. Çok şeyin farkındayım. Belki de temel sorun budur. Bilemiyorum.
Sonuç olarak farkında olduğum için konuşmayı denedim herkesle. Yakın arkadaşlarıma hatta normal arkadaşlarıma bile anlattım durumumu. Şöyle bir şey var ki uzaktan bakıldığında net olarak “işte bu” dedirten bir sorunum yok.

Ama birbirinin üstüne binen ve yaklaştıkça görünen o kadar çok şey var ki..
Hani dünyanın bir yerinde kelebeğin kanat çırpışı diğer ucunda kasırgaya neden olur derler ya, işte o kanat çırpışlarının neden olduğu bütün doğal afetler silsilesi var içimde. Hangi nesneye baksam bir anıyı, hangi sesi duysam bir başka günü düşünüyorum. Anı yaşamak falan derler, demesi kolaydır çünkü ben de çok derim. Ama galiba son zamanlarda en çok yadırgadığım insan tipi olan “geçmişinde yaşayan” insanlardan oldum. Çünkü durup dururken söylediğim tek söz var
“Yalnız, ne kadar mutluyduk ya.”

İnsan bir şeyi kaybedince onun sadece iyi yönlerini hatırlıyor. Daha önce de yakın arkadaşlarımın ölüm acısına ortak oldum, daha önce de güvendiğim insanlar tarafından yarı yolda bırakıldım, daha öncede kavgalar ettim, daha önce de kendimi işe yaramaz hissettim, daha önce de yalnızlığı yaşadım hem ruhsal hem fiziksel olarak, daha önce de özlediklerimle konuşamadım. Yani dediğim gibi hiçbiri tanıdık olmadığım şeyler değildi. Ama şimdilerde ilk defa keşke diyorum. “Keşke bunların hepsi yabancı duygular olsaydı. Keşke hepsini ilk defa böyle tatmış olsaydım. Keşke ne yapacağımı bilemeseydim. Keşke aptala dönseydim o an, keşke hayatımın bittiğini sansaydım.” Çünkü bir acıdan daha kötü olan tek şey o acıya alıştığını fark etmek. Atlatma süresini bilmek, yaşanan olayların sırasını tahmin edebilmek ve bu konuda yanılmamak.
Üst üste gelen çok şey oldu. Bu olaylar zincirinin daha ilk basamağında çok güvendiğim, her şeyi anlatmak istediğim insanı kaybettim. Kaybetmek kavramı nedir, ne anlamda kullanırsınız bilmem ama ben hayatımdan çıkardığım her insanı kaybetmiş sayarım kendimi. “Onlar beni kaybetti” gibi egosal cümlelere girmem. Çünkü sonuçta ben zor dönemimde sığınabileceğim bir limandan firar etmişimdir. Sebebi önemli değil, iyi ya da kötü yönde olması da. Eğer yoksa, kayıptır.

Neyse. Yani daha beter şeyler yaşadığım için bir çok şey en küçüğü ve önemsizi olarak kaldı. Her insanın bi savunma mekanizması, acıyı atlatış şekli vardır. Ben mesela büyük bi sorunum varken onu düşünmemek için başka bir sorunum varmış gibi düşünür sonra onun olmadığına sevinip büyük sorunumu unuturum. Bu sefer de öyle yaptım. Bütün kötü şeyleri ilk kaybıma bağladım. Sanki sadece ona üzülüyormuşum gibi. Sanki tek derdim oymuş gibi düşünmeye zorladım. Yitirdiğim her masumiyet tanesini ona bağladım. Çok daha büyük şeylerle uğraşmaya çalışırken aslında hiçbiri yokmuş da güvendiğim bir kişi hayatımdan gitmiş diye üzülüyormuşum gibi yaptım. Kendimi değiştirmeye yeni huylar edinmeye çalıştım. Kendimi tabularımı yıkmaya odakladım.

Her şey değişti de, bir şu üzüntünün sabitliği değişmedi üstümde. Çok kişiye anlattım. Artık o kadar çok üzüldüm ki bana “Yeter” dediler. “Yeter, üzülme” olan cümleyi “Yeter, anlatma” olarak anlamayı tercih ettim. İçime atmaya başladım. Kaçamadım. Yani kaçtım elbet. Bilincimin bulanıklaştığı ilk anda yine her şeyi anlatmaya başladım, her şeye ağlamaya başladım. Kendimde görmeyi istediğim değişim bu değildi ama elimde olan buydu. Sonra bi şarkıyı duyarsın bi gece. Yani afedersiniz ama şarkılar çok orospu çocuğu arkadaşlar. Ben her şeyi kabul edebilecekken ortaya çıkan tek şarkının “Bak bak, hatırladın mı” ayağı yapması hiç hoş değil. Ama hatırladım. Önce her şeyin en başını, sonra işlerin karmaşıklaşmasını.

Sayı doğrusunu bilirsiniz. Her şey sıfırla başlar sonra binyediyüzellibeşlere kadar gider. Sıfır noktasında her şey ne kadar netse binyediyüzellibeşlerde her şey o kadar karışıktır. İşte son zamanlarda hayatım binyediyüzellibeş çevresinde geçiyormuş gibi hissediyorum. Ve ne zaman böyle hissetsem bütün sorun sanki ilk veda ettiğim kişideymiş gibi hissedip bütün suçu ona atıyorum.
yıpranıyorum.
Ben kendimi değiştirmek için elimden geleni yapıyorum. Kendimi analiz ediyorum. Her şeyi net olarak görmeye çalışıyorum. Ama şarkılar hâlâ çok orospu çocuğu.

Sözü olmayan , patlayan şarkıları dinlemeyi tercih ediyorum çünkü sen nereye çekersen oraya gider o şarkılar, ama bazen bir taksi bir dolmuşta ya da bir mağazada illa ki duyarsın ağzına sıçan şarkıları..Sonra dinlersin ama sadece dinlersin hem sen öyle aşklı meşkli şarkıları sevmezsin ki
sen aşkı sevmezsin..








No comments :

Post a Comment