Burada da hiç merak etmeyeceğiniz fotoğraflar paylaşıyorum

Instagram

Thursday, September 11, 2014


Büyümek ve daha fazla uyumak istemiyorum.
Büyümenin gerektireceği hiçbir şeyi yerine getirmek istemiyorum.
Bedenim ve yaşım büyüdükçe kalbimin daha güçlü olması gerekmez miydi?
Süt içerken güçlenecek olan sadece kemiklerim miydi anne?
O zaman ben artık süt içmek istemiyorum.




Sahi ne zaman gitti tren?

Başımdan sırtıma ve hatta kollarıma doğru felaket bir ağrı var. Sanırım boynum tutuldu.Onu geçtim,içim tutuldu.

Günlerdir yazma niyetiyle dolaşıyorum, ama klavyemin önüne eğildiğimde "İlham gelmiyor, yazamıyorum" diyorum kendime. Aslında yalan. Daha doğrusu, bahane. Kendime yazma izni vermiyorum.

"Yazmak kendini derin kuyulara bırakmayı gerektiriyor" demiştim aylar önce. Sonra da kendimi bırakmadan, kontrollüce yazabilmeyi dilemiştim o kuyuda. Meğer öyle bir şey olmuyormuş. Arada olmak diye bir şey yok. Düşüyorsan kuyuya, yarı yoldan dönemezsin. Dibe çarpmaktır düşmenin farzı. Yolunu bilerek kaybolmak diye bir şey olamaz. Kayıpsan, kayıpsındır. Hem en fenası kendi içinde kaybolmaktır, çünkü elinde bir haritan bile yoktur geri dönmek için.

İnsan nasıl güçlü, hayret. Her düşüşte omurgasını tuz buz edip sonra yine birleştirmeyi başarıyor. Ama defalarca mahvetmek o omurgayı, sonunda felç olmak demek. Bir müddet sonra bu riski alamıyor insanlar .Gençken herkes aptalca cesurdur, korkmaz hissetmekten ve sormaktan. Sonra o iğneler içine battıkça, yorulur, bıkar, korkar. Uyuşturulmuş filan değildir kimse, herkes bilinçli biçimde hissizleşmeyi seçer.

Hissizleşmemeyi seçenler, bazen de beceremeyenler vardır. Güçsüz derler onlara, bazen tutunamayan derler, ama aslında cesaret işidir bu biraz. Herkes unutmayı seçerken hatırlamak aslında bir güç ispatıdır belki de. Alışmaktansa sormaya devam etmek neden güçsüzlük olsun ki? En korktuğum kelime bu: alışmak. Gitmelere, bitmelere, silmelere, es geçmelere, yitirmelere alışmak.Öğrenmek başka, alışmak başka. Öğrenmek olgunlaşmak demektir, alışmak sıradanlaşmak.Biz ikinciyi birinciyle karıştırdığımız, daha doğrusu kolaya kaçıp yeğlediğimiz için parça parça yıkılıyor bu dünya, anlamını yitiriyor.

O kadar çok şeye alıştım ki.Alışmaya alışmaktan korkuyorum bu aralar.Hissizleştim üstelik.Dünya hali olan hiçbir şeye tepki göstermiyorum.Kimyam bozuldu sanki.Evet tepkime veremiyorum artık.

Biraz da böyle denemek istiyorum ben. Duyguların ardından koşmak, hatta sürüklenmek ve berelenmek de insan ömrünün bir parçası. Ama çoğu zaman unutuyoruz ki, asla tek parçası değil. Aileden, arkadaştan, sevgiliden, dosttan yaralanır insan, bu kaçınılmaz. O yaralar bazen hızlı bazen yavaş, ama bir şekilde iyileşir. Bazen izi kalır, hatırlatır. Hatırlatır ki tekrar aynı yolda tökezleme, kemiğini aynı yerden kırma, aynı taşa takılıp düşme. Tek bir yara izinde kalmak ancak aptallıktır.İnsan vücudu baştan ayağa açık yaralanmaya. Senin yeni yollarda yeni şekillerde yaralanman gerek. Deşecek yeni bir yer bulmalısın sen. Çünkü yaralanmadan koşmaktır aslında en büyük acı.

Dünya nasıl dönüyor düşünsene, nasıl uyumlu Güneşle. Bir yanı hep aydınlık gezegenin, ama asla aynı yanı değil. Zaman geçip gün döndükçe yeni bir yer aydınlanır, mevsimler döndükçe bir başka yer ısınır. Tek bir kıtayı aydınlatmak için durursa dünya, hayat biter. Ağustos sona erdi, mevsim dönüyor, yaz bitiyor. Edebiyatın baş harfini ve tınısını paylaşan Eylül.Ben hâlâ seviyorum Eylül Akşamı şarkısını, yine mırıldanacağım eve doğru yürüdüğüm bir akşamüstünde. Ama tek şarkıyla geçmez ki ömür, harcanmış olur. Artık Eylül'e dair yeni bir şeyler öğrenmek istiyorum ben. Hem söz veriyorum, bu sonbahar uğraşıp yağmuru da sevmeye çalışacağım.

Hayat upuzun bir sohbet gibi. Daima konuşan taraf olamazsın. Bazen için şişer, dolusundur hislerle ve düşüncelerle. Anlatırsın geceler boyu, yazarsın, bağırırsın. Sonra o evre biter. Sen sıranı savarsın. Bu sefer susarsın, dinlersin, anlarsın. Depolarsın, ta ki sıra tekrar sana gelinceye kadar. Uğraşırsın, tekrar konuştuğunda yeni ve anlamlı bir şeyler söyleyebilmek için. İşte ben ikinci evreye geçtiğimi seziyorum şimdilerde. Hani gezersin bütün gün, sonra göklere akşam iner, yorulursun. Harika şeyler yaşamışsındır belki, ya da ömrünün en kötü günüdür.  Her iki durumda da eve dönersin. Isınırsın, yıkanırsın, uyursun, ertesi sabah tekrar çıkmak için enerji toplarsın. 

İşte ben eve döndüm, kendime döndüm. Pencerede yeni bir mevsim var şimdi, hafifçe başlayan rüzgârıyla insanı ürperten, ama eskisinden de dinç hissettiren. Kendime yatırım yapıyorum ben bu mevsim. Kimsenin hiçbir şeyi olmaya takatim de arzum da yok. Kendimin evi, yoldaşı, aşçısı, öğretmeni, öğrencisiyim. Benden bir iki yaş küçük bir arkadaşım benden hayata dair bir öğüt istemişti, ben de "Hayatta güvendiğin, varlığından memnun olduğun insanlar olsun, ama asla onlara bağımlı olma." demiştim. Belki de verdiğim tek doğru öğüttür bu. Kendini kendinle tanımla sen, sıfatlar uçar, yalnız ismin kalır geriye. Ölürken bile böyle bu.

yani diyeceğim şu ki yaşamak için başka bir nefesi hissetmek ihtiyaç değildir.kendi kendinize yetmeyi öğrenin öncelikle.

Bir kısa film hayattan kalan,
Oyuncu olsan yönetmen olsan,
Gördüklerini unutmuş olsan,
Yaşamak bazen sabır ister.


                                                                                                 iyi uykularınız olsun..




No comments :

Post a Comment